Eyyübî Devrim ve Medeniyetinin İslamî Kimliğimiz Üzerindeki Etkisi - 10
Selahaddin Hazretlerinin mücadele tarzını ana hatlarıyla daha önce anlatmıştık. İnşaallah bu bölümde onun şahsiyeti ve bu şahsiyetin mücadelesine yansıması üzerinde duracağız.
“Onu tek başına secde ederken ve zikrederek gözyaşları seccadesine akarken gördüm.” (Kadı İbn-i Şeddad)
Selahaddin Hazretleri, tarihçi İbn-i Kesir’in de ifade ettiği üzere, ilmiye sınıfından değildi; ilmî meseleleri terimlerle ifade eden kadı, müderris sınıfından veya dergah şeyhlerinden sayılamaz. Ancak temel dini ilimlerle fennî ilimleri bir arada okumakla İmam Ğazalî, Şeyh Halid-i Bağdadî, Üstad Bediüzzaman gibi alimlere benzer. Müceddid sınıfından olan ve İslam’ı ihya eden bu alimlerin İslam’a katkısı hangi yönde olmuşsa Selahaddin Hazretlerinin de İslam’a katkısı bu yönde olmuştur. O alimler, İslam’ın kendilerinden sonra daha güçlü olmasını sağladıkları gibi Selahaddin de kendisinden sonrakilere daha güçlü bir İslam bırakmıştır.
SELAHADDİN-İ EYYÜBÎ’NİN ŞAHSİYETİ
Selahaddin, İslam tarihinde bir fazilet örneğidir. Kimi İslam kahramanları sadece askerdir; kimi İslam emirleri de sadece iyi bir yöneticidir. Selahaddin Hazretleri, hem iyi bir asker hem de adil bir yöneticidir. Onda Kur`an-ı Kerim’de vasfedilen iman ehlinin, ideal bir Müslümanın özellikleri vardır.
Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
1. İLİM SAHİBİYDİ ve ALİMLERİ SEVERDİ
Selahaddin Hazretleri Kur’an-ı Kerim’i daha küçük yaşlarda öğrenmişti. Lübnan’ın Baalbek ve Suriye’nin Dımaşk (Şam) şehirlerinde geçen çocukluğu ve ilk gençliği sırasında sadece ilimle uğraştı. 26 yaşına kadar devam eden dönemde adı, hiçbir olaya karışmadı. Dar’ul Hadis’te hadis dersleri aldı. İslam tarihini öğrendi. Geometri, astronomi, matematik ve aritmatik konularında bilgi topladı. Ayrıca ilm-i mantık, felsefe, sosyoloji ve fıkıh (İslam hukuku) öğrendi.
Hadis ilmine olan ilgisi hayatı boyunca devam etti. Savaş arasında İmam Malik’in ünlü hadis kitabı Muvatta’yı okudu. Hadis okumayı ve hadis dersi dinlemeyi bir zikir etkinliği haline getirmişti. Daha önceki bölümlerde anlatıldığı üzere her işi bittiğinde hadis okur, devlet işlerinden sonra arkadaşlarını uğurlamadan önce onlara “Haydi bir hadis dersi yapalım” derdi.
İbn-i Şeddad bu konuya ek olarak özetle şunları anlatır: “Savaş sırasında Selahaddin’e biraz hadis okundu. Ona bütün mekanlarda hadis okunur ama savaş sırasında bu şekilde hadis okunduğunu hiç duymadım. Efendimiz uygun görürlerse bunu yapalım, dedim. Bunun üzerine atlarımızın üzerinde olduğumuz halde hadis dinledik.” (1)
Selahaddin Hazretlerinin askeri emirleri dışında bürokrasisi alimlerden oluşuyordu. En yakınındaki kişiler, Fakih İsa el Hakkarî, Kadı Fadıl, Katib İmadeddin Isfahanî, Kadı İbn-i Şeddad gibi tanınmış alimlerdir. Belki Nureddin Zengi dönemi ve Osmanlı’nın İstanbul fetih dönemine ve hemen sonrasına denk gelen orta dönemi dışında İslam tarihinin hiçbir bölümünde onun döneminde olduğu kadar alimler bürokraside yer almamıştır.
Selahaddin, medreselerinde muhlis alimleri hatta mücahid alimleri görevlendirirken fenni ilimlerde Yahudi ve Süryanilerden yararlanmakta bir sakınca görmemiş; onları da hastanelerde ve diğer kurumlarda görevlendirmiştir.
Doktorları, onun yardımseverliğinin en büyük simgelerindendi. Bağdat halifeliği bir yana düşmanlarını bile onlardan istifade ettirirdi. Öyle ki Haçlıların kontlarını bile tedavi ettirmiştir.
2. İHLAS VE ZÜHD EHLİYDİ
Selahaddin, babası Necmeddin Eyyüb ve amcası Şirkûh, Resullullah aşığı ve tasavvuf ehliydiler. Hem Necmeddin Eyyüb hem Şirkûh, cenazelerinin Medine’ye götürülmesini ve Mescid-i Nebi’nin yanı başına, Resulullah’a komşu olacak yerde gömülmeyi vasiyet etmişler ve vasiyetleri yerine getirilmiştir.(2)
Savaşlarda hem kendi Kur’an-ı Kerim okur hem de imamına okuturdu. Bazen iki, üç, dört cüz okuttuğu olurdu. Toplantılarında yirmi veya daha çok ayet okumak adetiydi. Çocukları babalarının yanında Kur’an-ı Kerim kıraatinden imtihan eder. Kıraati güzel olanları kendisine yakın tutardı. Kur’an ve hadis okunduğunda kalbi titrer, gözleri yaşarırdı. (3)
“Beş vakit namazı vaktinde, cemaatla kılmaya kendini alıştırmıştı. Vefatından çok uzun bir zaman öncesine kadar namazları cemaatle kılmadığı görülmemiştir. Hatta ölüm hastalığında bile namazını cemaatla kılmaya çalışmıştır. Bu haldeyken imam yanına gelir, ona namazını kıldırırdı. Vücudunun direnci azalmış, kuvvetini kaybetmiş olduğu halde yine de namazı ayakta kılmaya çalışırdı.” (4)
İhlasıyla ilgili olarak da İbn-i Kesir şunları söyler: “Yegane amacı ve en büyük gayesi İslâm’a yardım etmek, onun alçak düşmanlarını yenip bozguna uğratmaktı. Sadece bu konuda fikir yorardı. Gece gündüz bu işle uğraşırdı. Güvendiği kimselerle birlikte bu konuda fikir alış verişinde bulunur, planlar yapardı.” (5)
Selahaddin, topluma hizmeti Allah rızası için yapıyordu; İslam toplumuna hizmet etmeyi Allah’a hizmet etmek olarak görüyordu. İhtilafa düşen komutanlarına yaptığı şu konuşma onun Kur’an-ı Kerim kaynaklı bu yönünü açıkça göstermektedir: “Allah’a hamd olsun. Rasûlullah (s.a.v.)’e de salâtu selam olsun. Bilesiniz ki bugün sizler İslâm’ın ordusu ve savunucularısınız. Biliyorsunuz ki Müslümanların kanları, canları, malları, çoluk ve çocukları zimmetinizdedir. Onlardan siz sorumlusunuz. Aziz ve Celil olan Allah kıyamet gününde onları size soracaktır. Şu düşmana karşı Müslümanları sizden başka koruyacak, İslâm ülkesini sizden başka himaye edecek kimse yoktur. Allah korusun, cepheden dönüp kaçacak olursanız ülkenin defteri dürülür. Kullar helak olurlar. Mallar gasp edilir. Kadınlar ve çocuklar esir düşerler.
Kur’an ve namaz mescidlerden uzaklaştırılır. Mescidlerde haça tapılır.
Bütün bunlar sizin zimmetinizdedir. Bunlardan siz sorumlusunuz. Bu işe paçalarını sıvayanlar sizlersiniz. Müslümanların Beytü’l-malından, onları düşmanlarına karşı korumak, zayıflarına yardımcı olmak için para aldınız. Geçiminizi sağladınız. Diğer beldelerde bulunan Müslümanlar da sizin zimmetinizdedirler vesselam.” (6)
3. TAASSUP EHLİ DEĞİLDİ
Selahddin Hazretleri, bütün kaynaklarda ittifakken belirtildiği gibi akidede Eş’arî, mezhepte Şafii idi.
Şafii mezhebini Hanefi mezhebine mensup Abbasi ve Zengilerden farklı olarak devletinin resmi mezhebi yaptı. Bu konuda taviz vermeyi uygun bulmadı. Hatta sadece Halep’te resmi mezhep olarak Hanefi mezhebini tanıyabileceğini söylemişse de bu sözünde duramamıştır. Ama ilk defa onun döneminde dört mezhep medreseleri kuruldu. Hanefilerle Şafiiler arasında özellikle İran ve İran’ın doğusunda kalan İslam coğrafyasında şiddetli çatışmaların yaşandığı o günlerde bu çok büyük bir adımdır.
Kimi Vehhabî iddialarının aksine Selahaddin Hazretlerinin Fatimî ve Haşhaşî karşıtlığı dışında Şia’yı baskı altına almaya yönelik bir mücadelesi görülmemektedir. Belki tasavvufta İmam Ğazalî çizgisi dışındaki çizgiye özellikle, felsefi-batınî sofiliğe karşı olumsuz bir eğilimi söz konusudur. O günün İslam dünyasında bu akımın Müslümanları uyuşturacağını ve Haçlılara yem edeceğini düşünmüştür. Fatimî ve Haşhaşî karşıtlığında da benzer bir durum söz konusudur.
Onun tek bir derdi vardı. Müslümanları ittifak içinde tutarak Haçlılara karşı ayakta tutmak ve İslam’ı dünyanın her yanına hakim etmek…
4. GÖRMEZLİKTEN GELMEYİ BAŞARIRDI
Selahaddin Hazretlerinin en büyük kişilik özelliklerinden biri, sadece görmek istediğini görmesiydi. Duygusal tepkicilikten uzaktı. Muhalifleri ne kadar kışkırtıcı olursa olsun o kendi durumuna bakarak karar verirdi. Bu özelliği ona tuzak kuranları çaresiz bırakırdı.
Bu konuda daha önce pek çok olay aktardık. Ancak Bağdat Halifesiyle arasında geçen şu olay ibret vericidir: Abbasî Halifesi, kendisini Kudüs’ün fethinden sonra kutlayacağına şiddetle protesto etmişti. Gerekçe şuydu:
1- Hittîn savaşındaki fetih müjdesini kendileri nezdinde kadri kıymeti olmayan Bağdatlı bir gençle kendisine göndermişlerdi. 2- Kudüs fethinin müjdesini de adi postacılarla kendisine göndermişlerdi.3- Sultan Selahaddin güya halifeye benzemek amacıyla kendisine Nasır lakabını takmıştı.
Sultan Selahaddin, bu ikazları güler yüz, letafet, yumuşak huyluluk, itaat ve teslimiyet havası içinde aldı ve olup bitenlerden ötürü özür dilediğini halifeye bildirdi. Sonra da şöyle dedi: ‘Savaş, beni bu gibi işlerin birçoğunun farkına varmaktan alıkoydu. “Nasır” lakabı almama gelince bunu halife Müstedî’nin zamanından beri almış bulunmaktayım. Bununla birlikte halife bana hangi lakabı takmayı uygun görürse itiraz etmem.’ Halifeye hiç ihtiyacı olmadığı halde ona karşı son derece saygılı ve edepli bir tavır takındı.” (7)
Dikkat edilirse Bağdat Halifesi, Selahaddin Hazretlerini tahrik ediyor. Ama Selahaddin, onunla mücadelenin zamanının gelmediğine inanıyor. Bunun için onun bütün hakaretlerini görmezlikten geliyor.
Halife bu tahrik tutmayınca hem de bütün Avrupa krallarının Kudüs’ü tekrar almak için Suriye sahillerine yığıldıkları bir dönemde, ve Arafat Dağı’nda kendi adamlarını Selahaddin’in ülkesinden gelen hacılara saldırtacak, Hacca giden Müslüman kadınları esir alacak, İbn-i Mukaddem gibi çok değerli bir komutan şehid edilecek, buna rağmen Selahaddin Hazretleri ona savaş ilan etmek yerine onu “Boğulmakta olan bir adamın yardım dilemesi gibi İslam sizden yardım diliyor” deyip ondan yardım isteyecektir.
Denebilir ki Selahaddin’in İslam dünyasının o günkü bozulmuşluğu, kıskançlığı, çıkarcılığı içinde zafere ulaşmasını sağlayan en mühim yardımcı özelliklerinden biridir bu. Selahaddin, o günlerde kendisiyle uğraşan herkesle uğraşmaya kalkışsaydı, onların hepsine cevap verme yoluna gitseydi Allah (cc) bilir ama Kudüs’e hiçbir zaman varmazdı.
5. AFFEDERDİ
Selahaddin Hazretleri, hem kendi arkadaşlarını hem düşmanlarını affetmeye öncelik verirdi. Bunun için zamanında kendisini terk eden İbn-i Mukaddem gibi komutanlarını bir daha yanına kabul etmiş, onlar da hayatları boyunca ona sadık kalmışlardır.
Halep ve Musul, onu yıllarca uğraştırdı ama her iki şehrin hem yöneticilerini hem halkını affetti. Orada hüküm süren Zengiler, ona teslim olduktan sonra onun davasına hizmet ettiler. Selahaddin, Mısır’daki ihtilal aşaması dışında fethettiği toprakların Müslüman yöneticilerinden birini dahi öldürmedi. Oysa kendi çağında, teslim olsa bile ele geçirilen şehirlerin yöneticileri daha sonra sorun olur denerek öldürülürdü. **
Aynı tutum Haçlılar konusunda da geçerlidir. Kerek Kontu vahşi Ernat dışındaki Haçlı liderlerini esir alınca öldürmekten kaçınmış, onları eleştirilere rağmen serbest bırakmıştır. Onun bu tutumu Haçlı azmini kırdı ve Haçlı birlikteliğini bozdu. Haçlılar için teslim olmak bir yol haline gelmekle kalmadı. İslam’ın adaleti Avrupa’nın her yanında anlatılır oldu. Ayrıca onun açtığı bu yolda Osmanlılar da yürüdü. Bunun için İslam orduları ta Venedik kapılarına dayanabildi.
Selahaddin Hazretlerinin şahsiyeti ile ilgili bölüm devam edecek…
Notlar ve Kaynaklar:
*Kadı İbn-i Şeddad’ın Selahaddin Hazretlerinin 1192’de Avrupa orduları karşısında Kudüs’ü korumak için tedbir almakla meşgulken Mescid-i Aksa’daki durumunu anlatan bir notu)
**Selahaddin’in gerek bu tutumu gerek Kudüs’ü fethetmesi Eyyübî ailesine Müslümanlar arasında farklı bir yer kazandırdı.
Selahaddin’in vefatından sonra değişik savaşlarda esir edilen hiçbir Eyyübî katledilmedi. Celaleleddin Harzemşah gibi affetme yönü son derece zayıf bir komutan esir aldığı Eyyübî şahzadelerine dokunmamış; Selçuklular gibi savaşta yendikleri hanedanlara karşı son derece sert olan bir devlet bile esir aldıkları Eyyübî emirlerine dokunmamışlar. Aksine onlara güzel hediyeler verip onları ailelerine yolcu etmişlerdir. (Anadolu’da Eyyübiler, Önder Kaya)
Kaynak
1. A. M. Sallabî, Eyyübî Devleti, s. 263
2. İbn-i Kesir, İslam Tarihi
3. İbn-i Şeddad
4. İbn-i Kesir, H. 589. yılı olayları
5. İbn-i Kesir, H. 589. yılı olayları
6. İbn-i Kesir, İslam Tarihi
Ahmet Yılmaz / Araştırma