İnsan hayatında Allah
"Düşüncede Allah”, “Hayatta Allah” İçindir
Her insanın, kimsenin bilmediği, bilse de karışamadığı, istediği gibi şekillendirebileceği, bulununca huzur bulduğu, tüm negatif enerjisinden arınabildiği bir arka bahçesi olmalı. Gerçeklerle burun buruna geldiğimiz, kimi zaman değiştiremediğimiz kimi zaman da kaçamadığımız bu dünyada insanın kendi gerçeklerinden oluşan bir hayal dünyası olmalı; bunaldıkça, ruhu yıprandıkça sığınabileceği. Yoksa bu kadar acının, bu kadar gerçeğin olduğu bir dünyada ruh ve akıl sağlığı nasıl korunabilir ki…
Düşe kalka yol aldığımız bu hayatta, düştüğümüz zaman tekrar ayağa kalkıp yolumuza aşkla, heyecanla devam etme gücünü taşıyabilmek için; durağanlığa, dinginliğe ihtiyacımız olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Zira kafamızın içindeki kangrenleşmeye doğru giden karmaşaya, ancak çıt çıkmayan bilinçli bir sessizlik merhem olabilir.
Unutma, mavinin derinliklerinde ahenkle dans eden bir kuşun büyüleyici dansını, hızla giden bir aracın içinde fark edemezsin! Etrafında gerçekleşen bütün güzellikleri görebilmek ve bunlarla şarj olup daha da güçlenebilmek için durup inmen gerekir…
Bu ay benim için çok kıymetli bir yazarın yine çok kıymetli bir kitabını tanıtacağım. Merhum Yazar Murtaza Mutahhari`nin ‘İnsan Hayatında Allah` kitabı. Keyifle okuduğum ve tazelendiğimi hissettiğim bir kitap bu. Eminim siz de okuduğunuzda benimle benzer duyguları taşıyacaksınız.
Bismillah deyip başlayalım o zaman.
“Bir elimiz Mushaf`ta bir elimiz kadehte
Bazen helaldeyiz bazen haramda
Biziz mavi gökyüzünün altındakiler
Ne mutlak kâfir ne de tam Müslüman”
Kitabında bu şiiri alıntılayan yazar ardından şunları ekliyor.
“Ruhunun yarısı kâfir diğer yarısı da Müslümandır. Bir saat camiye gelir ve camiye geldiği o saatte ruhunun yarısı camidedir ve diğer yarısı suskun ve sessizdir. Buradan çıktıktan sonra ruhunun o yarısı saklanır, diğer yarısı ortaya çıkıp hüküm sürer. Bunlar arasında uyum ve birliktelik yoktur.”
Yaşadığımız bu zamanda bir şeyleri tam yapamama, tamamlamama hastalığını taşıdığımız hepimizin idrakinde. Yarım işler, yarım öfkeler, yarım sevgiler hatta yarım bırakılan tabaklar. Yemek yerken bile yemeğin tadını almak, yemekten zevk almak yerine sofrada ellerimizde telefonlarla fark etmeden yemek zevkimizi sabote etmekle meşgul oluyoruz. Anda kalmak, yaşadığımız anı daha da güzelleştirmek, pek ilgi alanımıza girmiyor şu aralar. Oysaki geçmiş ve gelecek, yaşanan anın farkına varılarak şekillenebilirdi, biz bunu unutuyorduk. Anımızı, anlık zevklerimize kurban ediyorduk. Merhum Salih Mirzabeyoğlu`nun dediği gibi:
‘Ne aşkınız aşka
Ne hırsınız hırsa
Ne gamınız gama
Ne neşeniz neşeye benziyor:
Dostlukta hodbin, kinde korkak ve fedakârlıkta gösterişçisiniz.`
Yazar, Allah`ı tanımanın yani tevhidin nazari ve ameli tevhid diye iki türlü olduğunu; nazari tevhidin: nasıl bilmek ve nasıl düşünmek, ameli tevhidin ise: nasıl olmak gerektiğini anlattığını ve nazari tevhidin ameli tevhidi getirdiğini vurgulayarak şunları ekleniyor:
“Tevhidin ve insan hayatında Allah`ın olmasının ilk etkisi; psikolojik ve ahlaki bir etkidir, ruhsal sağlıktır; ama ruhsal sağlığı Kur`an ayette psikolojik vahdet ve psikolojik cüzlerin uyumu boyutuyla incelemeye tabi tutmuştur. İnsan hayatında Allah`ın olması, insan psikolojisinin uyumu, ruhunun parçalanmaktan kurtulması, ruhunun birkaç efendiye sahip olmaktan uzak olması ile eşittir. İslam`da ahlakın kökü buradadır. Bu yüzden İslam`da her şey tevhid kaynaklıdır, ondan hayat bulur derler.”
Bir soru ile devam edelim. Sizce dinin insan psikolojisi üzerinde olumlu bir etkisi var mıdır? Varsa oluşan olumlu etki uzun sürebilir mi?
Aslında bu soru birçok kişiyi ekseninde döndürmüştür. Freud, bir eserinde bu konu hakkında Jung`la tartışmasını nakletmiştir.
Freud, dinin psikolojik sorunları önlemedeki rolünü kabul etmiş fakat dini inkâr ettiği için şöyle diyor: “Dinin bir hakikati yoktur ve hurafedir. Hurafeye inanmak da beşer için bir tür hastalıktır. Biz, psikolojik hastalıkları engellese de yine de insanları dini bağlılıklarından kurtarmamız gerekir.”
Ancak Jung, Freud`un bu görüşüne şöyle cevap verir: “Öncelikle din hurafe değil, hakikattir. İkincisi, ruh sağlığı için çare olmasına rağmen biz bunu bırakıp zevklerimiz peşinden gidersek bu beşer için bir cinayettir.”
Yazar Mutahhari, Allah`a iman ruh sağlığı etkeni başlığı altında ‘Aslında medeniyet hastalık değildir. İmansızlık hastalığıdır ki, modern dönemde ortaya çıkmıştır. Bu hastalıklar imanın olmayışından ortaya çıkmıştır.` diyerek Freud ve Jung`un bu tartışmasına yer veriyor.
Bir soru daha soralım:
Yaşadığımız zamanda insanların İslam`dan uzaklaştığını, insanı insan yapan değerlerin farkında olmayarak yaşadığını düşünen birçok insanla karşılaşıyoruz. İnsanları kendine getirecek bir değişime, devrime ihtiyaç olduğunu söylüyoruz. Peki, sizce bu devrim nerden başlamalı? Düşüncede mi, siyasette mi, ekonomide mi?
Siz düşüne durun biz yazarın cevabına bakalım:
‘İslam`ın metodu şudur; öncelikle beşerin düşüncesinde ve dünya görüşünde devrim yapılmalı ve beşer, doğru bir düşünceye sahip olmalıdır. Dünya görüşü tevhid, Allah`ı tanıma, Allah`a ibadet esasınca, yani nazari ve ameli tevhid esasınca olmalıdır. Diğer bütün devrimler bu devrimin dalları, yaprakları ve meyveleri olmalıdır. Kur`an`a göre: İslam ne zaman darbe yemişse kökten darbe yemiştir. Kökün doğru olması gerekir. Peki, kök nedir?`
Yazar bu kitabıyla hep düşünmeye, arayışta olmamıza vesile olacak konular işleyerek ufkumuzu açıyor. Mutlaka okumalısınız değerli okuyucularım… Son olarak kitapta geçen bir duayla bitirelim:
“Ya Rabbim! Gönüllerimizi iman nuruyla nurlandır. Tevhidimizi gerçek tevhid eyle, bizi hem nazari hem de ameli olarak muvahhid eyle. Peygamberinin ve Ehl-i Beytinin nurlarını gönüllerimizde parlat.”
Vesselam…
Kaynak Nisanur Dergisi, Zeynep Dal