Evde Risale-i Nur Eğitimine Niçin İhtiyaç Var?
"Her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir. Eğer iman-ı âhiret o hanenin saadetinde hükmetmezse, o aile efradı, herbiri şefkat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm endişeler ve azaplar çeker. O cenneti, cehenneme döner.”
Mevzuya ev hayatının insanın hayat-ı içtimaiye ve siyasiyesi cihetiyle ne denli ehemmiyeti haiz olduğundan bahsederek girmek istiyorum. Evvela; Üstadımız’ın bu hususda 11. Şua’da neler buyurduğuna bakalım;
“Her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir. Eğer iman-ı âhiret o hanenin saadetinde hükmetmezse, o aile efradı, herbiri şefkat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm endişeler ve azaplar çeker. O cenneti, cehenneme döner.”
Evet, hanemizden müteşekkil küçük dünyamızı cennete çeviren o hanedeki iman nuru olduğu gibi cehenneme inkilâb etmesi de iman nurunun olmaması iledir. İmanın olmadığı bir ev cehennem gibiyken iman nuru ile cennet-asa oluyor. İşte muazzam değişiklik budur. Muazzam değişiklik ise muazzam bir güç ister. Demek bu muazzam güç ancak imandadır. Bediüzzaman Hazretleri bu muazzam gücün ancak imandan neş’et edeceğini çeşitli risalelerde bizlere bir çok misaller ile isbat etmiştir. O misallerden bir tanesi ise yine masum çocuklardan bahseder.Üstadımız, Gençlik rehberinde de izahı bulunan ahiret akidesinin yani ahirete imanın hayat-ı içtimaiyye ve şahsiyenin üssül esası olduğunu izah ederken evvela ahirete imanın masum çocuklar üzerindeki tesirinden bahseder ve şöyle buyurur.
“Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefâtlara karşı dayanabilirler ve ancak cennet fikriyle: "Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü; Cennetin bir kuşu oldu, Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar." diyebilirler” şeklinde misal vermiştir. Demek ahirete iman insanların dünyasını çocukluk yıllarından itibaren cennete çevirmeye başlıyor.
Madem küçük dünyalarımız evlerimizden ibaret öyle ise; evlerimizi imanın nuruyla aydınlatmak en birinci vazifemiz olmalıdır ki; evimizde bulunan yaş ağaçlar hükmündeki masum evlatlarımızın bozulmamış kalpleri, kirlenmemiş akılları nur-u iman ile aydınlansın. Tâ istikbâldeki hayat-ı içtimaiyelerinde birer canavar hayvan suretine girmesinler.
Kur’an-ı Azimüşşan’ın hakiki ve en tesirli bir tereşşuhat-ı nuru olan Risale-i Nur şimdiye kadar misli görülmemiş hem pir pedegog, hem bir sosyolog, hem bir mürebbi olması haysiyetiyle ebeveynler, evlerindeki çocuklarının terbiye ve edeplenmesi hususunda Risale-i Nurları en birinci üstad telakki etmeliler, tâ ki; Risale-i Nur’un dört esasından biri olan Nübüvvet ile çocuklarımız Fahr-i Kainat Efendimiz’in mahiyet ve vazifesini idrak etsinler ve Sünnet-i Seniyyesi’ni esas kabul edip adeta ikinci bir deri gibi sünneti vücudlarına ve hayatlarına giydirsinler. Bir diğer esası Tevhid ile Rabbü’l-Alemin olan Zat-ı Zülcelâl’in Kitab-ı Kebir’ini okumayı sökerek marifetullaha nail olsunlar. Haşir esası ile kalplerinde havf ve recayı hissedip her an hazır ve nâzır olan bir Zât’ın korkusu ile cemiyeti taciz etmesinler. Bilâkis hesap gününün korkusu ile cemiyete şefkat ve merhamette ve tabi adalet esası ile de İlahî adaletin en muazzam tecellisine medar olan Şahsiyet-i Resul-ü Kibriya Efendimizi taklid etmeyi esas kabul etsinler.
Kur’ân’ı Kerim’in dört esasını esas kabul eden bu nurlu eserler girdiği her hanenin zulümatını dağıtıp nurlarla aydınlatacaktır.
“Evde verilen Risale-i Nur eğitimine niçin ihtiyaç duyulmalıdır?” sorusunun cevabı mahiyetindeki ikinci sebebini ise “ilk eğitim” şeklinde tesmiye etmek yerinde olacaktır heralde. Ağaç yaş iken eğilir darb-ı meselini de tahattur ettiren, çocuklarımıza ihsan-ı İlahi tarafından lütfedilen, hayatlarının ilk yıllarındaki öğrenme kabiliyeti, evde Risale-i Nur eğitiminin ciddi bir fırsat olduğunu aklımıza getirmeli. Bir teyp gibi duyduğunu ve gördüğünü velev istemeyerek kapan çocukların yanında malayâniyâtla iştigal en basit deyimiyle onları ziyan etmek olacaktır. Bugün bilim ile ispat edilen bir gerçektir ki; 2-3 yaş çocukları birden fazla yabancı dili sadece etrafından duyarak ana dili kolaylığında en ufak bir sıkıntı çekmeden kapabiliyorlar. Bunun için bir çaba sarfetmedikleri gibi ihtiyarlarına kalmış bir şey de değil. O yaşlarda beyinlerinin hemen hemen tamamı tertemiz ve bomboştur. Dışardan ne girerse içeriye adeta kazınır ve bir daha çıkması neredeyse imkansızdır. Madem elimizin altındaki küçük beyinler onlara neler yükleyeceğimizi masum bakışları ile bekliyor. Anne babalara düşen bir heykeltraş edasıyla onlara en güzel şekli vermektir. Bediüzzaman Hazretleri bu hususda hanımlar rehberinde şöyle buyurmuştur:
“Küçüklüğünde iman dersi almayan bir çocuk, daha sonra pek zor bir şekilde iman ve İslâmın esaslarını ruhuna sindirebilir. Bu, bir gayr-i Müslimin İslâmiyeti kabul etmesi kadar zor olur.”
Bir çocuğa ilk yıllarında iman dersi vermek betona donmadan önce şekil vermenin kolaylığında, ileriki yıllarında iman dersleri vermeye çalışmak ise beton donduktan sonra şeklini değiştirmeye çalışmak derecesinde zor olacaktır.
Çocuklar Cenab-ı Hakk’ın anne-babaya verdiği bir hamur gibidir. İman hakikatleri açısından bu yıllarının ciddi ehemmiyeti vardır. Üstadımız bizim “bebek” diye isimlendirdiğimiz bir yaşındayken validesinden aldığı derslerin mahiyetini “kasem ederim” ifadesi ile bizzat şahsından verdiği misal ile 24. Lem’ada şöyle izah etmiştir:
“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”
Yani; vazife-i asliyesi taallüm ile tekemmül olan biçare insancıkların ileride marifetullaha ermeleri için çok güçlü bir imana ihtiyaçları vardır. İnsan, Üstadımızın “ahz-ı asker” tabir ettiği bu talim yeri olan dünyaya gelmesinden hemen sonra talime başlamalıdır zira kısacık ömr-ü insanda ne kadar çabuk talime başlarsa o kadar çok yol alacaktır Allah’ın izniyle.
İşte bu temel ve doğru eğitim insanın hanesinde anne ve babası rehberliğinde ve Risale-i Nur ışığıyla olmalıdır. Nesl-i âtinin birer ferdi olacak olan evladlarımızın herbirinin valide ve pederinden alacağı manevi dersler istikballerinin temeli olacaktır ve o dersler ileride açacakları çiçeklerin tohumları hükmünde olacaktır. O tohumlar ise en has meyveleri verebilmesi için katıksız olmalıdır. Bu da müellifi tevhid-i kıble etmiş ve Kur’an’dan başka hiçbir kitabı yanında bulundurmamış olan Risale-i Nur’un tohumları olmalıdır. Direkt olarak Kur’an’dan sızan bu istikrarlı iman derslerinin mana itibariyle Kur’an’ın tefsiri olması kısa yoldan terakkiye medardır. Öyle ise; bir annenin ve babanın evladına yapacağı en büyük iyilik evladının hakiki bir nur talebesi olmasına azami ciddiyet ve şevk ve itina ile çalışmasıdır.
Risale-i Nur’lar nice azılı katillerin, ırz düşmanlarının tövbe edip hidayetlerine vesile olmuşken, henüz yoğrulmamış hamur olan evlatlarımız için kuvvetli bir maya niteliğindedir. Risale-i Nur mayası ile yoğrulan bir çocuk ileriki hayatında tam da milletimizin hasretini çektiği göğsü iman dolu gençler olarak bu hizmet-i kudsiyenin birer askeri olacaklardır.
Ayrıca; evde Risale-i Nur dersleri ile eğitim gören bir çocuğun muhakeme kabiliyeti gelişecektir. Risale-i Nur’larda hususan Küçük Sözler’de Bediüzzaman Hazretleri bir iyi bir de kötü adamı temsili hikayeciklerde başkahraman olarak kullanmıştır. Bu risaleleri okurken çocuk evvela dinlemeyi öğreniyor. Zaten Üstad’ın verdiği örnekler ile yanlış ile doğrunun muhakemesini yapmak ve nihayetinde doğruya ulaşmak öyle kolaydır ki küçük çocuklar dahi bunu yapabilirler. Hatta kendi kızımdan örnek vermek gerekirse; geceleri uyumadan evvel Nasreddin Hoca, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler gibi masallar yerine Küçük Sözler’den “Beyaz ve siyah fare” , “Bismillah diyen inek” isimleri altında hikayeler okur ve anlatırdım. Son derece dikkat ve hayretler içerisinde dinlerdi. Okumayı söktüğü zaman ise Sözler kitabını başucundan ayırmaz olmuştu. Artık her gece kendi kendine okuyordu. Zamanla baktım ki, arkadaşlarına okuduklarını anladığı kadarıyla anlatmaya başlamıştı. Namazın Allah ile konuşmak olduğundan, hem namaz kılanın ödev yaparken bile sevap kazandığından bahsediyordu onlara.
Bunlar bize, Risale-i Nur eğitiminin küçük yaşlarda başlamasının sanıldığı gibi zor olmadığını gösteriyor. Hatta bilakis, bugün “anlamıyorum” bahanesi ile Risale-i Nur’lardan yüz çeviren gençlerde karşılaştığımız sıkıntıyı, yaşamının ilk yıllarından beri Risale-i Nur dinleyen ve okuyan bu çocuklarımız için ortadan kaldıracaktır.
Günümüz türkçesi öyle fakir ve nakıstır ki; Risale-i Nur’un zengin ve eşsiz dili ve belagatı ile alakası yoktur. Önceden ihtiyarlar gençlerin dilinden anlamazken şimdi orta yaşlı insanlar dahi gençlerin dilinden anlamaz olmuşlar. Demek artık dejenerasyon daha kısa sürede daha etkili olmaya başlamış. İşte bu yüzden çocuklarımızı önümüzdeki yılları da hesap edecek olursak osmanlıca diline karşı bu hızlı yabancılaşmaktan kurtarmak için Risale-i Nur eşi olmayan bir eserdir. Risale-i Nur’un dilini ve kendine has üslubunu kısmen de olsa kapan bir çocuk ciddi bir eğitim almış demektir. Bunu yüzme öğrenmek misali ile açabiliriz. Bir çocuk 3 yaşında da yüzme öğrenebilir. 3 yaşında yüzme öğrenen bir çocuk 18 yaşında iyi bir yüzücü olur ve denizde açılmaya başlar. Fakat 18 yaşında yüzme öğrenmeye başlayan bir çocuk kıyıda epeyce emek sarfedecektir.
İşte Risale-i Nur denizinde 3 yaşında yüzmeye başlayan bir çocuk seneler geçtikçe açılmaya başlayacak ve derinlere gittikçe tefekkürü artacaktır. 18 yaşında yüzmeye başlayan bir genç henüz yosunun güzelliğini keşfederken 3 yaşında yüzmeye başlayan bu çocuk 18 yaşındayken nice balıklar, mercanlar, inciler keşfedecektir.
Bu yüzden; hepimiz evlerimizde tüm aile efradı ile birlikte yarım saat de olsa Nur dersleri yapmalıyız. Mesela; merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey yatmadan önce imani bahisler okumayı tavsiye etmiştir. Her akşam çocuklarımızla bir imanı bahis okusak ve öyle yatırsak onlarda bunun ciddi bir tesiri olacaktır. Ve tabi bizlerde de… Dikkat ederseniz yatmadan hemen evvel yapılan veya uğraşılan her ne ise insan ekseriyetle sabah onun tesiri ve tekrarı ile uyanıyor ve hatta rüyasında dahi o şey ile iştigal ediyor.
Üstadımız çocukları sevdikten sonra “Bunlar geleceğin Saidleri!” diyerek müjde vermiş. Rabbim hepimizin evlatlarını bu müjdeye nail etsin ve bizleri de anne babaları olarak “evlat yetiştirme” değil “Nur talebesi, dava adamı, Kur’an hizmetkârı yetiştirme” şuuruna erdirsin inşaallah. Amin…
Cidde-Suudi Arabistan
aysenurkahveci@live.com