Kelime-i Tevhid Ruhu
✍ İLİM İRFAN
Bu sözün ruhu ve sırrı;
Şanı yüce isimleri mübarek ve kendinden başka ibadete layık ilâh bulunmayan Rabbi; sevgide, tevekkül, saygı duyma gibi hususlarda birlemek, bunları yalnız O`na has kılmaktır.
O`ndan gayri sevilen her şey O`nun (c.c.) sevgisine bağlı olarak ve O`na (c.c.) olan sevgiyi artırmaya bir vesile olarak sevilir.
O`ndan başkasından korkulmaz,
O`ndan başkasından umulmaz,
O`ndan gayrisine tevekkül edilmez.
Ancak O`na yönelinir,
Ancak O`ndan sakınılır,
Yalnız O`nun adıyla yemin edilir,
Ancak O`na bakılır.
Yalnız O`na tevbe edilir,
Yalnız O`nun emrine itaat edilir,
Ancak O`ndan (c.c.) sevap umulur,
Sıkıntılı anlarda ancak O`ndan yardım istenip yalnız O`na sığınılır.
Ancak O`na secde edilir,
Hayvan ancak O`nun için ve O`nun adıyla kesilir.
Tüm bunlar bir kelimede bir araya gelirler. O da: “Her türlü kulluğun yalnız O`na yapılmasıdır.” “Lâilâhe illallah” şehadeti işte böyle tezahür eder.
O yüzden Allah`dan başka ibadete layık ilâh bulunmadığına hakikî şahitlikte bulunan kimseye cehennem ateşi haram kılınmıştır ve bu şehâdetin hakikatini yerine getirenin ve uygulayanın cehenneme girmesi imkansızdır.
Yüce Allah`ın (kurtuluşa ermiş müminler hakkında) buyurduğu gibi:
“Onlar ki şahitliklerini yerine getirirler.” (Meâric, 33)
Bu, şahitliğini açıkta ve gizlide, kalbinde ve kalıbında (bedeninde) gerçekleştirmiş kişidir.
Çünkü:
- Bazı insanların şahitlikleri (kelime-i şehadet sözleri) ölüdür.
- Bazılarınınki uykudadır, uyartıldığında uyanır.
- Bazılarınınki yatmış vaziyette,
- Bazılarınınki ayakta haldedir.
Bunun kalpteki yeri ruhun bedendeki yeri gibidir.
- Bazı ruhlar ölü,
- Bazı ruhlar hasta ve ölüm yatağında,
- Bazıları hasta ve yaşama daha yakın,
- Bazıları ise bedenin gereksinimlerini yerine getirmeye devam eden sağlıklı ruhlardır.
Sahih bir hadiste Allah Rasûlü şöyle buyurur:
“Hakikaten ben öyle bir söz biliyorum ki ölüm anında onu her söyleyen kulun ruhuna ruh katar.”
Bedenin hayatı ondaki ruhla olduğu gibi ruhun hayatı da içinde bu sözün bulunmasıyla olur. Bu söz üzere ölen kişi cennettedir, orada dilediği gibi gezer. Bu sözü gerçekleştirmek ve uygulamak üzere yaşayan kimsenin ruhu ebedî cennette keyif sürer, orada en hoş ve en mutlu yaşamı sürer.
Yüce Allah:
“Her kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva-hevesinden men`ederse onun yurdu cennet olur.” (Nâziat, 40-41)
Evet, Rabbiyle buluştuğu günde de yeri-yurdu cennettir.
Allah`ı tanıma, sevme, O`nunla (c.c.) yalnızlığını giderme, O`nunla buluşmak için can atma, O`nunla huzur bulma, O`ndan ve O`nunla beraber olmaktan hoşnut olma cenneti de; kişinin ruhunun bu dünyadaki sığınağı ve yurdudur.
Bu dünyada yurdu bu cennet olan kişinin Rabbiyle buluştuğu gündeki yurdu da o ebedî cennetler olur. Bu dünyada bu cennetten yaşamlarında zorluklarla karşılaşsalar dünyada sıkıntılı yaşasalar da cennetlerdedirler.
Fasıklar ise, dünyevî geçimleri çok rahat olsa da aslında cehennemdedirler.
Yüce Allah:
“Erkek veya kadın, her kim mü`min halinde salih amel işlerse, andolsun ki ona hoş bir hayat yaşatacağız” (Nahl, 97) buyurur.
“Hoş hayat” tan maksat “dünya cenneti”dir. Yüce Allah yine:
“Allah her kimi doğru yola iletmeyi dilerse onun göğsünü İslama açıverir. Her kimi saptırmak isterse onun da göğsünü, (o kimse) göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar” (En`am, 222), buyurur.
Göğsün açık ve geniş olmasından daha hoş bir nimet, göğsün dar olmasından daha acı bir azap var mıdır?
Yüce Allah şöyle buyurur:
“İyi bil ki Allah dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar ki inandılar ve sakınmaktadırlar. Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlara! Allah`ın kelimeleri değişmez. (Onun verdiği söz, mutlaka yerine getirilir.) İşte büyük kurtuluş budur.” (Yûnus, 62-64)
Demek ki kendisini Allah`a adamış mü`min, insanlar arasında yaşamı en hoş, aklı en rahat, göğsü en açık, kalbi en mutlu kimsedir. Bu, ahiretteki cennetten önce girdiği dünya cennetidir onun.
Allah Rasûlü:
“Cennet bahçelerinin yanından geçerseniz orada otlanın” buyurmuş,
Sahabiler “Cennet bahçeleri nedir?” diye sorunca:
“Zikir halkaları” buyurmuştur.
Başka bir hadisinde Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem):
“Evim ile (camideki) minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir”buyurmuştur. İftarsız ve sahursuz ard arda oruç tutmayı yasakladığında sahabiler peygambere kendisinin bunu yaptığını hatırlatmışlar, O ise, şöyle buyurmuştur:
“Ben sizin gibi değilim. Ben hep Rabbimin yanındayım. O beni yediriyor, içiriyor.”
Allah Rasûlü (Sallallahu aleyhi ve sellem) burada Rabbi katındaki (manevî) gıdanın en güzel yiyecekler ve içecekler yerine geçtiğini, bunun sadece kendisine özgü bir şey olup başkasının buna sahip olmadığını, yeme-içmesini terkettiğinde onun yerine geçecek, ona gerek bırakmayacak bir alternatife sahip olduğunu haber vermektedir.
Şairin dediği gibi:
O kadar hoş sözlü ki onu hatırlayınca
Yeme-içme ihtiyacını unutursun.
Yüzünde seni aydınlatan bir nûr vardır.
Ondan bahsetmen sana şarkı söyleme zevki verir.
Yolculuğunun bıkkınlığından şikâyetçi olsan,
Buluşma ümidi seni teselli eder, buluşunca da dirilirsin.
Bir şey kula ne kadar lazım ve faydalı ise, onu kaybetmekten o derece çok ızdırap ve acı duyar. Bir şeyin de yokluğu ona ne kadar faydalı ise onun varlığından o kadar çok ızdırap duyar.
Kul için kesinlikle Allah›a (c.c.) yönelmek, O›nu (c.c.) zikretmekle meşgul olmak, sevgisiyle hazlanmak ve rızasını istemek kadar faydalı hiçbir şey yoktur. Hatta bu olmaksızın onun ne yaşamı, ne sevinci, ne de mutluluğu vardır. Dolayısıyla bunun yokluğu onun için en acı verici ve en zor bir şeydir.
Ruhun bu azap ve işkenceyi hissetmemesinin, nedeni ise başka şeylerle uğraşmasıdır. Böylece, kendisi için en iyiden mahrum olmanın elem ve ızdırabını hissetmez.
Bu kimse evi, malları, ailesi ve çocukları yanmış, ama sarhoşluğundan ötürü kendinden geçmiş kimseye benzer, kendine gelinceye, sarhoşluk perdesi kalkıncaya ve sarhoşluk uykusundan uyanıncaya kadar bu musibetlerin elem ve acısını hiçbir şekilde hissetmez. Ama kendine geldiğinde tüm bunların farkına varır.
Perdenin kaldırılıp ahiret penceresinin açıldığı dünyadan ayrılıp Allah›a gittiğinin farkına vardığı vakit de kulun durumu aynen böyledir. Hatta buradaki elem, ızdırap ve pişmanlık kat kat fazladır. Çünkü dünyada başına bir musibet gelmiş kimse bunun başka yollarla telafi edilmesini umar ve başına gelen belânın geçici olduğunu, daimî olmadığını bilir. Ama, kurtulma imkânının olmadığı, telafisinin imkansız olduğu, artık dünyayla ilişkisinin kalmayacağı bir musibete duçar olmuş kimsenin hali nicedir. Yüce Allah hayatını sona erdirmek suretiyle onu bu azap ve pişmanlıktan kurtarsaydı çoktan razı olurdu. Çünkü ölüm, onun en büyük istek ve arzusu haline gelmiştir. Tüm bu acı ve ızdıraplar sadece, kaçırılan bir fırsattan dolayı duyulan pişmanlığın acısıdır. Bir de bedene yapılacak ölçülmesi imkansız azap ve işkence vardır; bu kulun hali nice olur o zaman?
Şimdi, onsuz hayatı düşünemediğin dünyada en çok sevdiğin şeyi düşün. Farzet ki o etinden alındı veya en çok ihtiyaç duyduğun şeyden engellendin. O durumda halin nice olur?
Bu, alternatifi olan, benzerini elde edebileceğin bir şey. Peki, alternatifi bulunmayan kimseyi kaybedip ondan mahrum olduğunda halin nice olur?
Şairin dediği gibi:
Kaybedecek olsan her şeyin bir alternatifi benzeri var.
Allah›ı kaybedecek olursan yok O›nun alternatifi
Bir kudsî hadiste Yüce Allah şöyle buyurur:
«Ey Adem oğlu! Seni bana kulluk edesin diye yarattım; öyleyse oynama, oyalanma; senin rızkına kefil oldum; öyleyse kendini yorma, parçalama.
Ey Adem oğlu! Beni iste, hemen yanında bulacaksın. Beni bulunca her şeyi bulacak, beni kaybettiğinde her şeyi kaybedeceksin. Ben, senin en çok seveceğin varlığım!»
Kalbin İlacı (İbni Kayyım)