• DOLAR 34.515
  • EURO 36.374
  • ALTIN 2873.773
  • ...
Lübnan seçimleri: Düşük katılım, yüksek propaganda
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Seçim propagandası döneminde yürütülen ağır retoriğe rağmen Lübnan halkı sandık yerine pikniğe gitmeyi tercih etti. Ülkeyi baştanbaşa kaplayan seçim afişlerine, atılan sloganlara, yapılan korku tüccarlığına, sponsorlu sosyal medya paylaşımlarına ve TV`lerde saatlerce süren seçim programlarına rağmen, yüzde 49 oranıyla, düşük katılımlı bir seçim gerçekleşti. Bir tarafta dozajı yüksek bir heyecan, diğer yandan ise ilgisizlik. Değişim talebi olan seçmen, mevcut sistemde değişimin mümkün olmadığını düşünerek sandığa kayıtsız kaldı. Özellikle gençlerin ilk kez oy kullananlarından bazılarının yaşının artık otuzu bulmuş olması, değişimden umudunu kesmiş genç bir seçmen kitlesi ortaya çıkardı. Katılımın tahminlerden daha düşük olduğunun anlaşılmasını müteakip, yüksek katılım sağlanabilmesi için, oy kullanma süresi iki saat kadar uzatıldı. Ancak yine de katılım 2009 seçimlerindekinin en az 5 puan gerisinde kaldı. Seküler bir Lübnanlı yazar olan Pierre Abu-Saab seçimlerle ilgili yazdığı bir makalede “Bu ülkede insanlar doğuştan gelen önyargılarla yönetilir ve ölüme kadar bu böyledir. Cehalet, yoksulluk, fanatizm ve korku ile zapt edilen kitlelerin aklı, başka ülkeler hesabına çalışan komisyoncularca yönetilir” diyor. Değişim talebi olanların aynı zamanda değişimin imkansızlığına inanıyor olmaları, demokrasinin bir kurmacadan ibaret olduğuna, sonucu değiştirmediğine inanmaları, ülkenin yarısının seçime teveccüh göstermemesine sebep oldu.

HİZBULLAH`IN PSİKOLOJİK ZAFERİ

Lübnan parlamento seçimlerinden sonra cevabı en çok merak edilen soru “Ne değişti?” oldu. Öncelikle 6 Mayıs`ta yapılan seçimlerde radikal bir değişikliğin olmadığından bahsedilebilir. Seçim sonuçlarına göre, parlamentoda teşriki mesai yapacak olan isimlerin pek değişmediği, yeni sima olarak gösterilebilecek isimlerin de az olduğu söylenebilir. Yani eski politikacıların gücünü koruduğu bir seçim oldu. Ancak devrimsel bir değişim olmamakla beraber, parlamentoda bir güç dengesi değişiminden de bahsetmek mümkün.

Hizbullah`ın “büyük zafer” ilan ettiği, Hariri`nin liderliğini yaptığı Müstakbel Partisi`nin ise büyük bir yıkım yaşadığı şeklinde bir algının oluştuğu söylenebilir. Her seçimde olduğu gibi, görece bir zaferden ya da mağlubiyetten bahsetmek mümkün olsa da önce rakamları görelim: Hizbullah, Emel ve Özgür Yurtseverler Partisi bloğunun 128 sandalyelik parlamentoda 70`ten fazla sandalye alıp meclis çoğunluğunu elde etmesine rağmen, siyasi dengeleri tanzim eden yasalar sebebiyle, bu sayının siyasi çerçeveyi yeniden şekillendirmekten uzak olduğu görülüyor. Salt Şii sandalye sayısına bakarsak, siyasal hayatta dine daha çok atıf yapan Hizbullah önceki seçime göre sandalye sayısını bir arttırarak 13, seküler Şiilerin daha çok rağbet gösterdiği Emel Hareketi ise 16 sandalye kazandı. Ancak bu Şii grupların, meclis çoğunluğunu elde etmek ve adaylarını meclise sokabilmek için ittifak yapmış olmalarına rağmen, politik açıdan her zaman birbiriyle uyumlu olabilecek yapılar olmadıklarını da belirtmek gerekir. Kimi analistler Hizbullah`ın kendi hesabına aldığı sandalye sayısına değil, bloğun toplam sandalye sayısına bakılması gerektiği üzerinde dursalar da, Lübnan meclisindeki geçmiş krizler göz önüne alındığında, Hizbullah`ın bu tabloyla meclisi kontrol edemeyeceği tahmin edilebilir. Hizbullah`ın bir önceki seçime göre fazladan kazandığı bir sandalyenin psikolojik bir eşik olarak görüldüğünü, bu çok küçük farkın Müstakbel`in yaşadığı ağır sandalye kaybıyla perçinlenip “rakibin yenilgisi”nin bir zafer olarak sunulduğu da söylenebilir.

Hizbullah ve müttefiklerinin daha çok büyük şehirlerde sandalye kazanması önemli bir sosyolojik detay olarak görünüyor. Olası bir israil saldırısına karşı Hizbullah`ın silahlı kanadına bir meşruiyet kazandıran İttifak, meclis toplam sandalye sayısının yarısından fazlasını aldı. Sünni parti Müstakbel ise sandalyelerinin üçte birini kaybetti. Nasrallah seçim sonuçlarını “Hizbullah`ın politikalarının takdir edilmesi, Suriye savaşındaki rolünün ve israil işgaline karşı caydırıcılığı olan silah stokunun doğru anlaşılması olarak yorumladı ve “Direniş cephesi için hem siyasi hem de ahlaki bir zaferdir” dedi. Ancak Hizbullah liderinin konuşmasında sandalye sayısına hiç değinmemesi, aslında somut bir zaferden çok psikolojik bir zaferin var olduğu görüşünü güçlendiriyor. Hizbullah`ın psikolojik zafere sandalye sayısından daha çok ihtiyacı vardı. Çünkü hem Suriye`deki varlığıyla ilgili yaşanan protestolar hem de “İran hesabına çalışan” bir örgüt olmakla suçlanması ve terör örgütü olarak listelere girmesi sebebiyle bir meşruiyete ihtiyacı vardı. Hizbullah`ın “amacımıza ulaştık” demesi bu açıdan önemli. Sonuç olarak, israil`in kendisine karşı yürüttüğü psikolojik savaşta, Hizbullah`ın bu seçimle birlikte elini güçlendirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

SÜNNİ KÜSKÜNLÜĞÜ

Bu seçimde, Lübnan`da Sünni ve Şiilerin siyasal tavır alış biçimleri arasında ciddi bir fark olduğu anlaşıldı. İran ile yakın ilişkileriyle bilinen Şii siyasetçilerin seçim tecrübesi olan İran`dan “ilm-i siyaset dersleri” almaları, onları algı yönetimi ve kamu diplomasisi gibi alanlarda Sünni siyasetçilerden daha başarılı kıldı. Kimi uzmanlar bu durumu, Sünni siyasetçilerin seçim tecrübesi olmayan Körfez ülkelerinden talimat/akıl almalarına bağlıyor. Sünni bloğun seçim sonuçları sürecini yönetmekteki başarısızlığı da bu görüşü destekliyor. Nasrallah fazladan bir sandalyesini şaşalı bir zafere dönüştürmeyi başarırken, Hariri mecliste koruduğu üstünlüğe rağmen, yenilmişlik psikolojisini konuşmasına bütünüyle yansıttı. Siyasetçiler açısından durum böyleyken, Sünni seçmenin Şiilere göre daha az mezhepsel kaygılarla oy verdiği de görülüyor. Sünniler üst ortak payda olarak mezhep eksenli hareket etmek yerine, dağınık adaylarla oylarını bölmekte bir mahzur görmediler. Hariri sadece Şii eksenli adaylarla mücadele etmedi. Partisinin kaleleri olarak bilinen Beyrut, Saida, Trablus gibi yerlerde Hizbullah destekli Sünni adaylarla da mücadele etmek zorunda kaldı. Yani Sünni bloktaki çok seslilik sebebiyle oyların doğru kanalize olmadığı ve etrafa çok saçıldığı söylenebilir.

Hariri hem katılım oranın düşüklüğünü hem de partisinin yaşadığı mağlubiyeti yeni seçim yasasına bağladı ve birçok insanın seçim sistemini anlayamadığını söyledi. Aslında bu konuda Hariri haklı olmakla birlikte, bunu seçimde yaşadığı kaybın akabinde anlatması, yenilgisine bahane arama çabası olarak algılandı. Oysa propaganda döneminde yeni seçim yasasının kendi aleyhlerine olduğunu daha yüksek sesle söyleyebilirdi. Özetle Sünni liderler propaganda ve süreç yönetiminde başarısız oldu. Bu başarısızlık, etki açısından, kaybedilen sandalye sayısından daha büyük bir başarısızlıktır. Yine Hariri`nin ailevi problemleri de bu süreçte aleyhine işledi. Kardeşi Baha Hariri`nin siyasi hanedanlıkta Hariri karşısında aleyhte propaganda yapıp Hizbullah`la bir olarak kardeşini yıpratması ve hatta Suud`un Saad Hariri`yi gönderip yerine Baha Hariri`yi getirmek istediği şeklindeki siyasi dedikodular da Hariri`nin zaten zarar görmüş siyasi karizmasını iyice düşürdü. Sünni yoğunluklu Trablus`taki bir diğer dikkat çekici gelişme ise Şam`ın en iyi müttefiklerinden Ömer Kerame`nin oğlu Faysal Kerame`nin meclise ilk kez girecek adaylardan olması. Bu da gösteriyor ki Sünnilerin siyasal eğilimleri ile mezhepsel kimlikleri arasında katı bir ilişki bulunmuyor.

HÜKÜMETİN İNŞASI VE YENİ UZLAŞI ARAYIŞLARI

Hizbullah ile birlikte Hristiyanların sağ kanattaki temsilcisi Lübnan Güçleri Partisi de sandalye sayısını 8`den 15`e çıkararak neredeyse ikiye katladı. Cumhurbaşkanı Avn`ın partisi ise sandalye kaybetti ve mecliste 17 sandalyeyle temsil edilecek. Avn ile Hizbullah`ın arasının iyi olduğu biliniyor. Ancak Avn meclisin yeni tablosunda siyasi istikrarı sağlama konusunda üzerinde yoğun bir baskı hissedeceği için dengeli davranmaya çalışacaktır. Diğer yandan, yaşadığı sandalye kaybına rağmen Müstakbel Partisi 21 sandalyeyle meclisteki en büyük Sünni grubu teşkil ediyor. Dolayısıyla, yasalara göre başbakanlık Sünnilerde olacağı için, büyük ihtimalle Hariri`ye hükümeti kurma görevi yeniden verilecek. Şiilere verilmesi gereken meclis başkanlığı için ise Hizbullah`ın desteklediği adaylardan biri olan ve Suriye hükümetiyle güçlü bağları bulunan Cemil el-Sayed`in adı geçiyor. El-Sayed`in Refik Hariri suikastı döneminde istihbarat şefi olması ve 1976`da ve 2005`de Suriye`nin Lübnan`ı işgalinde önemli roller oynaması onu Sünnilerle uzlaşmaz bir isim yapıyor. Ayrıca Hariri suikastıyla ilişkisi olduğu da dillendiriliyor. Saad Hariri de onun adaylığıyla ilgili olarak, isim vermeden “Esed`in adayı” şeklinde bir eleştiride bulunmuştu. Şii blok eğer mecliste çatışmayı değil de uzlaşmayı seçerse bu ismi tercih etmeyecektir. Çünkü daha önce meclis cumhurbaşkanını seçmek için 45 kez toplanmış, ancak keskin farklılıklar ve uzlaşmazlık sebebiyle sonuç alınamamıştı.

Avn`ın partisi de sandalye kaybettiği için, hükümet kurma süreci uzlaşı arayışlarına veya çatışmadan beslenmeye dönüşebilir. Şii blok eğer elde ettiği çoğunluğu ve veto hakkını istismar etme yoluna gidip yasamayı tıkamaya çalışırsa durum kötüleşebilir. Ancak genel kanaat, toplumsal meşruiyet yakaladığı bir dönemde Hizbullah`ın kendisini “uzlaşmaz” bir aktör olarak göstermek istemeyeceği yönünde. Üstelik Hariri`nin hükümette olması Hizbullah`ın da işine gelir. Böylece hem hükümetin meşruiyeti hem de uluslararası fonlardan ve körfez ülkelerinden maddi yardım alınabilmesi kolaylaşacaktır. Hizbullah`ın ihtiyacı olan şey silahlı kanadına meşruiyet kazandırmaktı. İstediği de oldu: israil`in “Lübnan eşittir Hizbullah” demesine rağmen, Hizbullah bu seçimle meşruiyetini kazanmış görünüyor.

İSTANBUL - ZEYNEP KARATAŞ (AA)

Bu haberler de ilginizi çekebilir