İmar Barışı Varlık Barışı Ya Toplumsal Barış?
Seçim dönemi ile birlikte meclis çalışmalarına hız verdi. İmar Barışı` kaçak yapılara af getirilirken yurt dışındaki varlıkların Türkiye`ye getirilmesini içeren Varlık Barışı` ise önceki gün meclisten geçirildi. Kamuoyu ise başta Kürd meselesi, 28 Şubat mağdurları, güvenlik soruşturmaları mağdurları ve kullanılan ayrıştırıcı dil ile mağdur edilenlerle Toplumsal Barış`ın ne zaman yapılacağını merak ediyor.
Muhsin Şenol-DOĞRUHABER
Seçim dönemi ile birlikte hükümet meclisten barış yasalarını bir bir geçiriyor. Önce İmar Barışı ile 13 Milyon kaçak yapıya af getirildi. Ardından önceki gün çıkarılan Varlık Barışı ile yurt dışındaki varlıkların Türkiye`ye getirilmesi ön görülüyor. Ancak Toplumsal Barış adına yapılacaklar ise olduğu yerde duruyor. Başta Kürd meselesi olmak üzere 28 Şubat mağdurları, güvenlik soruşturmaları mağdurları ve kullanılan ayrıştırıcı dil ile mağdur edilenlerle ‘Toplumsal Barış`ın ne zaman yapılacağını merak ediyor.
İMAR BARIŞI VE VARLIK BARIŞI
Başbakan Binali Yıldırım`ın Bakanlar Kurulu sonrası açıkladığı İmar Barışı ile birlikte 13 Milyon kaçak veya ruhsatı eksik yapının af edilmesi öngörülüyordu. Torba Yasa içeresinde yer alan İmar Barışı Meclis Genel Kurulunda görüşülerek yasalaştı. Yurt dışındaki varlıkların da bir başka yasa ile Türkiye`ye getirilmesi düşünüldü. Varlık Barışı kapsamında yurt dışında elde edilen para, altın ve taşınmazların ibrazı gibi konularda düşük bir vergi ile varlıkların Türkiye getirilmesi amaçlanıyor. Peki ya Toplumsal Barış?
KÜRD MESELESİ OLDUĞU YERDE
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu 19 Nisan Günü kameraların karşısına geçerek Kürd Meselesine Adil Çözüm Çağrısında Bulunmuştu. Yapıcıoğlu, “İsimlendirmeyi, teşhisi yanlış yapanın sorunu çözmesi mümkün değildir. Kürd kavmi İslam ümmetinin asli unsurlarındandır. Yaşadığı coğrafya da ümmet coğrafyasının merkezidir. Meselenin çözümsüz kalması bütün bölgeyi olumsuz olarak etkileyecektir. Adil bir şekilde çözümü hem bölgeyi hem bütün İslam coğrafyasını rahatlatacaktır.” şeklinde konuştu. Kürtlerin yaşadığı Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletleri sorunu birbirlerinin aleyhine kullanma hesapları yapmamalı diyen Yapıcıoğlu, “Çözümün tam zamanıdır. Yasal düzenlemeler, AB istediği için veya birileri silah bırakacak diye değil; milletimiz hakkına kavuşsun, haksızlıklar ve huzursuzluklar son bulsun, kardeşlik yeniden tesis edilsin ve adalet yerini bulsun diye yapılmalıdır. Çözüm için ulus devlet paradigmasının terki, Kürtlerin de asli kurucu halk olarak kimliklerinin anayasal olarak tanınması, temel haklar konusunda şartsız adımlar atılması gereklidir. Ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ayrıcalık ve ayrımcılıklara son verilmelidir. Dil üzerindeki baskılar son bulmalıdır. Herkese anadilinde eğitim hakkı tanınmalı ve Kürtçe`nin de resmi dil olabilmesinin yolu açılmalıdır.” ifadelerini kullanmıştı.
TOPLUMSAL BARIŞ İÇİN KÜRD MESELESİNİN ÇÖZÜLMESİ ŞART
HÜDA PAR Genel Başkanının bu çağrısından sonra akademisyen, siyasetçi, yazar ve vatandaşlardan olumlu tepkiler geldi. Seçimin erkene alındığı günlerde yapılan açıklamalar gerek hükümet kanadından gerekse de muhalefet partilerinden bu çağrıya bir cevap gelmedi. Toplumsal Barış`ın en temel ve öncelikli konuları arasında yer alan Kürd meselesi partilerin seçim manifestolarında bile yer almadı. Türkiye`nin kanayan yarası olan ve çözüm süreci ile birlikte bir halkın sorunlarının bir örgütün menfaatlerine bırakılması yanlışının yansımaları ise halen devam ediyor. Çukur siyaseti ile harabeye dönen bazı ilçelerin durumları halen bile içler acısı. Toplumsal Barış`ın sağlanması için Kürd meselesinin çözüme kavuşturulması ve Kürd halkının haklarının verilmesi önemli başlığı oluşturuyor.
SEÇİM DÖNEMİNDE KULLANILAN DİL AYRIŞTIRICI DEĞİL BİRLEŞTİRİCİ OLMALI
Parti liderlerin yaptığı açıklamalar seçmenlere olumsuz yansıyor. Seçimlerin beklenenin ötesinde çok erkene alınması zaten gergin olan sinirleri biraz daha gerdi. Partiler bir biri ardına hamleler yaparken kullanılan dil de sertleşti. Birçok meseleden dolayı zaten kutuplaşmanın eşiğinde olan halk siyasilerin sorumsuz açıklamaları ile erken seçim kararı ile daha da gerginleşti. Seçim stantlarına tahammülsüzlük seçimlere yaklaşık 50 gün kala başladı. Bu durum da Toplumsal Barış`ın önünde duran temel sorunlardan bir tanesi. HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Yılmaz, “Partiler Düşman değil rakip” diyerek seçimlere savaş içerisinde değil rekabet içerisinde girilmesi gerektiğini kastederek aslında olması gerekeni söylemişti.
28 ŞUBAT MAĞDURLARI HALEN CEZAEVİNDE
Bu son 28 Şubat olsun kampanyası ile umutlanan binlerce kişi seçimlerin erkene alınmasıyla umutlarını bir başka bahara bıraktı. 600`e yakın mağdurun ne yeniden yargılanma talepleri dikkate alındı nede evlatlarına hasret göçen anne-babaların acıları duyuldu. Adalet Bakanlığından Kamu Baş Denetçiliğine kadar birçok kurumun gündemine giren mağdurlar ile ilgili somut hiçbir adım atılmadı. Kamuoyu en azından hasta ve yaşlı mahkumlar için düzenleme beklerken herkes beklediğiyle kaldı. İmar Barışı veya Varlık Barışı kadar önemsenmeyen 28 Şubat mağdurları cezaevlerinde unutuldu. 28 Şubat Darbesinin yıldönümünde açıklama yayınlayan HÜDA PAR Genel Merkezi, “Post Modern darbe olarak tanımlanan 28 Şubat darbesinin Türkiye tarihinin kara bir lekesi olduğu, darbe döneminde meşru hükümetin iktidardan uzaklaştırıldığı ve yüzbinlerce kişinin inancından dolayı mağdur edildiği hatırlatıldı. Açıklamada, “Darbe mağduru olan kişi ve camiaların uğradıkları mağduriyetler tam anlamıyla halen giderilmemiştir. İnancından, kılık kıyafetinden, tesettüründen dolayı mağdur edilenlerin mağduriyetleri devam etmektedir. 28 Şubat darbesinden mağdur olanlar bugün iktidar olduğu halde bazı İslami kesimler ve şahsiyetler 28 Şubat`ın zulmü ve etkilerini yaşamaya devam ediyor. Hakları ihlal edilenler, özgürlükleri gasp edilip komplolarla cezaevlerine atılanlar için ciddi hiçbir adım atılmış değil. Hükümet, kısmi ve geçici iyileştirmelerden ziyade kapsamlı ve kalıcı bir düzenleme ile yaşanan tüm mağduriyetleri biran önce gidermelidir.” denildi.
YENİ BİR MAĞDURİYET: GÜVENLİK SORUŞTURMALARI
15 Temmuz Darbe girişiminden sonra Türkiye gündemine giren güvenlik soruşturmaları yeni bir mağdur kitle oluşturdu. Onlarca yıl okuduktan sonra zor sınavlardan bin bir güçlükle geçen memur adayları mülakatlar ve güvenlik soruşturmalarıyla mağdur edilmeye başlandı. FETÖ ve devlete çöreklenmiş başka yapılar tarafından yıllar önce geçirildikleri keyfi soruşturmalar bahane edilerek binlerce kişinin memur olması engellendi. Ayrıca güvenlik soruşturmalarından geçemeyenlerin özel sektörde de iş bulması zorlaştı. ‘Güvensiz` damgası yiyen binlerce genç psikolojik bunalımın eşiğine geldi. Tıp Fakültesi mezunlarına bile uygulanan soruşturmalar neticesinde zorlu eğitimden geçen doktor adaylarının özel hastanelerde bile çalışması engellendi. Suçun kişiselliği ilkesi ayaklar altına alınarak kişinin akrabalarından bir suça bulaşanın olması veya bulaştığının iddia edilmesi bile elenmesi için yetiyor. Bu haksız uygulamadan vazgeçilerek liyakatin esas alındığı bir sisteme geçilmesi Toplumsal Barış`ın tesis edilmesi için önemli maddeler arasında yerini alıyor.