• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...
Hz. Resulullah (sav)`ın Muaz`a tavsiyeleri
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Hz. Resulullah (sav)'ın Muaz'a tavsiyeleri

Muaz b. Cebel Yemen yolcusudur. Hazırlıklarını yapmış yola koyulmaktadır. Son kez uğruna canını vermeye hazır olduğu, emrine amade olup Yemen çöllerine düştüğü mübarek insana, ins−u cinnin peygamberi Muhammed Mustafa (sav)`ya yönelmekte…

−Ya Resulallah! Bana tavsiyede bulun, dedi.

Peygamber aleyhisselam:

−Ne halde ve nerede olursan ol, Allah`tan kork, buyurdu.

Muaz b. Cebel:

−Bana tavsiyeni arttır, dedi.

Peygamber aleyhisselam:

−Günahın arkasından hemen hasaneyi (sevabı) yetiştir ki, onu yok etsin, buyurdu.

Muaz b. Cebel:

−Bana tavsiyeni biraz daha arttır, dedi.

Peygamber aleyhisselam:

−İnsanlara güzel ahlakla muamele et! Ey Muaz! Sen ki kitap ehli bir kavmin üzerine gidiyorsun! Onlar senden cennetin anahtarının ne olduğunu soracaklardır. Onlara:

“Cennetin anahtarı, ‘La İlahe İllallahu vahdehu la şerike leh`dir de” buyurdu.

Muaz b. Cebel:

−Bana kitapta bulunmayan ve senden de işitmediğim bir şey sorulur ve halli için bana getirilirse ne buyurursun?” diye sordu.

Peygamber aleyhisselam:

−Allah için tevazu göster, Allah seni yükseltir. Sakın iyice bilmedikçe hüküm verme! Sana müşkül, karmaşık gelen işi ehline sor, danış, utanma! En sonra ictihat et! Muhakkak ki, Allah, doğruluğuna göre seni muvaffak kılar.

İşler sana karmaşık gelirse, gerçek sence belli oluncaya kadar bekle yahut bana yaz! Bu hususta keyfine göre hareket etmekten sakın!

Yumuşak davranmanı sana tavsiye ederim, buyurdu.[1]

Bugün muhatabın bizler, tavsiyene de en çok muhtaç olan biziz Ya Resulallah! Bunda şüphe yok. Buyurmuşsun ki “Ne halde veya nerede olursan ol, Allah`tan kork” diye. Allah`ın her an ve her zamanda bizi gözetlediğini, bizi gördüğünü ve her şeye gücünün yettiğini bilerek ondan korkmak. Darlıkta, bollukta, sıkıntıda, rahatlıkta, üzüntüde, sevinçte, hastalıkta, sağlıkta… O (sav)`nun deyimiyle “Her halde, her yerde” ve her halimizde Allah`tan korkmak, açıkta, gizlide, tenhada, kalabalıkta, evde, işyerinde, seferde, hazırda, caddede, sokakta, okulda, camide, sarayda, zindanda, zikirde, cihadda, yine O (sav)`nun deyimiyle “Her hal ve her yerde” Allah`tan korkmak. Başka güçlerden, endişelerden, kaygı ve kuruntulardan değil, sadece Allah`tan korkmak, O`na boyun eğip ona teslim olmak. O`ndan gelen sefaya da, cefaya da ‘Lebbeyk, Allahumme lebbeyk` diyebilmek. Hakiki imanı gönle yerleştirip kâinata meydan okuyabilmek... Darağaçlarında sallanan bedenler kendisine gösterilerek korkutulmak istenen Bediüzzaman gibi Allah`tan başka bir güçten korkmadan hakkı haykırabilmek…

Arz ettiğimiz gibi muhatabın biz, tavsiyene en çok muhtaç olan da biziz, Ya Resulallah! Bunda şüphe yok. Buyurmaya devam etmişsin: “Günahın arkasından hemen haseneyi (sevabı) yetiştir ki, onu yok etsin” diye. Zayıflığımızı, pürkusur oluşumuzu; buna karşın şeytanın ve dostlarının oyun ve desiselerini, hile ve tuzaklarını bildiğinden günaha gireceğimizi bilmişsin. Yüreğin dayanamamış, acımışsın halimize; bir amelimize, bir de karşılığına bakıp yüreğin titreşmiş ve tembihte bulunmuşsun. Bir babanın, bir annenin evladına olan sevgisinden daha da sevgilice… Ve adeta “İnsan olarak günah işlemiş olabilirsiniz, meyledip içine girmiş olabilirsiniz, gaflete gelip kusur etmiş olabilirsiniz. Onun için her şeye boş verip kendinizi yakmayın. ‘Bir sefer günahkâr oldum` deyip de kontrolü elden bırakmayın, hemen arkasından bir hasene yetiştirin. Bir iyilik, bir güzellik ve Allah`ın razı olacağı bir amel işleyin. Ve onu günahı silecek bir silgi yapın. Masiyeti telafi edip cehennem azabından döndüren bir deva yapın.” Her ne kadar günahkar olsak da.

Hz. Muaz, o güzide, o pak iman ehli, o Resulullah (sav) elçisi tavsiye istemeye devam ediyor. “İnsanlara güzel ahlakla muamele et” diye karşılık alıyor. Güzel ahlakla muamele et, insanlar senin şahsında Allah`ı sevsin, Resulü (sav)`nü sevsin, İslam`ı sevsin, Kur`an`ı sevsin. Güzel ahlakla muamele et, insanlar senin ahlakınla ahlaklanıp hidayet bulsun. Ahlaksızlığın bir ahtapot gibi her yeri sarıp çirkefin ayyuka çıktığı bu zamanda ahlakınla nurlanıp zifiri karanlığı yırtmaya koşsun. Cehaletin koyu karanlığında yolları aydınlatan bir ışık olsun. Güzel ahlakla muamele et; huzur, barış ve esenlik hâkim olsun. Yolunu kaybedenler, sokaklara düşüp hayatını heba edenler, umudunu yitirip mevta olanlar canlansın, hayat bulup dal−budak salsın, neşv−u nema bulsun. Ve de yakışmayan, uygun düşmeyen, İslam`la uyuşmayan ahlak ile ahlaklanmayasın. Basit, değersiz, çer−çöp mesabesindeki meselelerden dolayı kişiliğine uygun olmayan ahlaktan, ateşten sakındığın gibi sakınasın. Çünkü yüce ahlak sahibi, güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen bir Resul (sav)`ün, bir Rehberin yoldaşısın. Şeytanın oyununa gelip gaflete gelmeyesin, öfkelenip gazap damarını şişirmeyle yanlış yapmayasın. Çünkü sana düşen güzel ahlakla ahlaklanmandır.

Gaflet derin, şeytanın oyunları çok, şeytanlaşmış insanların tuzak ve hileleri bol. Emeklediğimiz yolda düşüp kalkarak yürümeye devam ediyoruz. Azık ihtiyacı çoğalıyor. Aktarılan tavsiyeye sarılıyoruz. Sıkı sıkıya bağlanıyoruz. Efendimiz (sav)`den, cennetin anahtarının ne olduğu soruluyor: ‘La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh.` Allah`tan başka hiçbir ilah yok. O tektir. Onun ortağı yoktur. Ondan başka sığınılacak güç, mevki, makam otorite yok. Yön veren, yol gösteren, terbiye eden O`dur. Kanun koyan, işleri düzenleyen, kâinata nizam veren sadece O`dur. La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Ondan başka sevilecek, boyun eğilecek, emrine amede olunacak ilah yok. Tevekkül edilecek, bağlanacak, umut beslenecek bir ilah yok. Sadece ve sadece O var. La ilahe illallahu vahdehu la şerikeleh…

Engellerle dolu, setlerle çevrili, sıkıntılarla bezenmiş yolda yürürken bir işaret levhası daha çıkıyor karşımıza; “Allah için tevazu göster. Allah seni yükseltir.” İnsanların gözüne girmek, insanları memnun etmek, saygı görmek, nefsi okşayacak tavırlara muhatap olmak düşünceleri senden uzak olsun. Dikkat et, seni yükseltecek şey tevazudur. Alçak gönüllülüktür. Kibir, gurur, enaniyet değil. Olduğundan büyük ve de olduğundan küçük görünmek de değildir. Denildiği gibi “Bazen tevazu, küfran−ı nimeti istilzam ediyor. Belki küfran−ı nimet olur. Bazen de tahdis−i nimet iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare−i yegânesi ki, ne küfran−ı nimet çıksın ne de iftihar olsun. Meziyet ve kemâlâtları ikrar edip fakat temellük etmeyerek, Mün`im−i Hakiki`nin eser−i in`amı olarak göstermektir.”[2] Sen tevazu göster, gaflet etme; Allah senin sevgini, muhabbetini sen istemediğin halde insanların kalbine atar. Allah seni sever ve seni yükseltir.

Hz. Muaz son tavsiyeleri almakta… Mü`min olmanın, inanç sahibi bulunmanın yükümlülüğü ağır. Dava sahibi olmanın sorumluluğu çetin ve önemli... Onun için Kâinatın Efendisi, Mü`minlerin Sevgilisi, Rahmet Peygamberi ikaz edip uyarıda bulunuyor: “Sakın iyice bilmedikçe hüküm verme. Sana müşkül, karmaşık gelen işi ehline sor, danış, utanma. En sonra içtihat et. Muhakkak ki Allah, doğruluğuna göre seni muvaffak eder. İşler sana karışık gelirse, gerçek sence belli oluncaya kadar bekle. Yahut bana yaz.”

İkaz önemli ve büyük... “Sakın ola ki, bilmeden hüküm vermeyesin. Rasgele, iyice araştırmadan, soruşturmadan, sebep ve nedenlerini, amaç ve gayesini öğrenmeden, hikmetini kavramadan hüküm verme.” Zaten böyledir, bundan dolayıdır, ben biliyorum deyip de ahkâm kesme. Nefsi davranıp hissi hareket ederek, meyil göstererek çözüm verme. İyice araştır. Ehline sor, danış, utanma. Evet, beyinleri sarsacak bir uyarı bu aslında: “Sor, danış utanma. ‘Nasıl bu işi sorarım? Bunu bilmemek ayıptır, sorarsam hoş karşılanmaz, bana yakışmaz` deme sor, danış, utanma. Karmaşık gelen, bilmediğin, içinden çıkamadığın, kalbinin mutmain olmadığı durumlarda sor, danış, utanma. “Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır” demişler. Bilmediğini bilmek ve öğrenmek erdemliliktir. Erdemli olmak Müslüman`ın, kişilik sahibi insanların işidir. O halde sana da düşen erdemli olmaktır. Ama unutma ehline sor. Öyle rasgele, isteğine göre çözüm verecek, nefsini okşayacak çareler bulan, seni hoşnut edecek yerlere değil, ehline sor. Bilene, yetkili yerlere, danışılması gereken kişi ve makamlara sor. Çünkü muvaffak olmanın şartı budur. Başarılı olmanın, rahat olmanın dolayısıyla hem dünyada hem de ahirette mutlu olmanın yolu budur. Boşa kürek sallamamak akıllı insanın işidir. Şart yerine gelmeden meşrut gerçekleşmez. Abdest almadan namaz kılınmaz. Danışmadan, sormadan, doğruyu bulmak için çabalamadan, isabet etmek için uğraş vermeden muvaffakiyet olmaz. Çünkü muvaffakiyet doğruluğa bağlanmıştır. O da utanmadan sormaya, danışmaya, sonra içtihat etmeye bağlanmıştır. Unutma Allah`ın rahmeti ve yardımı istişareyle yapılan işlerdedir. Keyfine göre, rahatına göre, nefsinin hoşuna gideceği şekilde harekette değil. Çünkü Allah`ın Resulü (sav) “Bu hususta keyfine göre hareket etmekten sakın” diye tembihte bulunuyor.

Ve nihayet Hz. Muaz`ın, Efendisiyle, aşkıyla yanıp tutuştuğu, yoluna revan olduğu o mübarek insanla bir daha buluşmamak, hasretiyle yanıp yanıp tutuşarak yaşamak üzere ayrılma vakti gelip çatıyordu. Hz. Muaz hüzünlü, Resul−i Kibriya hüzünlü… Hz. Muaz`ın yüreği alev alev tutuşmuş da Alemlerin Seyyidi içten içe ağlamakta. Ashab ağlamakta, melekler ağlamakta. Kâinat beter ağlamakta... Ve Hz. Muaz için o Resul`den son tavsiye gelmektedir: “Yumuşak davranmanı sana tavsiye ederim.”

Hz. Muaz ve arkadaşları yola koyulurken mübelliğlerin mübelliği, uyarıcıların en güzeli “Sakın bu dediklerimi unutma, aklından çıkarma, gaflet edip dalma! Eğer bunlara uyar, hakkıyla yerine getirirseniz hiçbir zaman zarar etmez, sıkıntıya düşüp darda kalmazsınız.  İnsanlar da, Allah da sizden razı olur. Cennette buluşmak üzere…” der gibiydi. O halde Hz. Muaz`ın yerinde ve arkadaşları arasında olmaya ne dersiniz?

İNZAR DERGİSİ/Abdulğafur Batmaz

[1] İslam Tarihi, A. Köksal

[2] Mektubat
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir