HÜDA PAR`dan gündem değerlendirmesi
HÜDA PAR tarafından gündemin öne çıkan başlıklarına dair değerlendirmelerde bulunuldu.
HÜDA PAR Genel Merkezi tarafından, ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'ın ziyareti ve Türkiye-ABD ilişkileri, 28 Şubat Davası ve postmodern darbenin 21'inci yıldönümü, taşeron işçilerin kadro durumundaki belirsizlik ve güvenlik soruşturmalarında yapılan haksızlıklar gibi gündemin öne çıkan konularıyla ilgili değerlendirme yapıldı.
Geçen hafta Tillerson'ın, Afrin ve Türkiye-ABD ilişkileri gündemi ile Türkiye'ye bir ziyarette bulunduğunun hatırlatıldığı açıklamada, ABD'nin, gizleme gereği bile duymadığı düşmanca tavırlarına rağmen, Türkiye'nin halen ABD'yi stratejik müttefik ve dost olarak görmek istediği belirtildi.
Açıklamada, "Cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri bakanı ile gerçekleşen görüşmeler sonrasında yapılan açıklamalardan, Türkiye tarafından PYD'ye olan desteğini kesmesi karşılığında Münbiç'te ortak hareket etme teklifinin yapıldığı anlaşılmaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve Afrin meselesinde de görüldüğü gibi ABD'nin gizleme gereği bile duymadığı düşmanca tavırlarına rağmen, Türkiye halen ABD'yi stratejik müttefik ve dost olarak görmek istemektedir. ABD'nin kendi menfaatleri ve siyonist terör çetesi dışında hiç kimseye dost olmadığı, bundan sonra da olmayacağı hususunda kimsenin şüphesi olmamalıdır. ABD nereye girmiş ise orayı talan etmiş, altını üstüne getirmiş, yakıp yıkmış, halkını katletmiştir." denildi.
"Bugün yaşananlar yapılan hatanın bedelidir"
Suriye meselesinde bir kez daha net olarak anlaşıldığı gibi, İslam coğrafyası için en büyük tehdidin, ABD'nin bazı gruplara verdiği destek değil bizzat ABD'nin oradaki varlığı olduğuna dikkat çekilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
"Dolayısıyla Suriye savaşının daha başında Türkiye'nin yaptığı en büyük hata, ABD'yi oraya davet ederek ortak hareket etme isteği olmuştur. Bugün yaşananlar yapılan bu hatanın bedelidir. İlk düğme yanlış iliklendiği için yanlış adımlarda devam edilmektedir. ABD'nin Suriye'deki varlığını tahkim etme isteğinin en büyük nedeni siyonist çetenin güvenliğini temin etmek ve işgal ettiği yerleri genişletmesine zemin hazırlamaktır. IŞİD ve terörle mücadele gibi bahaneler ise minareye kılıf giydirmekten başka bir şey değildir. Suriye'deki varlığı devam ettiği müddetçe geliştireceği müttefiklik ve düşmanlıklar da bu strateji doğrultusunda olacaktır. Dolayısıyla ABD'nin, PYD ile işi bittiği zaman onları tereddüt etmeden harcayacağı muhakkaktır. Bu sonuç, başkası adına vekâleten savaşan bütün yapıların mukadder akibetidir."
"Suriye meselesinin köklü çözümü için bölge ülkeleri ellerinden gelen her şeyi yapmalı"
Bölge ülkeleri ve İslam coğrafyasının şiddet sarmalından kurtulması için emperyalizmin bölgedeki varlığını tahkim edecek her türlü fiilden şiddetle kaçınılması gerektiğinin vurgulandığı açıklamada, "Onların bir an önce bölge denkleminden çıkarılması için bölge ülkeleri, aralarındaki iş birliğini artırmalıdır. Suriye meselesinin adalet temelinde kalıcı olarak köklü çözümü için bölge ülkeleri, Kürtler başta olmak üzere bütün farklı etnik ve inanç gruplarına eşit haklar ve siyasi temsil sağlanması hususunda ellerinden gelen her şeyi yapmalıdır. İnancımızın bize emrettiği adaletin gereği budur." ifadeleri kullanıldı.
"Türkiye'nin bir daha darbelere maruz kalması istenmiyorsa darbelerin failleri hak ettikleri cezaya çarptırılmalıdır"
Açıklamada, 12-16 Şubat'ta 103 sanıklı 28 Şubat Postmodern Darbesi Davası'na devam edildiğine değinilerek, "Genel Başkanımız Sayın Zekeriya Yapıcıoğlu'nun da takip ettiği dava, 2 Mart'a ertelendi. Davaya basın ve siyaset kurumu ile sivil toplum kuruluşlarından gereken ilginin gösterilmemiş olması üzüntü vericidir. Zamanın hükümetine ve siyaset kurumuna karşı yapılmış ve sonuca ulaşmış darbenin yargılandığı bu davanın takipçisi olmaya devam edeceğiz. Türkiye'nin bir daha darbelere maruz kalması istenmiyorsa sadece teşebbüs aşamasında kalmış kalkışmalar değil, sonuca ulaşmış darbeler de bütün yönleri ve sonuçları ile adilce yargı önüne çıkarılmalı, failleri hak ettikleri cezaya çarptırılmalıdır. Aksi halde bu toplumun makûs kaderi olan darbeler dönemi kapanmış olmayacaktır. Diğer yandan, yargı sürecinin sadece asker ayağı ile sınırlı tutulması, davanın bir açmazıdır. Bu darbeyi farklı kılan yön, bunun lokomotifliğini her ne kadar generaller ve yargı yapmış ise de işin asıl icra yönünü oluşturan siyaset, medya, akademi ve sermaye çevrelerinden oluşan sivil bir ayağının olmasıdır. Bu nedenle özellikle siyaset, medya ve yargı ayaklarının ve diğer bileşenlerinin de yargılamaya dâhil edilmesi ve hak ettikleri cezaya çarptırılmaları adaletin ikamesi açısından zorunludur." şeklinde bildirildi.
"Hükümet yetkililerinin, halen devam eden bu zulümlere seyirci kalması esef vericidir"
28 Şubat'ta zulümlere maruz kalanların mağduriyetinin, darbenin 21'inci yıldönümünde de devam ettiğinin ifade edildiği açıklamada, "28 Şubat postmodern darbesinin kudretli generallerinden alınan brifinglerin etkisi ile zamanın güvenlik ve yargı organlarının 'irtica ile mücadele' adıyla yaptıkları zulüm ve gadirlerine maruz kalanların mağduriyetleri, darbenin 21'inci yıldönümünde de devam etmektedir. Bu durum, aslında 28 Şubat postmodern darbesinin bazı kesimler için halen devam ettiğinin en açık göstergesidir. Hukukun askıya alındığı, 'iç düşman' tanımlamasıyla hedef gösterilen mütedeyyin ve dindar kesimlerin aleyhine yargının merhametsizce bir silah gibi kullanıldığı hususu, bugün bütün çıplaklığı ile anlaşılmıştır. Buna rağmen, kendileri de bu sürecin birer mağduru olan hükümet yetkililerinin, halen devam eden bu zulümlere seyirci kalması esef vericidir. Haksızlıkların giderilmesi ve mağduriyetlerin telafisi hususunda bir adım atılmak istenmemesi, zulmün devamına seyirci kalınması ayrı bir zulümdür." denildi.
"Taşeron işçi kapsamdaki belirsizlik halen devam etmektedir"
Bütün taşeron işçilerine şartsız kadro verileceğinin beyan edilmesinin üzerinden aylar geçtiğinin belirtildiği açıklamada, şöyle denildi:
"Buna rağmen kapsamdaki belirsizlik halen devam etmektedir. Bazı kurumların kapsamın dışında tutulması ve getirilen şartlar nedeniyle sayıları yüz binleri bulan işçilerin ümitleri boşa çıkmıştır. Hem bütün şartları yerine getirdikten sonra kadroya alınacak taşeron işçileri, hem de diğer kamu kurumlarının kadrolarına alınacak kişilerle ilgili OHAL süreci nedeniyle yapılan güvenlik soruşturmalarında suç ve cezanın şahsiliği ilkesi çiğnenmektedir. Bu konuda güvenlik bürokrasisine verilen çerçevesi ve sınırları belirsiz inisiyatif nedeniyle büyük bir suiistimal sahası oluşmuştur."
"Güvenlik soruşturması uygulamasına derhal son verilmeli"
"Geçmişte, hukuken işe alınmaya engel teşkil etmeyecek bir soruşturma geçirenlerin veya uzak akrabalarından birinin dahi devlet aleyhine işlenen bir suç nedeniyle soruşturma geçirmiş olanların güvenlik gerekçesiyle işe alınmamaları adaletsizliktir." denilen açıklamada, "Bu uygulamalar toplumsal barışı zedelemekte, vatandaşın kamuya olan güvenini sarsmakta, güvenlik soruşturmalarının en alt kademedeki kamu görevlerinde bile partizanca bir kadrolaşmanın aracı kılındığına dair kanaati gittikçe pekiştirmektedir. Bu güvenlik soruşturmalarının, bugün devlet tarafından terörist olarak kabul edilen FETÖ ve Batı Çalışma Grubu gibi yapılar tarafından oluşturulan devlet hafızası esas alınarak yapıldığı hakikati ayrı bir garabettir. Bu nedenlerle güvenlik soruşturması uygulamasına derhal son verilmelidir." ifadelerine yer verildi. (İLKHA)
İşte HÜDA PAR gündem değerlendirmesinin tam metni
TİLLERSON ZİYARETİ VE TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ
Geçtiğimiz hafta ABD dışişleri bakanı Tillerson, Afrin ve Türkiye-ABD ilişkileri gündemi ile Türkiye'ye bir ziyarette bulundu. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı ile gerçekleşen görüşmeler sonrasında yapılan açıklamalardan, Türkiye tarafından, PYD'ye olan desteğini kesmesi karşılığında Münbiç`te ortak hareket etme teklifinin yapıldığı anlaşılmaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve Afrin meselesinde de görüldüğü gibi ABD'nin gizleme gereği bile duymadığı düşmanca tavırlarına rağmen, Türkiye halen ABD'yi stratejik müttefik ve dost olarak görmek istemektedir. ABD'nin kendi menfaatleri ve Siyonist terör çetesi dışında hiç kimseye dost olmadığı, bundan sonra da olmayacağı hususunda kimsenin şüphesi olmamalıdır. ABD nereye girmiş ise orayı talan etmiş, altını üstüne getirmiş, yakıp yıkmış, halkını katletmiştir.
Suriye meselesinde bir kez daha net olarak anlaşılmıştır ki İslam coğrafyası için en büyük tehdit, ABD'nin bazı gruplara verdiği destek değil, ABD'nin oradaki varlığıdır. Dolayısıyla Suriye savaşının daha başında Türkiye'nin yaptığı en büyük hata, ABD'yi oraya davet ederek ortak hareket etme isteği olmuştur. Bu gün yaşananlar yapılan bu hatanın bedelidir. İlk düğme yanlış iliklendiği için yanlış adımlarda devam edilmektedir.
ABD`nin Suriye'deki varlığını tahkim etme isteğinin en büyük nedeni Siyonist çetenin güvenliğini temin etmek ve işgal ettiği yerleri genişletmesine zemin hazırlamaktır. IŞİD ve terörle mücadele gibi bahaneler ise minareye kılıf giydirmekten başka bir şey değildir. Suriye`deki varlığı devam ettiği müddetçe geliştireceği müttefiklik ve düşmanlıklar da bu strateji doğrultusunda olacaktır. Dolayısıyla ABD'nin, PYD ile işi bittiği zaman, onları tereddüt etmeden harcayacağı muhakkaktır. Bu sonuç, başkası adına vekaleten savaşan bütün yapıların mukadder akibetidir.
Bölge ülkeleri ve İslam coğrafyasının şiddet sarmalından kurtulması için emperyalizmin bölgedeki varlığını tahkim edecek her türlü fiilden şiddetle kaçınılmalı, onların bir an önce bölge denkleminden çıkarılması için bölge ülkeleri aralarındaki işbirliğini artırmalıdır. Suriye meselesinin adalet temelinde kalıcı olarak köklü çözümü için bölge ülkeleri, Kürtler başta olmak üzere bütün farklı etnik ve inanç gruplarına eşit haklar ve siyasi temsil sağlanması hususunda ellerinden gelen her şeyi yapmalıdır. İnancımızın bize emrettiği adaletin gereği budur.
28 ŞUBAT DAVASI VE POSTMODERN DARBENİN 21. YILDÖNÜMÜ
12-16 Şubat tarihleri arasında 103 sanıklı 28 Şubat postmodern darbesi davasına devam edildi. Genel başkanımız Sayın Zekeriya Yapıcıoğlu'nun da takip ettiği dava, 2 Mart tarihine ertelendi. Davaya basın ve siyaset kurumu ile sivil toplum kuruluşlarından gereken ilginin gösterilmemiş olması üzüntü vericidir. Zamanın hükümetine ve siyaset kurumuna karşı yapılmış ve sonuca ulaşmış darbenin yargılandığı bu davanın takipçisi olmaya devam edeceğiz.
Türkiye`nin bir daha darbelere maruz kalması istenmiyorsa sadece teşebbüs aşamasında kalmış kalkışmalar değil, sonuca ulaşmış darbeler de bütün yönleri ve sonuçları ile adilce yargı önüne çıkarılmalı, failleri hak ettikleri cezaya çarptırılmalıdır. Aksi halde bu toplumun maküs kaderi olan darbeler dönemi kapanmış olmayacaktır.
Diğer yandan, yargı sürecinin sadece asker ayağı ile sınırlı tutulması, davanın bir açmazıdır. Bu darbeyi farklı kılan yön, bunun lokomotifliğini her ne kadar generaller ve yargı yapmış ise de işin asıl icra yönünü oluşturan siyaset, medya, akademi ve sermaye çevrelerinden oluşan sivil bir ayağının olmasıdır. Bu nedenle özellikle siyaset, medya ve yargı ayaklarının ve diğer bileşenlerinin de yargılamaya dahil edilmesi ve hak ettikleri cezaya çarptırılmaları adaletin ikamesi açısından zorunludur.
28 Şubat postmodern darbesinin kudretli generallerinden alınan brifinglerin etkisi ile zamanın güvenlik ve yargı organlarının “İrtica İle Mücadele” adıyla yaptıkları zulüm ve gadirlerine maruz kalanların mağduriyetleri, darbenin 21. yıldönümünde de devam etmektedir. Bu durum, aslında 28 Şubat postmodern darbesinin bazı kesimler için halen devam ettiğinin en açık göstergesidir. Hukukun askıya alındığı, “İç Düşman” tanımlamasıyla hedef gösterilen mütedeyyin ve dindar kesimlerin aleyhine yargının merhametsizce bir silah gibi kullanıldığı hususu, bugün bütün çıplaklığı ile anlaşılmıştır. Buna rağmen, kendileri de bu sürecin birer mağduru olan hükümet yetkililerinin, halen devam eden bu zulümlere seyirci kalması esef vericidir. Haksızlıkların giderilmesi ve mağduriyetlerin telafisi hususunda bir adım atılmak istenmemesi, zulmün devamına seyirci kalınması ayrı bir zulümdür.
TAŞERON İŞÇİLERİN KADRO DURUMUNDAKİ BELİRSİZLİK VE GÜVENLİK SORUŞTURMALARINDA YAPILAN HAKSIZLIKLAR
Bütün taşeron işçilerine şartsız kadro verileceğinin beyan edilmesinin üzerinden aylar geçti. Buna rağmen kapsamdaki belirsizlik halen devam etmektedir. Bazı kurumların kapsamın dışında tutulması ve getirilen şartlar nedeniyle sayıları yüz binleri bulan işçilerin ümitleri boşa çıkmıştır. Hem bütün şartları yerine getirdikten sonra kadroya alınacak taşeron işçileri, hem de diğer kamu kurumlarının kadrolarına alınacak kişilerle ilgili OHAL süreci nedeniyle yapılan güvenlik soruşturmalarında suç ve cezanın şahsiliği ilkesi çiğnenmektedir. Bu konuda güvenlik bürokrasisine verilen çerçevesi ve sınırları belirsiz inisiyatif nedeniyle büyük bir suistimal sahası oluşmuştur.
Geçmişte, hukuken işe alınmaya engel teşkil etmeyecek bir soruşturma geçirenlerin veya uzak akrabalarından birinin dahi devlet aleyhine işlenen bir suç nedeniyle soruşturma geçirmiş olanların güvenlik gerekçesiyle işe alınmamaları adaletsizliktir. Bu uygulamalar toplumsal barışı zedelemekte, vatandaşın kamuya olan güvenini sarsmakta, güvenlik soruşturmalarının en alt kademedeki kamu görevlerinde bile partizanca bir kadrolaşmanın aracı kılındığına dair kanaati gittikçe pekiştirmektedir. Bu güvenlik soruşturmalarının, bugün devlet tarafından terörist olarak kabul edilen FETÖ ve Batı Çalışma Grubu gibi yapılar tarafından oluşturulan devlet hafızası esas alınarak yapıldığı hakikati ayrı bir garabettir. Bu nedenlerle güvenlik soruşturması uygulamasına derhal son verilmelidir.
HÜDA PAR GENEL MERKEZİ