Çin-Rusya yakınlaşması ABD karşıtı bir ittifaka dönüşür mü?
Çin ve Rusya'nın ortak küresel rakipleri olan ABD ile ilişkileri giderek daha gergin seyrederken, Şi Cinping ile Putin arasında uzun vadeli bir stratejik ittifakın temellerinin atıldığına dair senaryolar yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.
İSTANBUL /AA / SADIK ÜNAY / ANALİZ
Küresel güçler arasındaki sert rekabetin siyasi, stratejik ve ekonomik yansımaları çoğu zaman birbirleriyle girift biçimlerde iç içe geçerek uluslararası sistemi kontrol etme amaçlı bir hegemonya yarışının sürmesine yol açıyor. Liberal uluslararası sistemin ve bu sistemi ayakta tutan başlıca kurumlar ile yönetişim yapılarının temel taşıyıcı aktörü rolünden ABD’nin son yıllarda beklenmedik bir hızla çekilmeye başlaması, çok-kutuplu yeni küresel düzen içinde ABD, Rusya ve Çin gibi süper güçler arasında kurulabilecek ittifak arayışlarını ve bu ittifakların alabileceği muhtemel formları dünyanın tartışma gündeminde daha üst sıralara taşıdı.
Şanghay İşbirliği Örgütü’nün iki başat üyesi olarak Avrasya hattında siyasi, askeri ve ekonomik entegrasyon eksenlerini güçlendirmeye çalışan Çin ve Rusya’nın liderleri, geride bıraktığımız beş yıl içinde otuz civarında resmi görüşme ve toplantıda bir araya gelerek uluslararası platformlarda oldukça yakın bir çalışma ilişkisi kurdular. Hatta Çin Komünist Partisi Yönetim Komitesi ile Rusya Cumhurbaşkanlığı Ofisi arasında doğrudan iletişimi ve düzenli toplantılar organize edilmesini sağlamak için bir mekanizma dahi tesis edildi. İki ülkenin ortak küresel rakipleri olan ABD ile ilişkileri giderek daha gergin seyrederken ve Trump ekonomik konularda Çin’e, jeo-stratejik konularda ise Rusya’ya açık tehditler savurmaya devam ederken, Şi Cinping ile Putin arasında uzun vadeli bir stratejik ittifakın temellerinin atıldığına dair senaryolar daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.
Peki, Çin Mao sonrası dönemin dış politika tasarımında en önemli prensip olarak gördüğü ve sıkı ikili ittifaklardan uzak durup uluslararası işbirliği opsiyonlarını açık tutmaya dayanan “bağlantısız diplomasi” geleneğini terk edip Moskova ile askeri ve stratejik iş birliğini derinleştirme yoluna girer mi? Yoksa Washington’dan gelen ticaret savaşları tehditleri sürdüğü müddetçe Moskova ile stratejik yakınlaşma kartını orta vadede önemli bir pazarlık unsuru olarak elinde tutmayı mı tercih eder? İşte bu sorular, küresel sistemin çok boyutlu bir biçimde yeniden yapılandığı yeni dönemin yakıcı soruları arasında olacak gibi görünüyor.
ADI KONMAMIŞ İTTİFAK
ABD’den bakıldığı zaman Çin ve Rusya, aslında çoktandır adı konmamış ve resmiyete dökülmemiş bir ittifak ilişkisi içindeler. Küresel sistemin daha çok-taraflı ve dengeli bir yönde dönüşüme uğraması, başta Birleşmiş Milletler ve IMF olmak üzere küresel yönetişim organlarının daha kapsayıcı biçimde reforme edilmesi, ABD’nin özellikle Avrasya ana kıtası ve Asya-Pasifik’teki etkisinin kırılması, küresel tedarik ve finans zincirlerinin ABD kontrolünden çıkarılması gibi kritik konularda ortak çıkarlara sahipler. Ayrıca Suriye’den Kırım’a kadar birçok bölgesel çatışmada birlikte pozisyon alarak ABD’nin manevra alanını daraltan adımları birlikte atabiliyorlar. Pekin ve Moskova’nın ortak çıkar tanımlamaları içinde en önemli unsur ise küresel sistemin siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel olarak ABD merkezli tekdüze bir yapıdan kurtarılması ve entegre bir Avrasya vizyonu etrafında yapılandırılan yeni küresel etkileşim ağlarının kurulması. Bu makro çıkar tanımlaması, Çin ve Rusya’yı ABD’ye karşı “stratejik müttefik” olarak tanımlamak için tek başına yeterli olmasa da, böyle bir ittifakın oluşması için gerekli olan rasyonel bir zemini ortaya koymuş oluyor. ABD’nin doğrudan kontrolü dışında yer alan ulaşım ve iletişim altyapıları kurulması, yine ABD etkisinden özerk teknolojik, finansal ve ticari ekosistemler oluşturulması, yeni kalkınma bankaları ve yerel para birimleri üzerinden işleyen yeni altyapı ve kalkınma programlarının yürütülmesi gibi adımlar, Rusya’nın Batı’ya olan yapısal bağımlılığının azaltılması, Çin’in ise elinde biriken sermaye fazlasını yüksek kâr getiren yatırımlara dönüştürmesi için hayati önemde.
Özellikle 2018, ABD ve Çin arasındaki ilişkilerin şekillenmesi açısından oldukça çalkantılı bir yıl oldu. Trump’ın işbaşına gelmesinden itibaren söylem düzeyinde dillendirilen “ticaret savaşları” -eskilerin deyimiyle- kuvveden fiile geçirildi ve özellikle Çin’i hedef alan ticaret kısıtlamaları ve vergi artışları birbiri ardına uygulamaya konuldu. Pekin ile Washington arasındaki ticaret savaşlarının durdurulması ve tarife artışlarının dünya ekonomisinin büyüme ivmesini olumsuz etkilememesi için detaylı müzakereler yapılıp ortak kararlar alınmış olsa da, Trump yönetimi Çin’den ithal edilen birçok ürüne yüzde 25 ek gümrük vergisi koyma kararından vazgeçmedi. Çin ekonomisinin 2018 yılı büyümesinin son yirmi yılın en düşük rakamı olan yüzde 6,2 seviyesine gerilemesinde, en büyük ihracat pazarı olan ABD tarafından uygulanan ithalat kısıtlamalarının elbette önemli rolü oldu. Diğer taraftan ABD yönetimi, Tayvan’a silah ihracatını onaylayıp üst düzey Amerikalı bürokratları Tayvan’ı ziyaret etmeye teşvik eden bir kanun çıkararak Çin ile ilişkilerindeki önemli kırmızı çizgilerinden birini daha aşmış oldu. Yine Güney Kore’ye, Çin ve Rusya’nın sert tepkilerine rağmen, THAAD füze savunma sistemleri yerleştirilmesi ve Güney Çin deniziyle ilgili tartışmalı konularda Çin’in karşısında pozisyon alınması, iki başkenti artan bir sıklık ve yoğunlukla karşı karşıya getiren önemli anlaşmazlık konuları oldu. Çin bir taraftan muazzam imalat sanayi üretiminin dünya pazarlarına ulaştırılması için ana geçiş güzergahı olan Malaka boğazının çevresinin ABD müttefikleri tarafından sarılmış olmasının verdiği rahatsızlıkla “Bir Kuşak Bir Yol” (OBOR) projesini yürütüp Avrasya ana kıtası üzerinde ulaşım ve iletişim aksları inşa etmeye çalışırken, diğer yandan Arktik deniz yolu da dahil olmak üzere, dünya pazarlarına ulaşmanın alternatif kanallarını araştırmaya devam etti.
“STRATEJİK KOORDİNASYON”
Trump yönetiminin Pekin üzerindeki baskılarını arttırmasına karşı Çin yönetimi tarafından verilen dolaylı cevaplardan biri de, askeri teknoloji ve savunma sanayi alanlarında daha ileri ürünlere sahip olan Rusya ile askeri ilişkilerin güçlendirilmesi. Türkiye’nin de satın alacağı yüksek teknoloji ürünü S-400 füze savunma sistemlerini Rusya’dan satın alan ilk ülke olarak Çin, askeri işbirliği meselesinde ciddiyetini ortaya koymuştu. Bu adımla hem Rusya ile askeri yakınlaşma bir üst düzeye taşındı hem de ABD’ye karşı stratejik caydırıcılık kapasitesi arttırılmak istendi. Zira son yıllarda milli savunma bütçesini hızla arttıran Çin yönetiminin, Rusya’dan hem ürün tedariki hem de teknoloji transferi alanında destek alma konusunda son derece istekli olduğu sır değil. Diğer taraftan Çin dışişleri ve savunma bakanlarının Rusya ile ilişkilerini tanımlarken sık sık bilinçli olarak “stratejik koordinasyon” ifadesini kullanmaları, NATO jargonuna atıf yapılan bir kolektif güvenlik söylemi olarak görülüyor. Bu tür ifadelerin ve Rusya ile Çin arasında stratejik yakınlaşma ve askeri ittifak çağrışımı yapan her türlü unsurun ABD yönetimi nezdinde alarm zillerinin çalmasına ve parmakların panik düğmesine basmak için hazır tutulmasına yol açması şaşırtıcı değil.
ABD KARŞITI STRATEJİK YAKINLAŞMANIN SINIRLARI
Fakat Çin ve Rusya arasında gelişmekte olan ABD karşıtı stratejik yakınlaşmanın (entente) sınırlarını da net olarak çizmek gerekiyor. Bir defa Çin bazı ölçümlere göre dünyanın ikinci, bazı ölçümlere göre ise en büyük ekonomisi durumunda. Rusya ise bu listede (farklı ölçüm metotlarından dolayı) yedi ila dokuzuncu sıraya yerleştiriliyor. Dünya ekonomisinin imalat sanayi ve büyüme motoru olan Çin, modern üretim altyapısı, yetkin ve devasa insan gücü potansiyeli, muazzam finansal kapasitesi ve yüksek teknolojilerdeki hızlı yükselişi sayesinde, ABD merkezli pek çok küresel ekonomik ve teknolojik ağla zaten entegre bir durumda. Rusya için ise bu tarz bir ekonomik kapasite ve küresel entegrasyon durumu kesinlikle söz konusu değil. Dolayısıyla ABD ile küresel hegemonya rekabeti içindeki Rusya, daha çok askeri ve jeo-stratejik yetkinlikleri ile enerji kaynaklarına yaslanarak oyun planları kurarken, Çin hem askeri ve jeo-stratejik konuları gözetmek hem de ekonomik büyümesini sürdürmesini sağlayacak piyasa şartlarını ve teknolojik faktörleri hesaba katmak zorunda.
Rusya’nın ABD ve Batı dünyasıyla yaşadığı gerginliklerin ülke içindeki olumsuz etkilerini, enerji kaynakları ve dünya piyasalarına satış dışında herhangi bir kanalla yaşaması muhtemel değil. Fakat en büyük ihracat pazarı ABD olup elinde iki trilyon dolar civarında ABD hazine tahvili bulunan, iç piyasadan yaptığı ihracatın yüzde 60 civarındaki kısmı ABD merkezli şirketlere yönelen, ekonomik büyümesi için halen ABD’li ve Avrupalı şirketlerin yeni yatırımlarına ihtiyaç duyan Çin’in, Batı dünyasıyla ekonomi alanındaki karşılıklı bağımlılığı çok daha yüksek seviyede seyrediyor. Dolayısıyla Çin ekonomisinin rekabet gücündeki hızlı yükselişten rahatsız olan ABD’nin, ticaret savaşları sopasını kullanarak bu yükselişin hızını kestikten ve kendi rekabet üstünlüğünü garantiye aldıktan sonra, “kazan-kazan” formülüne dayalı karşılıklı ekonomik ilişkilerine devam etme yoluna girmesi de sürpriz olmaz.
ABD İLE RUSYA ARASINDA ARTAN GERGİNLİK
Rusya’nın Soğuk Savaş döneminden beri Washington ile devam eden stratejik rekabeti zaman zaman (Çin ile hiç kıyaslanmayacak kadar) sertleşip fiziki savaşın eşiğine kadar gelebiliyor. Son yıllarda (özellikle Rusya’nın 2014’de Kırım’ı işgal etmesinden sonra) uygulanan diplomatik izolasyon ve ekonomik yaptırımlar, karşılıklı ilişkilerin epey gergin bir seyir izlemesinin somut yansımaları oldu. Rusya’nın G-8 üyeliğinin askıya alınmasından finans, enerji ve savunma sanayi şirketlerinin yaptırımlara uğramasına, Putin’e yakın oligarkların malvarlıklarının dondurulmasından onlarca Rus diplomatın sınır dışı edilmesine kadar, Trump öncesi ve sonrası ABD yönetimleri Rusya’ya karşı genelde sert bir çizgi izleyip caydırıcı olmaya çalıştılar. Suriye’deki savaş sırasında da ABD ve Rusya, gerek Suriye rejimine karşı farklı yaklaşımları gerekse sahadaki çıkarlarını savunurken faydalanmak istedikleri (YPG gibi) paramiliter gruplar sebebiyle sık sık karşı karşıya geldiler. Keza Trump yönetiminin İran’a karşı gittikçe sertleşen ve tehditkâr bir hal alan tavrı, Ortadoğu’da birçok alanda İran’la ittifak ilişkisini sürdüren Rusya ile yaşanan gerginlik unsurlarına bir yenisini ekledi. Geçtiğimiz günlerde iki tarafın da birbirini suçlayarak 1987 tarihli Orta ve Kısa Menzilli Füzeler Anlaşması’ndan (INF) çekildiklerini açıklamaları, son gerginlik unsuru olarak kayıtlara geçti.
Sonuç olarak, Rusya ile Çin arasındaki stratejik yakınlaşmanın her iki küresel güç için ABD’yi dengeleme konusunda çok önemli bir enstrüman olduğu şüphe götürmez bir gerçek. Avrasya aksında, kendi kontrollerinde ve bölge-merkezli gelişen siyasi, askeri, ekonomik ve lojistik ağlar kurarak ABD müdahalesini minimuma indirmek isteyen iki gücün pragmatik işbirliği yapması son derece rasyonel bir davranış. Diğer taraftan, uluslararası yaptırımlarla uğraşan Rusya için Çin, çok önemli bir enerji pazarı olduğu kadar, aynı zamanda muazzam bir finans ve teknoloji kaynağı konumunda. Sürdürülebilir ekonomik büyüme bağlamında enerji güvenliğine büyük önem veren Çin için de Rusya ucuz ve güvenilir bir enerji kaynağı olmakla birlikte, muazzam askeri ve jeo-stratejik gücüyle, ABD ile yaşanabilecek muhtemel gerginliklerde rol oynayabilecek stratejik bir dengeleme ortağı hüviyetinde. Fakat Çin’in ABD ve AB ülkeleriyle (özellikle ekonomik ve teknolojik alanlarda) derin bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi var. Bazı güçlü düşünce okulları, bu ilişkiye zarar verebilecek radikal çıkışların Pekin açısından rasyonel olmayacağını savunuyor. Bu yüzden Çin’in, ABD’den gelen “ticaret savaşları” gibi salvolara çok sert tepkiler vermeden kendi özerk teknolojik, ekonomik kapasitesini orta vadede arttırmaya çalışması ve Rusya ile yakın ilişkisini (dışlayıcı bir ittifak görüntüsüne büründürmeden) derinleştirmeye devam etmesi kuvvetle muhtemel.
Kaynak, AA