Şida Teyzenin Tünel-Evi
Herşeyden önce yüzünün ifadesinin bendeki ilk etkilerini aktarmam gerek. Evim, evinizdir, diyor. İstediğiniz gibi geçebilirsiniz. Evim Allah`ın kullarının selameti adına altından oyularak kamuya mal edilebilir.
Şida (Şehide) teyze mesut mutmain bir ifadeyle istikrarsız Saraybosna güneşi altında oturuyor bahçede. Evine giren çıkan eksik değil. Sade ahşap ev savaştan bu yana “tünel ev” hatta sadece “tünel” olarak tanınıyor.
Saraybosna’daydım geçen hafta. Aliya’nın kabrini ziyarete gittim ilk gün. Hibe ve Mustafa’nın oğlu, hayat felsefesi kadar saf türbesinde aynı mesajı iletmeye devam ediyor: Asla köle olmayacağız.
Kendi kargaşası içinde bir ahengi var Bosna’da gündelik hayatın. Evler güzel, bakımlı, denizliklerinden çiçekler taşıyor, bahçeler bahara hazır… Yaşanılan acılar ölçüsünde sıkı bir güçle hayata tutunmuş insanlar. Toplumsal benlik parçalanmış bir kere, buna karşılık düzen bir şekilde sürüyor. Hayat devam ediyor, ama kolay değil. Üretim ağır aksak ilerliyor. Bosnalılar her şeye rağmen zevk sahibi, gerginlikten uzak insanlar olarak göründüler bana. Türk Köyü’nün girişinde ince külahlarda kuru incir ve yaban mersini satan Münire Hanım mesela, hayat mücadelesini tablo misali özenilerek hazırlanmış bir kuru yemiş sepetiyle sürdürüyor.
Bir tarafta iki yıldır maaş alamayan emekli askerlerin grevinin akibetini izlerken, diğer tarafta bir cami girişinde ilahi konseri afişi çarpıyor gözünüze. İstiklal Caddesi’nde ilerlerken de Türk dizilerinin afişleriyle karşılaşmanız olağan. İnsanların savaş filmi seyretmekten hoşlanmadığını anlattı Türkiyeli bir öğrenci. Dondurma nedir bilmeden çocukluk çağını geçirmiş gençlere bir memleket tanımı, bir gelecek ufku sunmak o kadar da kolay değil.
Konuştuğum insanlar her yolla kendini hatırlatan savaşın acılarından kurtulmak istiyor, bu cinayetleri gerçekleştirenlerin kötülüğünü ise Hristiyanlığa bağlamaktan uzak duruyorlar.
Savaşın tahrip ettiği ülke, kendini türlü şekillerde onarma yoluna gidiyor. Kurşun izleriyle delik deşik kimi binalar ibret almak üzere virane kalmaya terk edilmiş. Sovyetik sosyal konutlar, kapitalist hamleler… Eski-yeni olmak üzere ikiye bölünen şehrin güzelim dokusunu koruyan saik, insanların mütevekkil bir ifadeyle ellerinde kalan iyiliklere güzelliklere yapışması. Savaşın tahrip ettiği kamu binalarını, kütüphaneleri, huzurevlerini, graffitilerle renklendirilen yıkık duvarları gördükten sonra yeşil tepelere kondurulmuş dik çatıları kiremit döşeli kutu misali evler bir masal ülkesine aitmiş gibi geliyor insana.
Savaşın Bosna’yı mecbur ettiği bir inşaat işi, Şida teyzenin tüneli.
Yüksekliği sadece 160 santim, genişliği bir metre, uzunluğu 800 metre. 4 ayı aşkın bir süre içinde açılan tünelden günde 4 bin insan geçti, 20 ton malzeme aktarıldı. Şida teyzenin evinden havaalanına uzanan tünel, en az 300 bin insanın hayatta kalmasına yardımcı oldu.
Saraybosna kuşatma altında, ne ilaç ne de yiyecek ulaştırılabiliyor Müslüman ahalisine, Sırplar engellediği için. Barış Gücü’nün denetimi altında bulunan havaalanına en yakın noktada bulunuyor Şida teyzenin evi. O hiç tereddüt etmeden evini barkını tünel inşaatına açıyor. Şirin bahçeli evin ağaçları kamufle ediyor belki de çalışmaları. 2 bin 800 metre küp toprak kazılıyor tünelde. Toprak zaten sulu, tünelde çizmeleriyle ve iki büklüm ilerleyebiliyor yardım paketlerini getiren kişiler; kaldı ki Boşnaklar genellikle uzun boylu insanlar.
Şida teyze Türkiyeli misafirlerini her seferinde memnuniyetle karşılıyor bahçesinde. Öğrenci kızlara dalından erik, asmadan üzüm ikram ediyor. Yaşı seksenin üzerinde, tahta sırada oturmuş güneşleniyor, oğlu Bayram amca ilgileniyor bahçeyle şimdi. Tünel bir ibret levhası olarak hâlâ aşağıda, ziyaretçilerin seyrine, gelip geçmesine açık. Şida teyze evinin savaş yıllarındaki gibi olmasa da tünele bağlı bu kullanımını memnuniyetle takip ediyor. Hiç yabancı gelmiyor bana siması, ortak kelimelerimiz de yok o kadar, ama anlaşmakta zorlanmıyoruz.
Gazze tünellerini hatırlatıyor bodrumda, yardım sandıkları üzerine oturarak seyrettiğimiz belgeseldeki tünel. Çağrışımlar birbirini izliyor. Henüz kazılmış tünelde iki büklüm bir kutuyu taşımaya çalışan adamı izlerken Rukiyye, Ahmet İmamoviç’in 2002 yapımı ’10 Dakika’ isimli belgeselini hatırladı. Bu kadar kısa süre içinde de bunca zorlu bir savaş anlatılabilirmiş demek! Oysa insanlar neler, neler yaşadılar...
Şida teyzenin tüneli, Bosna Müslümanlarının savaş yıllarında sürdürdüğü dayanışmanın ve gösterdikleri özverinin çarpıcı örneklerinden sadece biri. Ambargo döneminde havaaalanına doğru elverişli tek giriş-çıkış yolu onun evinden geçebilirdi. Açık hedef olmayı göze aldı Şida teyze ve evinin tünele dönüşmesine izin verdi.
Bombalar altında sürdü kazı işi. Çalışanlar ayakkabı bulamadıkları için ayaklarına lastik veya muşamba parçaları bağlıyorlardı. Şida teyze askerlere yemek hazırladı, su dağıttı, dualarını eksik etmedi. Öyle şeyler yaşadı ki dünya hayatını lâyıkıyla idrak ettiğini anlatan o mutmain ifade yerleşti yüzüne.
Uluslarası Saraybosna Üniversitesi’nin davetiyle geldim Bosna’ya. Entelektüel Aktiviteler Kulübü üyesi öğrenciler nöbetleşe beni gezdiriyorlar. Her birinin Bosna’ya çekiliş hikayesi dinlemeye değer. Bir akşam vaktini Başçarşı’da, daha çok da Morica Han avlusundaki Divan Kafe’de geçirdik. Ansızın yakalandığı amansız kötülüğü Rabbine şikayet eden Bosnalının ilahisi, sevdalinka (türkü) nağmelerine karışarak Aliya’nın da devam etmiş olduğu Genç Müslümanlar Derneği’nin (Mladi Müslimani) salonunda yankılanıyor. Uluslararası Üniversite’nin öğrencileri perşembeyi cumaya bağlayan gece bu derneğin mekânına gelip sohbet ediyorlar, değerli bir hatıranın iklimini ayakta tutmak istermiş gibi…
Kafede 15 kişiyiz, saydım baktım 5’i mimarlık öğrencisi. Hilal, Cahide, Zehra, Büşra, Esra Mücahide… Dolayısıyla şehrin mimari meseleleriyle olduğu gibi, tarihi eserleri konusunda da sürekli not almaya değer bilgiler aktarıyorlar bana.
Mimari ve inşaat ne siyasetten bağımsız ne de ekonomiden. Üniversitenin Hukuk Bölümü’nden Maja Hoca’nın çarpıcı bir yorumunu aktardı, öğrencisi Büşra Bağdat: “Şehre McDonalds açıldı, demek ki artık savaş çıkmayacak.”
Aradan geçen zamanda uç noktalarda seyrederek sürüyor yapılaşma. Saraybosna halkı mimarisini koruma konusunda dikkatli görünüyor, bunun bir sebebi “aile ocağı” nın tütmesi yönünde süren duyarlık. Aynı duyarlık kargaşa içinde varlığını koruyan düzenin de sebebi. Ancak bakalım şehrin bir kısmındaki yapılaşmada belirginleşerek üstlerine gelmeye başlayan piyasanın taleplerine ne ölçüde kayıtsız kalabilecek insanlar…
Cihan Aktaş