İkinci Cumhuriyet mi, İkinci Hayal Kırıklığı mı?
Tarih adına, özellikle de bu ülkenin yakın tarihi adına belgelere dayalı en cesur ve en ezber bozan tespitlerde bulunan müverrihlerden biri de Kadir Mısıroğlu`dur.
Tarih adına, özellikle de bu ülkenin yakın tarihi adına belgelere dayalı en cesur ve en ezber bozan tespitlerde bulunan müverrihlerden biri de Kadir Mısıroğlu’dur.
Cumhuriyetin kurulacağı yıllarda, henüz savaş sürerken manevi değerler üzerinden politika ve strateji geliştiren kimi etkili ve yetkililerin, savaş bittikten sonra aynı değerlere “hurafe” ya da “dogma” demeye başlamasını son derece çarpıcı ve dikkat çekici tespitlerle ortaya koyar Mısıroğlu.
Söz gelimi, Balıkesir’de hutbe irad edecek kadar dini referanslara müracaat eden Mustafa Kemal’in savaş bitimi, politika üretme aşamasında “seküler” bir yapıya evirilmesini, tarihi bir gerçeklik olarak ortaya koyar.
“Hangi Atatürk ?” isimli kitabında Taha Akyol, Mustafa Kemal’deki bu tavır değişikliğini onun “politik dehası” olarak nitelendirir.
Adına “Kurtuluş Savaşı” denen mücadele esnasında canlarını ve mallarını ortaya koyan bu mazlum millete,“Ey Müslümanlar! Savaştan sonra ezanı Türkçeleştireceğiz, şer’i kanunları kaldırıp yerine şu an kendileri ile savaştığımız İngilizlerin, İtalyanların, Fransızların ya da İsveçlilerin hem kanunlarını hem de yaşam biçimlerini alacağız, hilafeti kaldıracağız, tevhid-i tedrisatı getireceğiz vs.” denilseydi acaba bu halkın tepkisi ne olurdu!
“Hedonizm”i esas alan laikliğin, 1930’ların Fransız jakobenizmi ile birleştirilerek uygulama alanına konması, çok ciddi sıkıntıların ve karşı koyuşların yaşanmasına sebebiyet verdi.
Bir dönem Ak Parti’nin genel başkan yardımcılığını yapmış Dengir Mir Mehmet Fırat’ın “Atatürk ilke ve inkılapları bu millete travma yaşattı.” şeklindeki sözlerini de bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
Başbakan’ın şimdilerde, “Dersim Meselesi” ve CHP’nin Din-Kur’an düşmanlığı üzerine geliştirmiş olduğu söylem de aynı hakikati tebyin etmeye matuftur.
Başta ülkenin başbakanı olmak üzere, toplumun değişik katmanlarından hatırı sayılır bir kesimin bu döneme ait uygulamaları topa tutması, bir dönemin(1.Cumhuriyetin) “korku imparatorluğu”nun ortadan kalkmaya başladığını göstermesi bakımından da dikkat çekicidir.
“Birinci Cumhuriyet” in bu totaliter uygulamalarını gerekçe göstererek “İkinci bir Cumhuriyet”e ihtiyaç olduğunu söyleyen bir kesim, on yılı aşkın bir süredir gündemdeki yerini muhafaza ediyor.
Siyasi yelpazenin sağından ve solundan tutun; dindarına, liberaline, demokratına varana kadar birçok farklı görüşü bünyesinde barındıran bu oluşum, “Abant Müdavimleri” ile de çok yakın dirsek teması içindedir.
Zaman zaman bu cenahtan gelen cesur eleştiri ve söylemler kulağa hoş gelmenin ötesinde, statükonun beklentiler yönünde değiştiğine dair toplumda ciddi ümitlerin de yeşermesini sağlamaktadır.
Hele hele bu kesimlerin “lokomotif gücü” mesabesinde olan eskinin “sakıncalı” yeninin “akredite” camialarına ilham veren kimi hatiplerinin, M.Kemal’in Balıkesir Hutbesi’ne nazire yaparcasına irad ettikleri hutbe ve vaazları, halkın bir kesiminde ma’kes bularak beklenti çıtasını da yükseltmektedir.
Geldiğimiz aşamada bu lokomotif gücün kendine muhalif gördüğü her kesimi- muktedir dahi olsalar-alttan alta değişik yöntem ve araçlarla saf dışı bırakmaya çalışması dikkatlerden kaçmamaktadır.
Ayrıca bu güçlerin uluslararası bağlantıları, feraset ve basiret ehlinin gözlerinden kaçmayan yaman çelişkileri açığa çıktıkça; ümitler, yerini hayal kırıklıklarına bırakmaktadır.
İslami hayatı bütünüyle yaşayabilmek, ehl-i küffarı memleketlerinden ve nesillerinden uzaklaştırabilmek amacıyla Kurtuluş Savaşı’na katılan Anadolu’nun saf ve temiz insanlarının, tam tersi uygulamalarla karşılaşmasının bir benzeri, şimdilerde, ibretamiz bir şekilde yaşanıyor. Bir farkla ki “soft power” yani silahsız, yumuşak güç ve yöntemler kullanılarak…
İlan edilmemiş İkinci Cumhuriyet’i tesis eden güçler, devlet bürokrasisine hâkim oldukça İslami yaşam alanlarının çoğalması ve güçlenmesi beklenirken, örtülü çocukların velilerine 1. Cumhuriyet döneminde görülmeyen cezalar verilmeye başlanıyor. Örtülü çocuklar provokatör, bu mücadeleye destek verenlerse terörist olarak adlandırılıyor.
Her türlü ahlaksızlık ve gayr-ı İslamiliği meşru gören kesimlerle hem yerel hem de küresel düzeyde diyalog geliştirilirken, Kuran’ı ve sünneti esas referans ittihaz eden camialara insafsız bir kindarlıkla saldırılıyor hatta devlet gücü kullanılarak bu camiaların kapılarına kilit vuruluyor.
İslam coğrafyasını cehenneme çeviren, izzetleri ve hürmetleri ortadan kaldıran “Büyük Şeytan Amerika”nın ve İslam ümmetinin bağrına saplanmış zehirli hançer konumundaki İsrail’in otoritesi, akideye zarar verecek bir biçimde meşru kabul ediliyor; etmeyenler de asi, baği, cani, tahşiyeci ve terörist ilan edilerek her türlü iğrenç yöntemlerle yok edilmeye çalışılıyor.
En tehlikelisi de genç nesiller, cennetin değil, zehirli bal hükmündeki hazır lezzetlerin yani “dünyanın geçici metaı”nın meftunu haline getirilerek “pirincin içindeki beyaz taşlar” kararında, sinsi bir yozlaştırma hareketi icra ediliyor.
Bu durum karşısında “Hakk”ı haykırması, tedbir geliştirmesi ve gerekirse bu kutsal misyonu üstlenme adına bedel ödemesi gereken alim, kanaat önderi, gayret ve haysiyet sahibi insanların kahir ekseriyetinin bu ürkütücü manzara karşısında suskun kalmayı tercih etmiş olması, insanı kahrediyor. Hatta kimilerinin de bu yeni “konsept”in Rıfat Börekçiliğine soyunmuş olması tam bir tekerrür-i tarihtir.
Bu durumda, “vehn” hastalığının pençesinde kıvranan Müslüman halkın ümit ve hayalleri de bir başka bahara kalıyor. Tabi emel, ecele yenik düşmemişse…
Öte taraftan tüm engelleme, yok sayma ve yok etme girişimlerine rağmen ısrarla ve inatla mevcudiyetini muhafaza etmeye çalışan Mustaz’aflar, yeni bir cemiyet ve yeni bir siyasi hareketle meydan-ı imtihana çıktılar. Mübarek olsun inşaallah…
Bu sinsi ve dağları bile yerinden oynatacak büyüklükteki tuzakları deşifre ettikleri, buna karşı tedbir geliştirdikleri için çok ağır imtihanlara maruz bırakılan bu camia, tüm paydaş ve bileşenleriyle bu halkın, aynı delikten ikinci bir kere daha ısırılmaması için olağanüstü bir çaba sarf ediyor, cehd ediyor, “ser”den geçiyor.
Meselelere Kuran’ın nuruyla bakmayı bilenler, gelişmeler karşısında ümit tazeliyor; hareketin neşv ü nema bulması adına için için dua ediyor.
Ne diyelim?
ÜMİTLER BAĞLANMIŞ, ÜMİT MUSTAZ’AF..!
Mehmet Yavuz / doğruhaber