• DOLAR 34.447
  • EURO 36.303
  • ALTIN 2837.002
  • ...
PORTRE: Sezai Karakoç -1
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Sezai Karakoç ve Felsefesi:

İnsanın bir topluma aidiyet duymaksızın yaşayamayacağını belirtir Karakoç. Bilinen toplum felsefelerini tarihi serüvenlerinden alarak bugüne kadar getirdikten sonra toplum-insan arasındaki bağın doğru orantılı olmadığı takdirde insanın ve toplumun felakete sürükleneceğine değinir. Ona göre bir toplum ancak kendi değerleriyle ilerleme kaydeder. Son iki yüz yılımızı da göz önünde bulundurarak olsa gerek taklit medeniyetinin toplumun intiharı olduğu tezini dillendirir:

“Taklit, kendi zamanını yitirmek, başkasının zamanından yararlanabileceğini sanmak yanılgısıdır. Taklit, ansızın olmak ve çok kısa sürmek şartıyla kaçınılmaz olabilir. Ama süreli olarak bir toplumu yaşatan ilke olması mümkün değildir. Toplumu ayakta tutacak olan, kristalleşmiş tecrübe ve yoğunlaşmış, adeta hikmet hazinesi haline gelmiş bilgi birikiminin özgün bir repertuar olmak zorunluluğu vardır. Başkasının hayat tecrübesinden yararlanmak mümkündür, fakat taklit, hayatı yürütmeye yeterli bir güç sağlamaz insana.  Hayat, son derece zor şartlarla doğrudan doğruya karşılaşmak ve adeta onlarla boğaz boğaza gelmek suretiyle yürütülebilecek bir reel programdır. Hayatın taklidi hayat olamaz. Hayatın taklidi yeni hayatlara değil, daha çok ölüme götüren delik deşik bir yoldur.”

“PEYGAMBER SİTESİ EBEDİ MODELDİR”

Sezai Karakoç`a göre, insanlar farklı toplumsal modellerin yanılgılarıyla felaketlerini hazırlamasınlar diye ilahi kattan peygamberler aracılığıyla ideal toplum modelleri vahyedilmiştir. İlk peygamberden son peygambere kadar aynı sistem farklı metinlerle yinelenmiştir. Karakoç`un sistem anlayışı tekdüze bir portreden ziyade ilke ve öz ile ayaktadır.

“Peygamber sitesi ebedi modeldir. Ama değişik zamanlarda ve mekanlarda, iklimler ve çağlarda, ülkeler ve şartlarda ister istemez model, başka bir görünüm altında ortaya çıkacaktır.  Buna razı olmaz da görünüşün en ayrıntılı durumlarına kadar tıpı tıpına geçmişi canlandırmaya kalkışırsanız, asıl amacı kavrayamıyorsunuz,  bizzat sistemin ruhunda olan ilahi rahmeti göremiyorsunuz demek olacaktır.  İnsan, zamana bağışlanmış genişlik ve kımıldanma özgürlüğünden,  kaskatı kesilip kalmama kimyasından habersiz olmalı ki sistemin içindeki kendi kendini ebedi olarak tazeleme mucizesini bir bid`at ya da yâd sisteminden etkileniş sansın.”2

SEZAİ KARAKOÇ`TA MİLLET VE DEVLET

Karakoç, millet kavramının asıl anlamının Kur`an ile ortaya çıktığını söyler. Ona göre Batı`nın millet anlayışı kan, soy gibi maddi bağlarla sınırlı kalmıştır. İslam milletini ise şöyle anlatır:

“İslam milleti, ilk insandan başlayarak bugüne kadar, Allah`ın varlık ve birliğine inanan, peygamberleri ve kutsal kitapları tanıyan, kendi dönemlerindeki peygamberlerin getirdikleri kutsal gerçekleri benimseyerek onların istediği düzeni gerçekleştiren bütün insanların meydana getirdiği büyük inanmışlar topluluğudur…

Millet, İslam toplumunun objektif adı olduğu halde ‘ümmet` sübjektif adıdır. Yanlış anlaşılmamak için  buradaki sübjektif kelimesini gerçek ve terim anlamında kullandığımızı belirtelim, yoksa keyfi anlamına gelen sübjektiflik söz konusu değildir. Millet İslam topluluğunu meydana getiren kişilerin genel özelliğinden hareket edilerek varılmış bir kavramdır. Ümmetse bu büyük tarihi topluluğun kronolojik bir sıra takip eden bölümlerine denk düşen, topluluk başlarına, peygamberlere izafe edilmesinden doğan bir kavramdır. Hz. Musa`nın ümmeti, Hz. İsa`nın ümmeti, Hz. peygamberin ümmeti gibi. Demek ki ümmet ve millet kelimeleri bazı düşünürlerin sandığı ve ısrar ettikleri gibi ayrı toplulukların adı değil, aynı topluluğun birbirinden ayrılmaz, biri öbürünü bütünleyen, biri mümin ve inanç, öbürü peygamber ve tarih açısından bakan iki adıdır.”3

DEVLET BİR DÜŞÜNCEDİR

Sezai Karakoç`ta devlet reel bir olgu olmaktan ziyade bir düşüncedir. Devlet sınırlardan önce zihinlerde başlar ve orada gelişir. Karakoç, İslam`ın bir devlet düşüncesinin yanında bir devlet teorisi geliştirdiğini söyler:

“Bugün demokrasi ya da halk demokrasisi denen kapitalist ya da komünist sistemlerdeki devletin toplumu, eski Yunan`daki site devletleridir ki prototipleri Atina ve Isparta site devletleridir. Bugünkü kapitalist Batı devletleri, Atina sitesinin gelişmiş bir şekline, faşist ve komünist devletlerde Isparta sitesine indirgenebilir. Elbet çağımıza has birtakım değişimler ve gözden geçirmeler söz konusudur.  Ama temelde tohum aynıdır. Eflatun`un devlet düşüncesi ana kaynaktır. Faşizm eski Roma`yı diriltme rüyası. Komünizm, Asya yığın gücüne uyarlanmış, yani stepleştirilmiş bir Isparta ve İran satraplığı biçiminin modern kılığı.”

Bunun yanında, İslam devletinin, Allah`ı aklından çıkarmayan, her hareketinde rızayı uman bir hareket olduğunu belirtip böyle bir devletin keyfi bir yönetimle totaliter bir sistemi kabul etmeyeceğini yazar:

“İslam, mutlak hükümdarlığı kabul etmez. Devletin başında olan kişi, ister seçimle ister babadan oğula geçmek suretiyle, yani ırsiyetle orada olsun, hareketlerinde İslam düzeninin kurallarıyla bağlıdır. İslam`ın idare ve siyaset hukukunda ‘huruç ale`s sultan` denilen bir hak vardır. Sultan, hükümdar, İslam`ın kurallarını uygulamazsa ona karşı başkaldırı hakkı doğar. İslam`ın bu sahadaki bilginlerine göre.”

İslam`da devletin niteliklerini de belirten yazar, biçime takılmanın insanı yanıltacağını ve aslolanın öz olduğunu vurgular:

“İslam, devlet yönetiminde, zamanla gelip gidecek biçimleri ayrıntılı olarak tesbit etmemiş, kişinin, toplumun ve devletin hangi temel ilkelere uyması gerektiğini düzenlemiştir. Muhteva, şekillerden önce gelmektedir. Aracı amaç yapmıyor İslam. Araçlarda biraz daha zamana göre ayarlama elastikiyeti bulunuyor medeniyetimizde.”

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir