"Mavi Marmara davası vicdanlarımızda devam edecek"
Mavi Marmara Davasının düşürülmesinin üzerinden 2 yıl geçtiğini hatırlatan Avukat Kaya Kartal, "Bu davanın arkasında bizler varız. Bu dava bugün olmasa da 10 yıl sonra, 20 yıl sonra, ya da vicdanlarımızda mutlaka hakkıyla devam edecektir." dedi.
Gazze'ye insani yardım götürmek için 2010 yılının Mayıs ayında yola çıkan ve siyonistler tarafından Akdeniz'de uluslararası sularda saldırıya uğrayan mavi Marmara gemisinde 10 Türkiye vatandaşının şehid olduğu saldırıya ilişkin davanın düşürülmesinin ardından 2 yıl geçti.
Aynı dönemde aralarında dönemin siyonistlerin Genelkurmay Başkanı Rau Aluf Gabiel Ashknazi'nin de yer aldığı dört sanığın yargılandığı davanın düşürülmesine, sanıklar hakkında yakalama kararının kaldırılmasına hükmedilmişti.
Mavi Marmara davasının başlangıcı ve gelişim süreci hakkında İLKHA'ya konuşan dava avukatlarından Kaya Kartal, yaşanan hukuksuzluklar, yapılan gizli anlaşmalar ve davanın süreci hakkında önemli açıklamalarda bulundu.
Kartal, 2010 yılının mayıs ayında Türkiye'den İHH başta olmak üzere çeşitli kurumların ve aktivistlerin desteğiyle işgal rejiminin Filistin'e uyguladığı ambargoyu kırmak, orada yaşanan ihlallerine dikkat çekmek adına 'Özgürlük Filosu' adı altında bir filo yola çıktığını hatırlattı.
Mavi Marmara isimli gemide çoğunlukla yolcuların olduğunu, diğer gemilerde ise Filistinlilerin ihtiyaç duyduğu temel maddeler, oyuncak, hastaneler için birtakım jeneratörler, tıbbi ve inşaat malzemelerinin olduğunu ifade eden Kartal, "Filonun yola çıkması ile birlikte israilin gözdağı veren bazı açıklamaları oldu. Hiç kimse bu şekilde bir saldırıyla karşılaşacağını beklemiyordu ama maalesef 31 Mayıs (2010) tarihinde Mavi Marmara başta olmak üzere bütün gemilere müdahale edildi. Diğer gemileri durdururken Mavi Marmara gemisine çok açık bir şekilde askeri bir müdahale yaptı. Baştan itibaren gerçek mermiler kullanmak, helikopterlerden asker indirmek, çok ağır silahlar kullanmak suretiyle ki bunlar otopsi raporlarında çok vahim silahların kullanıldığı anlaşılıyordu. Netice itibarıyla insanlık dışı bir yöntemle müdahale edildi ve 10 insanın şehid olmasına, çok sayıda insanın da yaralanmasına sebep oldu. İsrail bu müdahalenin gün yüzüne çıkmaması için gerekli önlemleri almıştı ama görüntüleri bir anda dünyanın gündemine düştü. İsrail bunun olacağını beklemiyordu. Çünkü ilk olarak uydu sistemlerini engelleyerek bu müdahaleyi gerçekleştirdi. Yedek bir sistemin varlığından haberdar değillerdi. Muhtemelen bu müdahaleyi yaptıktan sonra kendisini aklayacak bir tezgâh kuracaklardı. Ancak her şey ortaya çıkınca kendisini savunma imkânı da bulamadı."
"Şehidlerin otopsilerine girdik ve onların ne kadar vahşice katledildiğini gördük"
Yaşananların ortaya çıkmasının ardından MAZLUMDER olarak gemide bulunan insanların Türkiye'ye gelmesi halinde onları karşılamak için hazırlık yaptıkların anlatan Kartal, "Bununla birlikte Adli Tıp'a gidip gelecek olan insanları orada karşılama kararı aldık. Türkiye'nin müdahalesiyle ırk ayrımı yapmaksızın herkesi uçaklarla Türkiye'ye gönderdiler. Bu insanların tamamı İstanbul Adli Tıp'a getirildi ve orada karşılayan ekipler içerisinde yer aldık. Neredeyse herkeste çeşitli yaralanmaların olduğunu gördük. Darp edilen, yoğun işkence görenler vardı. Şehitlerin otopsilerine girdik ve onların ne kadar vahşice katledildiğini gördük." dedi.
"Gemide bulunan bütün yolcuların tek tek ifadelerini aldırdık"
Mavi Marmara gemisine müdahalenin yapıldığı gecenin sabahında bir grup hukukçu ve aileyle hazırlık yaparak savcılığa şikâyet dilekçeleri verdiklerini ve bunun yaygınlaştırılmasını talep ettiklerini belirten Kartal, "Daha yolcular Türkiye'ye gelmeden her taraftan şikâyet dilekçeleri yağmaya başladı. Yolcular Türkiye'ye geldikten sonrada Adli Tıp'ta yapılan inceleme raporlarının alınması, gelen kişilerin yaşadıkları sıkıntıların raporlaştırılması, yine şehidlerin otopsilerinin yapılması, bir soruşturma hazırlığı oldu. Bu işe öncelikle Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı baktı. Ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı devraldı. Neticede İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 2 yıl süren bir soruşturma yaptı. Soruşturma süresinde gemide bulunan bütün yolcuların tek tek ifadelerini aldırdık. Hiçbir noktanın eksik kalmaması için orada hazır bulunduk. Yaşadıkları sıkıntıların, uğradıkları zararların tamamını savcılıkta şikâyet olarak aldırdık. Sonrasında savcılık çeşitli yazışmalar yaptı. Adalet Bakanlığı üzerinden israil ile ilişki kurulmaya çalışıldı. Oradaki kişilerin ifadesine başvurulmaya çalışıldı ama somut bir gelişme olmadı. Ama neticede bir dava açıldı." diye konuştu.
Kartal, mahkemeye yaptıkları istek üzerine siyonist 4 üst düzey komutana dava açıldığı ve açılan dava sonucunda kırmızı bültenle yakalama kararı çıkmasına rağmen Dışişleri Bakanlığının üzerine düşen görevi yerine getirmediğini hatırlattı.
Sorgulamalarda Türk asıllı Yahudilerin de yer aldığını söyleyen Kartal, bunlarla ilgili girişimlerinin de sonuçsuz kaldığını kaydetti.
"Net bir karşı duruş sergiledik ama neticede bir anlaşma metni imzalandı"
Kartal, "Dava neticede uzun bir süre devam etti ve davada zarar gören müştekiler duruşmalara gelerek şikâyetlerini bildirdiler. Yaklaşık 30 hukukçu bu davalarda hazır bulunuyorduk. Gemide bulunan şehid yakınları, yaralılar, gazeteciler, mürettebat ifadelerini verdiler. Dava bir şekilde öyle bir duruma geldi ki Dışişleri Bakanlığı ve israil arasında görüşme olduğuna dair haberler geldi. Yaşananlardan israilin mesul olmadığına dair bir anlaşma metninin imzalanacağına yönelik duyumlar aldık. Buna net bir karşı duruş sergiledik ama neticede bir anlaşma metni imzalandı. Bize göre çok kötü bir dille ve maalesef tamamen israilin bakış açısını yansıtacak bir şekilde bir metin hazırlandı. Bu metinde açıkça israilli yetkililerin herhangi bir maddi, manevi, cezai sorumluluğunun olmadığına ilişkin bir anlaşma metni imzalandı. Öyle ki İsrail devletine yöneltilecek tazminat davasını Türkiye Devleti, bu anlaşma metni ile üstleneceğini kabul etti. İsrail bir anlamda aklanmış oldu. Şehid yakınlarına ödenmek üzere kabul edilmiş ve bir cezai yaptırım olarak değil, bir bahşiş ödemesi olarak gerçekleştirilecek iyi niyet ödemesi olarak, devlet üzerinden değil bir vakıf üzerinden gerçekleştirilecek 20 milyon dolarlık bir ödemeden bahsedildi. Bununla ilgili birçok şey konuşuldu ama mağdurların tamamını kapsayan bir tazminat söz konusu olmadı. Burada yaşam hakkı ihlali vardı ve bu, parayla tazmin edilemeyecek bir durumdu. Bunların hiçbirisi tazmin edilmeden devlet böyle bir metnin altına imza attı." ifadelerine yer verdi.
"Mahkeme siyasi baskılarla karar verme noktasında acele ettiriliyordu"
Savunmalara rağmen imzalanan metnin, mahkeme tarafından davanın düşürülmesi için yeterli görüldüğünü ve yaşananların ardından tüm avukatların cübbelerini çıkararak duruşma salonunu terk ettiği anımsatan Kartal, şunları kaydetti:
"Yapılacak ödeme sadece şehit ailelerine yönelik bir ödeme olacaktı. Ailelerin bir kısmı bunu reddetti. Bizce bu paranın alınmasında bir sakınca yoktu. Neticede hiçbir şey böyle bir vahşetin tazmini olamaz. Böyle bir parayla bunun kapatılamayacağını şehit aileleri de davaya taraf olan avukat ve kurumlar da ifade ettik. Buradaki asıl sıkıntı bizim bütün ısrarlarımıza rağmen, hukuki olarak öne sürdüğümüz gerekçelere, yerli ve yabancı hukukçulardan aldığımız mütalaa ve yaptığımız savunmalara rağmen mahkemenin, imzalanan metni davayı düşürmek için yeterli görmesidir. Çünkü metinde bir af söz konusu ve devlet bir suçtan dolayı birilerini affediyor. Anayasada ve kanunlarda bir suçta nasıl af yapılacağı belirlenmiştir. Af kanunlarının mecliste nitelikli çoğunlukla çıkması gerekiyor. Bu süreçlere uyulmadan tamamen Dışişleri Müsteşarı imzasıyla düzenlenmiş bir metne dayanarak mahkeme bunu yaptı. Hâlbuki böyle bir yetkisi yoktu. Yine devletlerin insanlara yönelik gerçekleştirdiği suçlarda af yetkisi olmaması gerekir. Eğer bir aftan bahsedilecekse bunu mağdur yakınları yapabilir. Ama devletin araya girerek bu kişilerin beyanına rağmen kendisiyle alakası olamayan, hatta bir anlamda bu eylemin gerçekleşmesine neden olması hasebiyle görevini ihmal ederek Akdeniz'de açık sularda yapılan saldırı engellenemedi. Türkiye'nin orada filosunun olmaması bile büyük bir eksikliktir. Bu kararın hukuksuz olduğunu söyledik. Reddihâkim talebinde bulunduk ve neticede 4 celsede mahkeme karar veremedi. Hukuki anlamda yapabileceğimiz her türlü kavgayı yaptık ancak mahkemenin bu yönde bir karar vereceğini anladığımızda mahkemenin bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirdiğini gördük. Öyle ki mahkeme ara verdi ve bir hafta sonrasına gün koydu. Belli ki mahkeme siyasi baskılarla bu kararı verme noktasında acele ettiriliyordu. Biz de buna dayanarak mahkemenin bağımsızlığını yitirdiğine karar vererek cübbelerimizi çıkarıp duruşmayı terk ettik. Bu davayı resmi olarak düşürebilirsiniz ama bu davanın arkasında bizler varız. Bu dava bugün olmasa da 10 yıl sonra, 20 yıl sonra, ya da vicdanlarımızda mutlaka hakkıyla devam edecektir, dedik."
"Dava süreci devam ediyor"
Kartal, "Davada daha süreçler devam ediyor. İstinaf mahkemesi süreci var. Sonrasında imkân olacaksa verilecek karara göre Yargıtay süreci söz konusu olabilir. Anayasa Mahkemesine götürme söz konusu olabilir. Bu süreçleri devam ettireceğiz. Bununla ilgili henüz biten bir şey yok. Yine uluslararası alanda devam eden uluslararası ceza mahkemesine yapılmış bir şikâyet vardı. Bununla ilgili de henüz bir netice sağlanmadı." dedi.
"İnsanlar ambargo dolayısıyla temel tüketim malzemelerine ulaşmakta güçlük çekiyorlar"
Siyonistlerin Gazze'ye yönelik saldırılarının sona ermediğini hatırlatan Kartal, şunları dile getirdi:
"İsrail özellikle Gazze ile alakalı çok yakın bir dönemde yine bir bombardıman sürecine girmişti. Bunu hiç bırakmıyor. Dönem dönem orayı çok açık bir şekilde bombardımana tabi tutarak çocukları öldürüyor. Hastaneleri, okulları, önemli toplum merkezlerini bombalıyor. İsrail aslında kendi çizgisinden hiç vazgeçmedi. Biz sadece o anlaşmaya bakarak, işler düzeldi, gibi bir algıya itildik. Hâlbuki öyle bir şey yok. Oradaki insanlar hâlâ temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılıyor. Gerek Mısır'ın tavrı, gerek israilin ambargosu dolayısıyla insanlar temel tüketim malzemelerine, temel inşaat malzemelerine, temel sağlık malzemelerine, temel enerji malzemelerine ulaşmakta güçlük çekiyorlar. Bu husus bitmiş gibi görünüyor ama bu abluka, bu ambargo ağır bir şekilde devam ediyor." (Nizamettin Aşkın- İLKHA)