"Darbelerle mücadele etmenin yolu baskıcı rejimler inşa etmek değildir"
Diyarbakır Baro Başkanı Ahmet Özmen, son yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile tek tip kıyafet ile sivillere yönelik hukuki ve idari sorumsuzluk getiren düzenleme hakkında açıklamalarda bulundu.
Son yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hakkında açıklamalarda bulunan Diyarbakır Baro Başkanı Ahmet Özmen, tek tip kıyafet ile sivillere yönelik hukuki ve idari sorumsuzluk getiren düzenlemeyi eleştirerek, darbelerle mücadele etme yolunun baskıcı rejimler inşa etmek olmadığını belirtti.
Diyarbakır Tabip Odası, Hak İnisiyatifi Diyarbakır Temsilciği, İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği ile beraber basın toplantısı düzenleyen Özmen, darbelerle mücadele etme yolunun baskıcı rejimler inşa etmek olmadığını söyledi.
Kişiler henüz yargılanırken tek tip elbisenin giydirilmesinin kişilik haklarını zedeleyeceğini dile getiren Özmen, mahpusları onur kırıcı muameleye tabi tutmanın referansının Guantanamo hapishanesi olamayacağını söyledi.
Olağanüstü halin ilan edilme gerekçeleri ile alakası kurulamayacak düzenlemelerin hayata geçirildiğini ifade eden Özmen, KHK'larının anayasaya aykırı şekilde kapsamının dışına çıkarıldığını ileri sürdü.
KHK'ların hukuki denetimin dışına çıktığını dile getiren Özmen, "15 Temmuz Darbe Girişimi sebebiyle ilan edilen OHAL kapsamında yayınlanabilecek Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK), OHAL'in ilan edilme gerekçeleri dışında olamayacağı Anayasa'da açıkça belirtilmiş olmasına rağmen bugüne kadar yayınlanan KHK'ların hemen hepsinde; kış lastiğinden yüksek yargı mensuplarının sağlık harcamalarına, taşeron işçilerin kadroya alınmasından deprem tedbirlerine ilişkin düzenlemelere kadar, OHAL'in ilan edilme gerekçeleri ile alakası kurulamayacak düzenlemeler hayata geçirilmiştir. OHAL kapsamı dışındaki KHK'ları inceleme yetkisi olan ve bu yetkiyi daha önce kullanmış olan Anayasa Mahkemesi (AYM) siyasi atmosferin de etkisiyle bu yetkisinden feragat etmiş ve KHK'ları hukuki denetimin tamamen dışına çıkarmıştır. 24 Aralık Pazar günü yayımlanan 695 ve 696 sayılı iki KHK, bugüne kadar uygulanan KHK pratiğini sürdürmekle kalmamış, yargı mekanizması ile toplumsal hayatı derinden etkileyecek uygulamalara imza atmıştır." dedi.
"Son KHK'da da örneklerini gördüğümüz bu ve benzeri uygulamalar, yasama organı tarafından yapılması gereken kanun değişikliklerinin TBMM devre dışı bırakılarak yapılması, seçmen iradesinin yok sayılması anlamına gelmektedir ve kabul edilemezdir" diyen Özmen, sözlerine şöyle devam etti:
"Yargıtay başta olmak üzere, yargısal düzene yürütme tarafından KHK eliyle yapılan müdahaleler, giderek bozulmakta olan yasama-yürütme-yargı dengesini yürütme lehine bozmaya devam etmekte, bu durum demokratik hayatı büyük tehdit altında bırakmaktadır. Ayrıca KHK'larla yapılacak düzenlemelerin OHAL dönemi ile sınırlı olması gerekirken kalıcı değişiklikler getirmek anayasaya, hukuka açıkça aykırı olup Temel Hak ve Özgürlüklere vurulan bir darbedir. Geçtiğimiz pazar günü yayımlanan 696 sayılı KHK'ya bakıldığında, çok çarpıcı bazı düzenlemeler öne çıkmaktadır. 96'ncı maddesiyle getirilen düzenleme uyarınca; zorunlu müdafinin duruşmaya hiç gelmemiş olması halinde de yargılamaya devam edileceğine ilişkin düzenleme getirilmiştir. Bu düzenleme ile bugüne kadar tahliyelere yapılan itirazların kanuna aykırılığı ispat edilmiş ve bu kanuna aykırı uygulamaya KHK ile dayanak oluşturulmuştur. Ancak bu düzenlemenin KHK ile yapılması hukuken mümkün olmadığı gibi olmadığı gibi getirilen uygulama kanuna aykırı olmasa bile hukuka aykırı olmaya devam edecektir."
"Masumiyet karinesi ilkesi gereğince, suçluluğu bir yargı kararı ile kesinleşinceye kadar herkes masumdur"
Son yayımlanan KHK'nın en çarpıcı maddelerinin mahkûmlara tek tip kıyafet getiren uygulama ile bazı sivillere cezasızlık sağlayacak düzenlemeler olduğunu söyleyen Özmen, "KHK'nın 103'üncü maddesi ile mahpusların hastane, mahkeme gibi yerlere cezaevi tarafından verilecek elbiselerle sevk edilmeleri zorunlu kılınmakta ve bu elbiselerin rengi de tek tip olarak belirlenmektedir. Bu elbiseleri giymeyi reddeden ya da elbiselere zarar verenler, ziyaretçi görüş cezası ve benzeri cezalarla karşı karşıya kalacaklardır. Bu madde; evrensel hukuk kurallarına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne, anayasaya ve kanunlara ve en nihayetinde bir evrensel hukuk ilkesi olan 'masumiyet karinesi' ilkesine açıkça aykırıdır. Masumiyet karinesi ilkesi gereğince, suçluluğu bir yargı kararı ile kesinleşinceye kadar herkes masumdur. Bununla beraber suçlu dahi olsa hiç kimsenin kişilik haklarına halel getirilemez." ifadelerini kullandı.
"Bu onur kırıcı uygulama cezaevlerinde çok büyük hak ihlalleri ile sonuçlanacak reaksiyonlara davetiye çıkarmaktadır"
Mahpusları onur kırıcı muameleye tabi tutmanın referansının Guantanamo hapishanesi olmayacağına vurgu yapan Özmen, "Söz konusu değişiklik ile kişiler henüz yargılanırken bu 'tulumlar' giydirilerek kişilik hakları zedelenmiş olacak, masumiyet karinesi ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı bir uygulama başlatılacaktır. Bu onur kırıcı muamele Türkiye'de daha önce uygulanmış, sakıncaları bizzat tecrübe edilmiş ve Danıştay tarafından 1989 yılında kaldırılmıştır. Mahpusları onur kırıcı muameleye tabi tutmanın referansı Guantanamo hapishanesi olamaz. Dünya kamuoyu tarafından eleştirilen, karşı çıkılan bu uygulamanın daha birkaç yıl öncesine kadar karşısında olan bir hükümet tarafından hayata geçirilmesi, hukuk ve insan hakları çıtasının nereye düştüğünü göstermesi bakımından ibret vericidir. Açıkça ifade ederiz ki gayrimeşru ve gayrihukuki olan bu onur kırıcı uygulama cezaevlerinde çok büyük hak ihlalleri ile sonuçlanacak reaksiyonlara davetiye çıkarmaktadır." şeklinde konuştu.
"Bu madde ile istenilen kişi suçtan muaf tutulabilir"
Sivillere cezasızlık sağlayacak düzenlemeyi de eleştiren Özmen, "Her ne kadar Hükümet yetkililerince bu maddenin 15 ve 16 Temmuz günlerinde gerçekleştirilen eylemler ile sınırlı olduğunu söylemiş ise de metnin hem hükümetin başka üyeleri tarafından hem de hukukçular ve insan hakları savunucuları tarafından böyle anlaşılmadığı açıktır. Kamuoyunda oluşan algı ile ortaya çıkan reaksiyonlar, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının son derece tartışmalı olduğu gerçeği ile birlikte değerlendirildiğinde, bu maddenin kamu düzenini tamamen ortadan kaldırabileceği, bazı sivillerin veya grupların diğer gruplara yönelik şiddet eylemlerini meşrulaştıracağı kuvvetle muhtemeldir. Bugün, hukukun büyük oranda keyfi bir esneklik içinde işlediği böyle bir atmosferde bu madde ile istenilen kişi suçtan muaf tutulabilir. Dün, öldürdüğü çobanın cesedinin yanına silah atanlar, onların 'terörist' olduğu iddiasıyla nasıl yargıdan muaf tutulduysa, yarın herhangi bir insanı öldürülüp 'terörü övdü' gibi bahanelerle yargıdan kaçabilecektir. Bu madde ile toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkı kapsamında yapılan bir etkinlik veya bir basın açıklaması, başkaca gruplar veya sivil vatandaşlar tarafından bu bahanelerle şiddet kullanılarak engellenebilir. Bu düzenleme ifade özgürlüğü, toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkı gibi temel hakların kullanımını riskli hale getirmektedir." diye konuştu.
Anayasa ve hukuk normları ile çelişen bütün KHK'ların iptal edilmesi çağrısında bulunan Özmen sözlerine şöyle son verdi:
"OHAL'in varlığının ve siyasal iktidarın uygulamalarının kişi hak ve hürriyetlerine sistematik olarak zarar verdiğini, KHK'larının Anayasaya aykırı şekilde kapsamının dışına çıkarıldığını, TBMM'nin neredeyse devre dışı bırakıldığını, demokratik siyaset kanallarının kapatıldığını, Demokratik kazanımlardan hızla uzaklaşıldığını toplum olarak hep birlikte yaşayarak tecrübe etmekteyiz. Sonuç olarak; darbe ile ilişkili olmayanlar başta olmak üzere Anayasa ve hukuk normları ile çelişen bütün KHK'ların iptal edilmesi, OHAL'in derhal kaldırılarak hukukun üstünlüğünün egemen kılınması, siyasi faaliyetleri sebebiyle tutuklu bulunan siyasetçilerin serbest bırakılması, siyaset kurumunun kutuplaştırıcı dili terk ederek normalleşmesi çağrısında bulunuyoruz. Darbelerle mücadele etmenin yolu baskıcı rejimler inşa etmek değildir. Unutulmamalıdır ki darbelerin panzeri daha fazla demokrasi, daha fazla hukuk, daha fazla insan hakları, daha fazla özgürlüktür." (M. Hüseyin Temel - İLKHA)