İman et, ey siyaset!
İman et, ey siyaset!
İnsan yeryüzünde Allah`ın halifesi olarak bulunmaktadır. Bu halifeliğin gereği de Allah`ın emir ve yasaklarını yeryüzünde hâkim kılması gerekiyor. Sadece kendi evinde oturup, etliye sütlüye karışmadan İslam`ı yaşayacağını zannetmek bir aldanıştır. Dışarısının mikroplarla sarıldığı bir zamanda kendini eve kapatmak ve karantinaya almak mantıklı olsa da, eğer bir gün dışarı çıkacaksak ve dünya İslam ile yönetilsin istiyorsak, Müslümanların hatta hocaların, âlimlerin bile korkarak telaffuz ettiği ‘`siyaseti`` Müslümanlar yapmalıdır. ‘İslam`da siyaset yoktur` veya ‘Müslümanlar, hocalar, âlimler siyasetten uzak dursun, çünkü siyaset çok pis bir mecra` demek İslam`ı anlamamaktır.
İslam`ı sadece namazdan, hacdan, zekâttan, oruçtan ibaret görenler yeryüzünde Allah`ın istediği sistemi kuramazlar. Para politikalarının, silah politikalarının başkaları tarafından belirlendiği, istediği zaman savaş çıkaranlara bir şey diyemiyorsak bugün siyasetin Müslümanların eliyle, Müslümanca yapılmadığındandır. Siyasete karışmayalım, bu işi ayyaşlara ve sarhoşlara bırakalım demek, araba benim ama isteyen istediği yöne beni götürebilir demektir. Motoru bizim, lastikleri bizim, yakıtı bizim olan aracın direksiyonuna hangi mantıkla başka birini oturtabiliriz. Halk Müslüman, Müslüman olan halkta İslam`ı istiyor ama direksiyon bir gayri müslimin elinde olsa İslam`ı isteyen Müslümanların sokakları gayri Müslimlerin istediği şekilde düzenlenir.
Ülke bizim, vergileri biz veriyoruz, toprağın altı üstü bizim ama “Çocuklarımıza ne zaman Kur`an öğreteceğiz?” diye endişe ediyoruz. Biz Müslümanız, sağımız solumuz Müslüman ama Kur`an sansürlü kitap. Ezan yıllarca okunmayacak. Hacca istediğimiz gibi gidemeyeceğiz. Çünkü zamanında direksiyonu başkasına vermişiz.
Müslümanlar siyaseti bir yaşam biçimi olarak algılamadığı sürece, ülkelerin düzelmesi için Müslümanların idareci olması gerektiği idrak edilmediği sürece okuduğumuz tefsirleri, hadisleri hangi sistem içinde uygulayabiliriz acaba? Madem bu din siyasi bir din değildi, madem yönetime talip değil, müşrikler Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme gelip: “İstediğin kadın senin olsun, istediğin kadar paran olsun, istediğin ibadeti yap, makam istiyorsak makamda verelim ama Mekke sokaklarına karışma!” deyince niye hayır cevabını verdi. Sokakları, caddeleri, kamu binalarını teslim almadıkça, insanlar Müslüman ama sokaklar Avrupa olarak kalacaktır. Ve biz o zaman Avrupa`nın istediği İslam`ı yaşamaya mecbur olacağızdır. Çünkü Müslümanlar Habeşiştan`a hicret ettiklerinde Necaşi onlara devlet garantisi vermişti. Kimse size dokunmayacak demişti. Ama buna rağmen Caferi Tayyar oradan kalktı Medine`ye geldi? Çünkü Necaşi, özel can güvenliği verdi; yönetimi devretmedi. Çünkü orada Necaşi`nin himayesinde, devletin himayesinde Caferi Tayyar on bir sene kaldı. Seksen iki kişi gittiler, seksen iki kişi geri geldiler. Kimse Müslüman olmadı, İslam istifade edemedi ama Medine`de Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Medine Anlaşmasını yazdığı gün son maddesinde ne karar vardı? “Medine`de Yahudiler, müşrikler, Müslümanlar herkes yaşayacak; son söz Muhammed`in olacak” dendi. Son söz Muhammed aleyhisselamın olduğu için on sene sonra Medine`de dünyanın en büyük medeniyetlerinden ve devletlerinden birisi kuruldu.
Evet, bu din sadece siyaset değildir ama siyasetten ayrı düşünülebilecek, rotayı başkasının çizeceği, yelkenleri istediği gibi çevirebileceği bir dinde değildir. Zikir, namaz, Kur`an, oruç ne kadar bu dindense, siyasette o kadar bu dindendir. Hatta bu ibadetlerin yapılması için siyasi bir oluşuma ihtiyaç vardır. Siyasi bir oluşumun olmadığı, Müslümanlar sadece sohbet halkalarıyla, zikir meclisleriyle bu işi çevirebileceklerini düşündükleri zamandan beri sömürülüyorlar.
Müslümanın yönetime talip adam demektir. Kendi teslim olduğu gibi yeryüzünü de Allah`a teslim edeceğim diyen adamdır Müslüman. Müslümanların kadınlarla oturup kalkan, ara sıra kumar masasında yeri görülmüş liderleri, Emeviler, Abbasilerin aşırı uçlarında kalmış insanlar bile Ümmeti Muhammed`i kıtalardan kıtalara dolaştırdılar. Değil Ebubekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler; bu Ümmet`in alt tabakasından gelenler bile namazlı niyazlı oldukları sürece en akıllı dinsizden, sarhoştan daha akıllı, daha siyasetçidirler. O yüzden direksiyonu bizden olmayan birine asla vermeyiz.
Yüz sene öncesinde elimizden direksiyon alındığında Müslümanları otobüs duraklarına almıyorlardı. Sonra Allah nasıl Firavun`un sarayında Musa`yı büyüttüğü gibi, laiklik cenderesi altında da İslam`ı ve Müslümanları büyüttü. Sonra alınmadıkları otobüs durağında beklenmesine izin verildi Müslümanların. Sonra otobüse binme hakkını elde ettiler. Sonra ayakta gitmek zorunda bırakıldıkları otobüste artık oturabiliyorlardı. Ama Allah`ın izniyle siyaseti dışlamayan ama siyaseti de her şey görmeyen, bir taraftan dini ilimleri okuyan, bir taraftan da okuduklarını devlet nizamı haline getirmeye çalışan nesiller sayesinde direksiyon Müslümanların eline geçecek. İşte o zaman ilk kavşaktan dönüp ‘İstikamet Asr-ı Saadet` diyeceğiz. Ama önce siyasetin kurallarını bilmeliyiz.
SİYASETİN KURALLARI-1: DİNSİZ SİYASET OLMAZ
İmam Gazali radıyallahu anh tasavvufun en büyüklerinden biri, İhya-u Ulumiddin`in girişinde siyasetten bahsederken: “Siyasetle din, ikiz kardeş gibidirler. Ne siyasetsiz din olur ne dinsiz siyaset olur.” diyor. O yüzden siyaset yapacak veya siyaset konuşacak insanların önce asgari dini ilimleri bilmesi gerekir. Aslında azami bilmesi gerekir. Çünkü siyaset okyanusa dalmaktır. Öyle az yüzmek bilmekle hayatta kalınacak bir mecra değildir. Ama en azından kendini kurtaracak kadar yüzmeyi bilmesi, yani asgari dini ilimleri vakıf olması bir siyasetçi için olmazsa olmazdır. Tabi oy vereceklerinde asgari din ilimlerini bilmesi gerekir.
Sürekli televizyon izleyen, tuttuğu takımın sadece ilk on biri değil yedekleri de bilen, ligin durumundan haberi olan, Kur`an okumayı bilmeyen, namaz kılacak kadar ilmihal bilgisi olmayan, anne-babası ile arası bozuk olan, yalanı çatır çatır konuşan birinden değil siyasetçi, sandığa müşahit üye bile olamaz.
Namazın göz nuru olarak kabul edildiği bir dinde, göze nur olan namazı kılmayan biri siyasete nasıl girer, nasıl kendisinde oy verme salahiyeti görür şaşılacak şey doğrusu. Veya siyasete girdiği günden beri takvası eriyen biri nasıl olurda bu dalgalı sularda kulaç atmaya devam eder? Herkes oy verirken veya oy alırken iki kere düşünmeli. Birisi bu dünya için, diğeri ahiret için. Çünkü esas kazanacak olan dünyada sandıklar açıldığında sevinen değil, ahirette perdeler açıldığında sevinen olacaktır.
SİYASETİN KURALLARI-2: SİYASET YAPILIR, KONUŞULMAZ
Eğer olaylara müdahale edecek bir makamımız yoksa sözümüzü dinleyen kitleler mevcut değilse, bir siyasi oluşumun içinde yer almıyorsak, bırakalım da oy verdiklerimiz bizim adımıza konuşsun. Hiçbir şeye etki edemediğimiz halde kahve köşelerinde saatlerce siyaset konuşup bir Müslümanın kalbini kırmakla İslam`ın yeryüzünde hâkim olmasını sağlayamayız. Çünkü İslam önce kalplerde dirilen bir dindir.
SİYASETİN KURALLARI-3: İSTİŞARESİZ SİYASET OLMAZ
Hem oy kullanacak olanlar için, hem de bir göreve getirilmiş olanlar istişaresiz yol almamayı kendisine ilke edinmek zorundadır. Eğer kendisini Hz. Ömer radıyallahu anh`tan daha bilgili ve adaletli görmüyorsa. Çünkü yeryüzünü adaletle dolduran Ömer radıyallahu anh bile Bedir Savaşı`na katılan sahabeleri Medine`nin dışına çıkmasını yasaklamıştır. Devletle ilgili bir karar alınacağı zaman bunda kendisini tek yetkili görmemiştir. Her aklın üstünde bir akıl olduğunu bilerek yol alanlar, sadece kendi aklına değil de, akıllıların aklına güvenerek yol alanlar pişman olmazlar.
SİYASETİN KURALLARI-4: İLK KAYBETTİĞİMİZ HALKA, SİYASETTİR
Ebu Ümâme el-Bâhilî radıyallahu anhudan rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve selam şöyle buyurmuştur: “İslâm`ın halkaları teker teker çözülecek (Emirleri tek tek terkedilecek)tir. Her bir halka çözüldüğünde insanlar bir sonraki halkaya sarılacak/yapışacaklardır. İlk çözülecek olan halka siyaset halkası, son halka ise namaz halkasıdır.” (Müsned-i İmam Ahmed, 22160.)
İlk halkamızın çözüldüğünü anlamamız zor değil sanırım. Sultan Abdülhamid Han rahmetullahi aleyhin Ümmeti Muhammed`in şerefini korumak için çırpındığı günlerde, ne yapacağını şaşırdığı günlerde koca koca kavuklu hocalar karşısına çıktılar “Ne yapıyorsun sen? Sen zalimsin, müstebitsin!” dediler. Sonra Yahudiler Sultan Abdülhamid`in işini bitirdikten sonra, akıllarına geldi de tevbe istiğfar ettiler; o zaman yaptıkları hatayı anladılar. İşte o gün ilk halkamız kopmuştu. O yüzden bugün kopan bu halka üzerinde iş yapacak olanlar bu durumu göze alarak yola çıkmalıdırlar.
SİYASETİN KURALLARI-5: İSTEYİNCE DEĞİL, İSTENİNCE
Ebû Saîd Abdurrahman İbni Semüre radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Abdurrahman İbni Semüre! Kimseden yöneticilik görevi isteme! Zira bu görev sen istemeden verilirse, Allah yardımcın olur. Eğer sen istediğin için verilirse, Allah`tan yardım göremezsin.
Bizde göreve talip olmak yoktur. Meydan yerine atlayıp hadi beni seçin demek yoktur. Paraları basıp bir yerden aday gösterilmek yoktur. Biz Ümmet için çalışırız. Eğer bize değer veren birileri olursa ve o değer verenler bizi liyakatimizden dolayı bir yerlere uygun görürse göreve gelmekten çekinmeyiz. Ama bizi kimse makam dilenirken görmemeli.
Siyaset çetrefilli bir yol ama terkedilmemesi gereken bir yol. Siyaset gemisini yüzdürmemiz gerekiyor ama su almasın diye de dikkat etmemiz gerekiyor. Halkayı da kaybettik zaten. Allah yardımcımız olsun.
Kaynak, Söz&Kalem Dergisi, Umut GÜNDÜZ