İmam Birgivi Muhammed Efendi
İmam-ı Birgivi Hazretleri Osmanlı âlimlerinin meşhurlarından olup, 1522 yılında Balıkesir`in bir kasabasında dünyaya geldi. Asıl ismi Muhammed`dir. Babası Pir Ali Efendi adında âlim ve faziletli bir zat olup, dönemin medreselerinde hocalık yapmıştır.
İlyas Yıldız / İzmir / doğruhaber
İmam-ı Birgivi ilk tahsilini babasından alır. Babasının verdiği dersleri başarıyla geçtikten sonra İstanbul’a giderek zamanın büyük âlimlerinden ders alır. İstanbul’da bulunan meşhur Semâniyye Medresesi hocalarından Ahizade Mehmed Efendi’den, sonra da Kadıasker Abdurrahman Efendi’den ders alır. İlim tahsilini başarılı bir şekilde bitirip icazet aldıktan sonra bazı medreselerde hocalık yapmaya başlar.
İmam-ı Birgivi ilk tahsilini babasından alır. Babasının verdiği dersleri başarıyla geçtikten sonra İstanbul’a giderek zamanın büyük âlimlerinden ders alır. İstanbul’da bulunan meşhur Semâniyye Medresesi hocalarından Ahizade Mehmed Efendi’den, sonra da Kadıasker Abdurrahman Efendi’den ders alır. İlim tahsilini başarılı bir şekilde bitirip icazet aldıktan sonra bazı medreselerde hocalık yapmaya başlar.
KENDİNİ TASAVVUFTA YETİŞTİRDİ
Medresede hocalık yaptığı sıralarda Bayrâmiyye Tarikatı şeyhlerinden Abdurrahman Karamani’ye talebe olur, onun vaazları vesilesiyle tasavvufa ilgi duyar ve bu konuda kendisini yetiştirir. Daha sonra hocası Abdurrahman Efendi’nin isteğiyle Edirne’de Kassâm-ı Askeri (Şer’i hükümlere göre miras paylaştıran memur) görevine atanır. Bu mesleği devam ettirirken aynı zamanda medresede ders okutur, camilerde halkı Kur’an ve Sünnete davet eder. Bir müddet sonra bu mesleğinden ayrılır ve kendini dünyevi işlerden uzak tutup tamamen tasavvufa yönelir. Lakin bu durumundan memnun olmayan hocası onu uyarır ve İmam tekrar ders ve vaaz vermeye başlar.
Medresede hocalık yaptığı sıralarda Bayrâmiyye Tarikatı şeyhlerinden Abdurrahman Karamani’ye talebe olur, onun vaazları vesilesiyle tasavvufa ilgi duyar ve bu konuda kendisini yetiştirir. Daha sonra hocası Abdurrahman Efendi’nin isteğiyle Edirne’de Kassâm-ı Askeri (Şer’i hükümlere göre miras paylaştıran memur) görevine atanır. Bu mesleği devam ettirirken aynı zamanda medresede ders okutur, camilerde halkı Kur’an ve Sünnete davet eder. Bir müddet sonra bu mesleğinden ayrılır ve kendini dünyevi işlerden uzak tutup tamamen tasavvufa yönelir. Lakin bu durumundan memnun olmayan hocası onu uyarır ve İmam tekrar ders ve vaaz vermeye başlar.
HOCASI KENDİSİNE MEDRESE YAPTIRDI
İmam-ı Birgivi ile dönemin padişahı II. Selim’in hocası olan Ataullah Efendi arasında bir dostluk ve muhabbet vardır. Ataullah Efendi, günümüzde İzmir’in Ödemiş ilçesine bağlı Birgi kasabasındandır. Bundan dolayı Birgi’ye büyük bir medrese yaptırır. İmam-ı Birgivi’nin ilimdeki kudretini bilen Ataullah Efendi, onu bu medreseye tayin eder. Artık İmam-ı Birgivi Hazretleri ömrünün sonuna kadar bu medresede İslami ilimler okutur ve birçok talebe yetiştirir. Bundan dolayı kendisine “Birgivi” ismi verilir.
KİMSEDEN ÇEKİNMEZ YANLIŞA YANLIŞ DERDİ
Son derece dürüst ve tavizsiz bir âlim olan İmam-ı Birgivi, yaşadığı dönemde yaygın olan, eserini bir devlet büyüğüne ithaf etme anlayışına karşı çıkar. Gördüğü aksaklıklar, yanlışlar hangi devlet kademesinde olursa olsun hatır dinlemeden eleştirirdi. Özellikle her türlü bid’at ve hurafeye karşı çıkar; memuriyetlerin rüşvetle satılıp ehil olmayan kişilerin memur olması, kadılar ve diğer devlet görevlilerinin rüşvet alması gibi konularda kimseden çekinmeden görüşlerini dile getirirdi.
Bu konuyla ilgili onun yazdığı eserlerden biri olan “Şerhu’l Ehadisi’l Erbain’’ adlı eserinin önsözünde şunları söyler. “...Öyle bir zamanda bulunuyoruz ki; cehalet meşhur, ilim ise sözü edilmeye değmez olmuştur. Bazı kimseler, hurafeleri ve dinin yasakladığı şeyleri, Allah’a yaklaşmanın en yüce yollarından sayıyorlar. İlmi zayıf bazı kimseler, insanları ibadet kılığına büründürülmüş yaygın bid’atlere teşvik ediyorlar. Hatta bunların bir kısmı iyiyi kötüden ayırmadan, zayıf ve uydurulmuş sözlerden meydana gelen kitaplar bile yazmaktadır. İşin aslını bilme imkânı olmayan halk ise ya menfaati, ya da işlerine öyle geldiği için bu eserlere iltifat etmektedir. Bu durum, insanların kendisinden gafil bulunduğu büyük bir musibettir!’’
PARAYLA KUR’AN OKUNMAZ, NAMAZ KILDIRILMAZ
Ayrıca İslam’ın emirlerini taviz vermeden açıklar, bundan dolayı zamanın âlimleriyle pek çok sözlü ve yazılı tartışmaya girerdi. Bu dönemde yaşayan büyük âlimlerden biri olan Şeyhülislam Ebussud Efendi ve birkaç âlim ‘güzel sesle ve usulüne göre ücret karşılığı Kur’an-ı Kerim’in okunması/okutulması, herhangi bir ibadet için imamların para almasına’ cevaz verirler. İmam-ı Birgivi bu fetvaya karşı çıkar ve bunun yanlış olduğunu söyler. Bununla ilgili şöyle bir olay rivayet edilir. Fetvasının İmam-ı Birgivi tarafından reddedildiğini öğrenen Şeyhülislam, haber gönderir ve İmamı makamına davet eder. Birgivi Hazretleri davete icabet eder ve doğruca Şeyhülislamın makamına gider. İçeri girdiğinde Şeyhülislam namaz kılmaktadır. İmam-ı Birgivi, namaz kılan Şeyhülislam’ı görmesine rağmen ona selam verir ve içeri girip bir yere oturur. Şeyhülislam namazı bitirince:
-Hoş geldiniz Hocaefendi. Benim fetvamı reddettiniz ama namaz kılan adama selam verilip verilmeyeceğini bilemediniz.
İmam-ı Birgivi Hazretleri şöyle cevap verir.
-Namaz kıldığınızı gördüm. Namaz kılan kimseye selam da verilmez. Ancak ben içeri girdiğimde siz namaz kılmıyordunuz. Bu oda karanlık olduğu için, şu pencereyi büyütsek de, odaya daha çok ışık girer mi diye düşünüyordunuz. Ben de sizin pencere ile meşgul olduğunuzu görünce selam verdim, der. Şeyhülislam neye uğradığını şaşırır ve özür beyan eder.
SADRAZAMA ÖĞÜT VERDİ
Osmanlı Devleti’nin yükseliş döneminde yaşayan İmam-ı Birgivi hayatının son yıllarında din ve devlet kurumlarında gördüğü bazı yolsuzluklar hakkında devlet büyüklerine nasihat eder. Bunun için sık sık İstanbul’a gider, dönemin sadrazamı olan Sokullu Mehmed Paşa ile görüşür, gördüğü aksaklıkları düzeltmesi için sadrazama öğütler verirdi.
VEBAYA YAKALANARAK VEFAT ETTİ
İmam-ı Birgivi, İslami hizmetlerini sürdürürken veba hastalığına yakalanır. 1573 yılında vefat eder. Yaşadığı yer olan Birgi kasabasında bir selvi ağacının dibinde gömülüdür. Türbesi her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir.
GENÇ YAŞINA RAĞMEN ONLARCA ESER YAZDI
Toplumun her kademesindeki yozlaşmayı tahlil ederek yaşamış ve bu konuda çaba harcamış olan İmam-ı Birgivi, genç diyebileceğimiz bir yaşta vefat etmesine rağmen Arap dili grameri, ahlak, tasavvuf, fıkıh, akaid, tefsir, kıraat ve hadis gibi ilimlerde çoğunluğu Arapça olmak üzere altmışa yakın eser yazmıştır. Eserlerinden bazıları şunlardır: “Vasiyetnâme-i Birgivi, Tarikat-ı Muhammediyye, Tefsir-i Sure-i Bakara, Avamil, İzhar, Ravzatü’l-Cennat, Risaletün fi Beyâni Müsümi’l-Mesahifi’l-Osmaniyye, Şerh-i Hadis-i Erbain, Cilâü’l-Kulub, Ma’delü’s-Salât, İkazü’n-Nâimin, Metnün ve Şerhün Mine’l-Ferâiz, Şerhu’l-Maksudü’l-Müsemma Bi’im’ani’l-Enzar”
İmam, Vasiyetnâme-i Birgivi adlı eserinde bütün Müslümanlara şu öğütlerde bulunur:
“Kardeşlerime, evlâdıma ve ahiret yolcularına vasiyetimdir ki;
Allahü Teâla’nın emrettiği şeyleri yapınız.
Kazaya kalmış namazlarınızı kılınız, kalmış zekâtlarınızı veriniz.
Oruçlarınızı tutunuz.
Üzerinize farz oluyorsa hac yapınız.
Her Müslümanın öğrenmesi farz-ı ayn olan ilmihâl bilgilerini öğreniniz.
Âlimlerin sohbetine devam ediniz.
Güvenilir ve sağlam âlimlerin fetvasıyla amel ediniz.
Herkesin fetvasıyla amel etmemelidir.
Tegannî dinlememelidir.
Allahü Teâla’nın ismi anıldığı zaman “Teâlâ veTebâreke” veya “Azze ve Celle”, “Sübhanallah”, “Celle celâlüh” diyerek tâzim ediniz.
Resûlullah’ın ve diğer Peygamberlerin isimleri anıldığı zaman salavat getirmelidir. Yazarken de bunları açık yazmalıdır.
Diğer âlimler ve meşâyıh anıldığı zaman, (rahmetullahi aleyh) demelidir.
Hocasına da hürmet göstermelidir.
Akrabayı ziyaret etmeli, sıla-i rahmi, akraba ziyaretini terk etmemelidir.
Anne ve babanın da haklarını gözetmeli, onlara karşı yüksek sesle konuşmamalı ve kızgın bakmamalı, günah olmayan emirlerini yapmalıdır.
Dövmesine ve bağırmasına sabretmelidir. Karşılık vermemelidir.
Komşuların haklarını da gözetmeli, kokulu bir yemek pişirince, bir miktarını komşulara vermelidir.
Mümkün olduğu kadar komşuların ihtiyacını görmeli ve zarara uğrarlarsa yardım etmeli ve iyilik gelirse sevinmelidir.
Diğer din kardeşlerini de sevmelidir.
Kusurlarını mümkün mertebe affetmelidir.
Müdâhene (yağcılık) etmemeli, dünyalık ele geçirmek için dini vermemeli.
Gerekirse müdârâ etmeli, dini ve dünyayı korumak için dünyalık vermelidir.
Müdârâ zararı gidermek için olur.
Çok gülmekten, faydasız konuşmaktan sakınmalıdır.
Alış verişte dinin emirlerine uymalı ve cemaate devam etmelidir.
Bid’atlerden sakınmalı.
Misvâk kullanmaya devam etmeli.
Duaya, Allahü Teala’ya hamd ve sena ile ve Resulüne salât ve selâm ile başlamalıdır.
Dua ederken bütün müminlere dua etmeli, anneyi, babayı ve iyilik gördüğü kimseleri de dualarında anmalıdır.
Yalvararak ve gizli dua etmelidir.
Yalnız iken Allahü Teâla’ya yalvararak dua etmeli, acizliğini ve günahlarını düşünerek ağlamalıdır.
Allahü Teâla’dan istikâmet, af, âfiyet, rızasını ve muvaffakiyet istemelidir.
İmanın gitmesinden korkup, daima hüsn-i hâtime(son nefeste iman ile gitmeyi) istemeli, İslam ni’metine her zaman şükretmelidir.
Çoluk-çocuğuna ilmihâlini (lazım olan dini bilgileri) öğretip, İslamiyet’e uymayan şeylerden korumalı ve sakındırmalıdır.
Çocukları yedi yaşında namaza başlatmalı, on yaşına girdiklerinde namaz kılmazlarsa döverek kıldırmalıdır.
Daima istiğfar etmelidir.’’