Ancak senden yardım dileriz
ANCAK SENDEN YARDIM DİLERİZ
“Yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz.” (Fatiha:5)
Önceki Ayet-i Celilelerden öğrendik ki bizim ve bütün âlemin yaratıcısının özel ismi Allah (cc)`tır. İzin verdiği bütün işlere O`nun ismiyle başlanmalıdır. O, hem Rahman ve hem de Rahim`dir. Bütün hamd ve teşekkürler ilk önce O`na sunulmalıdır. Bütün âlemin yaratıcısı olduğu gibi aynı zamanda sahibi yöneticisi ve eğiticisidir de. İçinde yaşadığımız ve sayılamayacak kadar büyük ve küçük nimetler O`na aittir. Ebedi âlemin ve hesab gününün padişahı da O`dur.
Şimdi bu Ayet-i Celile`den neler öğreneceğiz? Bir de ona bakalım:
Bu ayette de Rabbimiz, özet olarak; sadece O`na ibadet etmemizi ve sadece ondan yardım dilememizi emretmektedir.
Bizler de Rabbimizin bu emrine ‘lebbeyk` diyerek en az günde beş vakit farz namazlarımızda zikredilen isim ve vasıflarını hayalimizde tutarak; “Ey bu isim ve sıfatların sahibi! Sadece Sana ibadet ederiz ve sadece Senden yardım talep ederiz” diye cevap veriyoruz.
Bu Ayet-i Celile`nin çok geniş bir tefsiri vardır. Biz ancak bir nebzesini zikredebiliriz. Şöyle ki:
İbadet: lügat manası; emre itaat etmek ve boyun eğmektir. (Kurtubi ve Tefsirül Münir tefsirleri, Mü`cem-ül Vasit)
Istılahi (terim) manası ise; Allah u Teala`nın bütün emirlerine uyup yasaklarından sakınmaktır. Veya Allah u Teala`yı razı edecek amelleri yerine getirmektir.
Fıkıh âlimleri ise, namaz, oruç, zekât ve hac gibi çok önemli ve sadece ahirete ait ibadetleri yerine getirmek için kullanmışlarsa da hakikatte Akaidle ilgili olsun fıkıhla ilgili olsun İslam dinini teşkil eden bütün hükümlere uymak manasındadır. (İslam Fıkhı Ansk. Prof. Vehbe Züheyli)
Malumdur ki istisnasız insanın hiç bir durumu ve davranışı yoktur ki onunla ilgili Allah u Teala`nın bir hükmü bulunmasın. İnsanın özel, toplumsal, siyasi, ekonomik, barış veya savaş vs… bütün halleriyle ilgili Allah (cc)`ın mutlaka bir hükmü vardır. İnsan, Allah u Teala`ya karşı mükellefiyetlerini yerine getirmek amacıyla Allah (cc)`ın hükümlerine göre hareket ederse bütün hayatını ibadete çevirmiş olur… “Hatta insan mubahları bile iyi niyetle sevaba çevirebiliyor.” (Keşşaf Istılahat-il Fünun. İbahe maddesi) Aksi takdirde nefsanî davranırsa bütün hayatını ma`siyet ve günaha çevirmiş olur.
Gramerin kurallarına göre meful, fiilden sonra gelmektedir. Önemi arz etmek veya hasrı ifade etmek için meful fiilden önce getirilir. Burada da (iyyake) “ancak sana…” ifadesi meful, (ne`budu) “…ibadet ederiz.” ise fiildir. (iyyake) “yalnız sana…” zamirdir (Allah) ismi zahiri yerine kullanılmıştır. Allah (cc)`ın ismine önem vermek ve ibadeti O`na has kılmak için fiilinin önüne getirilmiştir. Böylece manası önceden zikrettiğimiz gibi ‘Ey zikredilen vasıflara sahip olan! Ancak sana ibadet (itaat) ederiz” olur.
Hakikat böyle olunca akla şöyle bir soru gelebilir:
Acaba insan Allah (cc)`tan başkasına itaat ederse şirk veya günah sayılır mı? Cevap olarak şöyle diyebiliriz:
Allah u Teala`nın izin verdiği kişilere itaat edilirse Allah (cc)`a itaat sayılır. Aksi taktirde şirk veya en azından günah sayılması söz konusudur. Tabii itaat edilen kişi ve yapılan amele göre hüküm değişmektedir. Bu husustaki izahat teferruatıyla Kur`an`ın tefsirleri, hadislerin şerhleri ve fıkıh kitaplarında mevcuttur. Örneğin Allah u Teala Ayet-i Kerime`de şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah`a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ulül emre de itaat edin” (Nisa:59)
Tefsir âlimlerinden bazılar “Ulülemr”den kasıt Allah (cc)`ın hükmüyle insanları yöneten Müslüman yöneticilerdir. Bazılarına göre ise, İslam âlimleridir. Normalde yöneticilerde “âlim olma” şartı arandığından her iki görüş de aynı noktada odaklanmaktadır.
Hz. Resulullah (sav) şöyle buyuruyor: “Allah`a itaat etmeyene itaat yoktur” (İmam Ahmed) “Allah`a isyan hususunda hiçbir kimseye itaat edilmez. İtaat ancak maruf (iyilik) olandadır.” (Buhari-Müslim-Ebu Davud, Nesei-Hz. Ali`den)
Müslüman kişiye düşen ma`siyet ile emr olunmadıkça hoşuna gitsin veya gitmesin dinleyip itaat etmektir. Ona bir masiyet emrolunacak olursa o vakit ne dinlemek vardır ne de itaat” (İmam Ahmed ve Kütüb-i Sitte imamları) (İslam Fıkhı Ansk. Vehbe Züheyli (8 syf: 429)
“…Ancak Senden yardım dileriz” “İstiane” yardım dilemektir. Yine aynı hikmetten dolayı meful, fiilden önce getirilmiştir. Böylece şu manaya gelir. “Ey zikredilen vasıflara sahip olan Allah`ım! Ve ancak senden yardım dileriz.”
Malumdur ki Allah–u Teala bütün ‘esma-ı hüsna`ya sahiptir. Ondan başka her şey istisnasız A`dan Z`ye her şey O`na muhtaçtır. Onun izni olmadan hiç kimse hiç kimseye faydalı olamaz ve hiçbir harekette bulunamaz. Onun izni olmadan ateş yakamaz; Nemrud`un ateşinin Hz. İbrahim (as)`i yakamadığı gibi. Bıçak kesemez; Hz. İbrahim (a.s)`in bıçağının Hz. İsmail (a.s)`i kesmediği gibi. Denizler boğamaz, denizin Hz. Yunus (as)`u boğamadığı gibi. Gözler göremez; Yahudiler Hz İsa`yı, Mekke müşrikleri de Hz. Resulullah (sav)`ı hicret ettiği zaman göremedikleri gibi. Zehir öldüremez, Hayberli Yahudi kadının Hz. Resulullah (sav)`a yedirdiği zehirin Onu öldürmediği gibi… v.s.
Esbabın hiçbir tesiri yoktur. Bütünüyle tesir Allah u Teala`ya aittir. Ateş temas ettiği eşyayı yakmıyor, yakan Allah (cc)`tır. Fakat bazı hikmetlere binaen ateşi kendi kudret eline perde yapmıştır. Çünkü Allah (cc)`ın azameti bunu gerektiriyor… Bütün esbap bu şekildedir. Kim bıçağın müstakil olarak (Allah`ın yardımı olmadan) eşyaları kesiyor, yemek doyuruyor, ilaç iyileştiriyor… v.s. kısacası kim tesiri esbaba isnad ederse ve tesiri müstakil olarak onlardan olduğuna inanırsa eğer mazur değilse (cehalet vs) icma-i ümmetle kâfir oluyor. (Tuhfetil mürid şerhül cevheretüt tevhid s.236)
İşte bu hakikatten dolayı insan bütün ihtiyaçlarını Allah u Teala`dan istemelidir. Onun dışında müstakil olarak hiç kimseden yardım dilememelidir ve hiçbir şeyden fayda beklememelidir. Yoksa Allah muhafaza etsin İslam`da ve insanın hayatında en önemli şey olan iman ve akideye zarar gelir. Dünyada çabası boşa gideceği gibi ahirette de ebedi saadeti kaybedebilir.
Bu ayetin hasrından (yani yardım dileme mercii sadece Allah u Teala`ya sınırlandırılmasında) şöyle bir soru akla gelebilir ve doğrusu geliyor da. Acaba hasta kişinin sıhhate kavuşması için doktora, ilaca başvurması veya salih bir zattan dua talep etmesi, salihlerin eşyalarını teberrük olarak kullanması, ya da dara düştüğünde sağ veya ölü Allah (cc)`ın bazı dostlarını imdada çağırması veya onlara tevessül ederek Allah (cc)`a dua etmenin sakıncası var mıdır? İnsanın akidesine ve imanına bir halel, zarar söz konusu mudur?
Cevap olarak deriz ki, bütün kainat ve içindeki herşey Allah u Teala`nın mahlûku ve mülkü olduğu için şüphesiz tasarruf hakkı da onundur. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi ibadet ve itaat Allah u Teala`ya hastır, ancak onun izni dâhilinde bazı mahlûklara da itaat edilebilir. Onun izniyle itaat edildiği için ona itaat edilmiş oluyor. Mesela Allah (cc)`ın izni olmadan bir insana secde etmek şirk ve küfür sayılır. Fakat Allah (cc)`ın izni ve emriyle olunca secde eden Mümin, etmeyen mel`un oluyor. Allah u Teala meleklere Hz. Âdem (as)`e secde etmelerini emretti. Onlar emre itaat etti. Mümin kaldı. İblis ise secde etmedi lanetlendi.
Dolayısıyla aynen bunun gibi birinden talepte bulunmak veya yardım istemek vs. de Allah`ın bildirdiği sınırlar içinde olursa bunun hiçbir sakıncası olmaz aksine faydalı olur. Aksi takdirde büyük tehlikeler söz konusu olur. Konumuzu biraz daha açıklığa kavuşturalım.
Allah u Teala Nahl Suresi 69. ayetinde “insanlar için balda şifa vardır” diye buyururken İsra suresi 82. ayetinde de: “Kur`an`ın bazı ayetleri şifadır” şeklinde beyan etmektedir. Hatta hadis kitaplarında Nebevi Tıp diye bir bölüm bile vardır. Hz. Resulullah (sav) birçok bitkiyi tedavi için tavsiye etmektedir. Hemen hemen bütün İslam âlimleri doktor ve ilaçlardan istifade etmeyi meşru görmekte neticede de bu esbaba başvurmakla şifa elde edilmektedir. Fakat kişi asıl olarak şifayı verenin Allah u Teala olduğunu bilecek. Şifayı Allah (cc)`tan dileyecek. Bu şekilde bu esbaplara da başvurması meşrudur ve şeriat-ı fıtriyenin bir gereğidir.
Aynen bunun gibi Allah u Teala`nın bazı kullarını yüceltmiş olduğunu da görüyoruz. Onların bir duası veya bir dokunuşuyla ya da onlara ait bir eşyayla insanlar şifa bulmuştur. Örneğin Hz. Yusuf (as)`un, Yusuf Suresinin 93. ve 96. ayetlerinde “Benim bu gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun (ta gözleri) görür hale gelsin” demesiyle, “Nihayet müjdeci gelip onu (o gömleği Yakup (as)`un) yüzüne koyunca hemen (gözleri) görür hale geri geldi” şeklinde geçtiği gibi…
Demek ki Allah u Teala bir bitkiyi veya bir bal şerbetini sebep kılıp insanlara şifa kılabildiği gibi bir peygamberin gömleğini veya tükürüğünü de sebep kılıp insanlara şifa verebiliyor. Gömleği gönderen ve kullanan zatların ikisinin de peygamber olması bu hususta değil bir beis bilakis bir sünnet ve iyi bir iş olduğunu gösteriyor.
Hz. Resulullah (sav), Hayber Gazvesinde Hz. Ali (k.v)`nin gözlerinin rahatsızlığını görünce gözlerine tükürüğünü sürmüş, o da hemen şifa bulmuş ve bir daha ömrü boyunca hastalanmadığı da bütün siyer ve tarih kitaplarında geçmektedir. Sahabe-i Kiramın (r.anhüm) Hz. Resulullah (sav)`ın abdest suyunu, tükürüğünü, kıllarını vesaire bütün fuzulatlarını gözleri önünde yarışarak aldıklarını tedavi ve teberrük için istifade etmek için kullandıkları ilgili bütün kaynaklarda kaydedilmektedir. Örneğin Buharî Kitabuş Şurut hadis no:1191, Rudani- Hudeybiye Gazvesi hadis no: 6608)
Peygamber ve salihlerin eşyalarından fayda dilemek ve onlardan dua talep etmek fani dünyada caiz olduktan sonra, baki âleme intikal ettikten sonra haram hatta şirk olarak düşünülebilir mi? Ölüm, dinsizlerin düşündüğü gibi bedenin çürümesiyle ruhun da çürüdüğü anlamına gelmiyor ki, her şey bitmiş olsun. Bilakis ölüm fena ve firak diyarından beka ve visal diyarına intikaldir. Hizmet ve imtihan dönemi kapanmış ücret ve mükâfat alma döneminin başlangıcıdır. Dünyadaki ölüm asli olarak ölümsüzlüktür. Bu kitap, sünnet ve icma-i ümmet ile sabittir.
Dolayısıyla nasıl ki bir kişi hastalandığında doktoru imdadına çağırıyor veya bir sıkıntıya düştüğünde dostlarını imdadına çağırabiliyorsa aynen o şekilde Ya Resulallah! Ve Ya Seyyid-üş Şüheda diyerek Hz. Resulullah (sav) ve Hz. Hamza`yı imdada çağırabilir. Zaten kabul edilir ki, Allah u Teala yardım etmezse imdada gelemezler. Allah u Teala sesimizi doktora işittirmezse doktor sesimizi duyamaz. Allah u Teala sesimizi Hz. Resulullah (sav)`a ve Hz. Hamza`ya da duyurmazsa onlar bizi duyamazlar. Ancak Hz. Resulullah (sav)`ın ve Hz. Hamza`nın değeri Allah u Teala`nın yanında bin doktordan daha fazla olduğundan sesimizi daha çabuk Hz. Resulullah (sav)`a ve Hz. Hamza`ya ulaştırmada ve onları bizim imdadımıza göndereceğinde de şüphe yoktur.
Bir fasık hatta kâfir doktordan şifayı bekleyen insanın akidesine halel gelmiyorsa “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” Ayet-i Celile`sine mazhar olan ve canlarını seve seve Allah (cc) için veren şehitler ve Allah (cc)`ın salih kullarından şifayı beklemek mi zarar verir? Ancak müstakil olarak doktordan da Hz. Resulullah (sav)`tan da şifa beklense şirke girme o zaman söz konusu oluyor.
Kanaatime göre maddenin ve dinsizliğin hâkim olduğu bu asırda doktor ve ilaçlar akide için büyük bir tehlike arz ediyorlar. Fakat Hz. Resulullah (sav), Salihler ve Salihlerin elbiseleri, abdest suları vesaire eşyalarına başvurma değil akideye tehlike arz etmesi, imanları zayıf olanlar için birer şifadır, güçtür. Madde insanın ruhuna hâkim oldukça ve İslam`ın ilkelerinde iman zayıfladıkça veya küfür yaygınlaştıkça Allah (cc)`ın peygamberlerine ve evliyalarına düşmanlık güçleniyor ve bu düşmanlık değişik şekillerde dışa vuruyor. Tabi bazı saf Müslümanlar da onların oyununa geliyorlar.
Kısacası Allah (cc)`ın; peygamberlerine, evliyalarına ve salih kullarına izin verdiği şekilde saygı duymak, sevmek ve bağlanmak Allah (cc)`a sevgidir. Allah (cc)`a bağlanmaktır.
Allah u Teala, putlara, tağutlara saygı duymayı, sevmeyi ve itaat etmeyi veya müstakil olarak güç ve tesiri herhangi bir mahlûka isnat etmeyi ve inanmayı yasaklamıştır. Melek olsun, peygamber olsun, doktor olsun, ilaç olsun veya dünyanın padişahı olsun müstakil hiçbir mahlûkun tesiri ve gücü yoktur. Bütün mahlûkatlar eşit bir şekilde Allah (cc)`a muhtaçtır. Onun yardımıyla vardır ve varlığını sürdürmektedir. Bu husustaki bütün ayet ve hadisler bu noktayı vurgulamaktadırlar.
(ne`budu) “ibadet ediyoruz” ve (neste`in) “yardım diliyoruz” fiillerinin mütekellim maalğeyr nunu (‘biz` manası) ile olmaları işaret ediyor ki Müslümanların bütün durumlarında cemaat olmaları zorunluluğu vardır. Çünkü ibadet bütün Müslümanların hayatını kapsamaktadır. Ve bu ibadetini hakkıyla yerine getirebilmesi için sürekli Allah (cc)`tan yardım dilemeye ihtiyacı vardır. Allah u Teala Hacc, Cuma, Bayram Namazı v.s. namaz ve çoğu ibadetleri topluca eda etmeyi ya farz veya sünnet kılması cemaat ruhunu aşılamak ve alıştırmak içindir.
İnsanlar topluca dua ettiğinde topluluğun içinde salih bir insanın duası kabul olunca, onun hatırı için bütün o topluluğun dualarını da kabul etmektedir. Bu hususta birçok rivayetler vardır.
“İbadet ediyoruz”un “yardım diliyoruz”dan önce getirilmesinde şöyle bir işari mana vardır. Salih amel ve ibadet duaların kabul edilmesine vesiledir. Onun için salih insanların duaları, asi insanların dualarından daha fazla kabul olmaktadır. Bütün ayetler gibi bu ayette de tükenmez hazineler vardır. Ancak biz bu kadarıyla iktifa ediyoruz.
……………
-Hediyet-ül Habib- Ahmet Hilmi syf: 87
-Kübral Yekiniyatil Kevniye El-Boti (İslam Akaidi) syf: 293-296
Kaynak, İnzar Dergisi, Yıl 2007, M. Beşir VAROL