Haziran Şehidleri
Tarih 26 Haziran 1992`yi gösteriyordu. Bir yatısı namazı idi. Hainlerin kurmuş olduğu pusu ile 10 nazenin fidanın şehadeti gerçekleşecekti.
Onlar sadece ve sadece hayatlarını Allah (c.c)’in istediği şekilde renklendirip, şirkin kirli yüzünden arınmak için Cami’yi mesken etmişlerdi.
İslam’dan nasibini almamış, Peygamber metodunu bilmeyen Ermeni uşakları ise bunun tam aksini istiyorlar ve istedikleri gibi olmaları için de çalışmalarını sürdürüyorlardı, hem de yeryüzünde bir Müslüman bırakmayacaklarına yemin edercesine.
İnsanların bilinçlenip, gerçek özgürlüklerinin İslam’da olduğunu anlamalarını istemiyorlar, kendi elleriyle kurdukları düzenin tefessüh etmiş kanunlarını kabullendirmeye çalışıyorlardı. Şeytan küfre ram olmuş, hayatları başıboş olan insanları hedefine almıştı onları kandırıp, İslam’ın izzetini kuşanmış insanlara karşı kullanıyordu.
Nihayet hak batıl mücadelesinde yeni bir sayfa daha açılmıştı. Şeytan kandıracağı insanları kandırmış, tüfeklerini yağlamaları için son gaz vermişti. Susa, tarihe geçecekti. Çocukların adı olacaktı Susa…
Ve zaman durdu, yıldızlar hiç parlamadığı kadar parlaktı o gece. Toprak ar ediyordu, on mazlum evet tam on mazlumu içine kapatacaktı. “ Dessiruni diyecekti, dessiruni… Kaçınılmazdı şehadet ve yıldızlar kayacaktı. Tam on yıldız gökyüzünden kayacaktı Hüseyn “ Allahu Ekber” deyip şehadete koşacaktı.
Yatsı zamanı gelmiş, namaz kılmak için camiye gelmişti on beş güzel Müslüman. Sanki şehit olacaklarını sezmişlerdi. Gün garip, gece daha bir garipti gecenin hayırlı olması için dua ediyorlardı. Namaz bitmiş, dışarıdan sesler gelmeye başlamıştı. Bir an ne olduğunu anlamaya çalışırlarken, necis insanları karşılarında görmüşlerdi. Ne olduğunu anlamadan, bir an duraksamışlar, çok geçmeden gelenlerin sadece asker kılıklı olduklarını, gerçekte ise, hunhar PKK askerleri olduklarını anlamışlardı.
Gelenler tam anlamıyla münafıkları andırıyorlardı, kılık değişik, konuşmalar değişik, görünürde Kemalist düzenin askerleri gibi görünüyorlardı ancak değillerdi. Yani münafık tabirine tamamıyla uyumlulardı.
Necis ayakkabılarla camiye girmişlerdi. Hüseyn kızmış “ Burası Allah’ın evi, bizi dışarıda arayamaz mısınız” diye çıkışmıştı.
Onlar için fark eden bir şey yoktu. Ellerindeki demir parçaları kadar utanması olmayan küfrün askerleri, yapacakları saldırıyı camii dışında da yapabilirlerdi. Çünkü onlarda merhamet namına bir şey yoktu.
Onlara göre içlerinde en tehlikeli olan Hüseyin idi. Evlad-i Resul’ün Yezit için tehlike olduğu gibi.
Aylardan hazirandı, Susa toprakları alışkındı bu ay’da kuraklığa. Ama bu seferki Haziranda kanla sulanacaktı Susa toprakları. Hem de nisan yağmuru gibi.
Önce Hüseyin’i sordular, sonra ayırmak istediler diğerlerinden. Dedim ya Hüseyn onlar için en tehlikeli olanıydı. Nihayet küfrün korkulu rüyası Hüseyn “ Allah-u Ekber” deyip, silahına doğru koşmuştu. Yer gök Allah-u Ekber demeye başlamıştı sanki. Hainler korkuya kapılarak nadide güllerin üzerine kurşun saçmaya başlamışlardı.
Ve Susa Camii’nde on güzel Müslüman’ın kanı dökülmüştü.
Toprak ar ediyor, yok olmak istiyordu, “dessiruni, dessiruni “nidaları ayyuka yükseliyordu. On güzide insan, on can…
Artık Susa bir tarih olmuştu. Çocukların adı, şehadet âşıklarının sevdası olmuştu Susa… Topraklar ise ebede dek utancından “dessiruni” diyecek…
Şehadeti’nin 20. Yılında Susa şehitlerini Rahmetle Yad ediyoruz.
Vesselam
Muhammed Yusuf Şehidoğlu / doğruhaber