Kürtçe Tabelayı Kaldırın, Ankara`dan Bakan Yardımcısı Geliyor!​​​
Tabelalardan Kürtçeyi kaldıran mantığın önü alınmazsa tekrar eski politikalara dönme riski birkaç bürokratın icraatına bakacaktır. Unutulmasın, birkaç bürokratın işi denilen gayri hukuki işlerin sonuçlarına bu ülke ve Kürtler şahittir.
DBP`li belediyelere kayyım atandıktan sonra birçok belediyenin tabelası değiştirildi. Değiştirilen tabelalarda ilk bakışta aranan husus, Kürtçe kısımların tekrar yazılıp yazılmadığıydı. Diyarbakır gibi birçok yerde yazının boyutuna ilişkin tartışmalar olsa da Kürtçe yer almıştı. Örgüt elemanlarının isimleri verilen birkaç parktaki isim değişikliği üzerine ise pek durulmadı. Ancak Lice`deki Ceylan Önkol Parkı`nın, Fırat Sımpil olarak değiştirilmesi çocuk ölümleri arasında faillerine göre muamele yapıldığı gerekçesiyle tepki çekmişti. Yine Van Çatak'ta "Westaniya Parezer Tahir Elçi” isminin verildiği parkın, yaşamını yitiren korucu "Ali Oğün" olarak değiştirilmesi de gündeme gelmişti.
Hakkari`nin Yüksekova ilçesinde yapılan değişiklik ise, daha çok geçmiş dönemlerdekine benzer bir zamanlama ile yapıldı. Hani Ankara'dan heyetlerin geldiği zamanlarda küçük beldelerde yapılan hızlı değişiklikler gibi. Yüksekova Belediyesi`ne kayyım olarak atanan ilçe Kaymakamı Mahmut Kaşıkçı, İçişleri Bakan Yardımcısı Mehmet Ersoy'un ziyareti öncesi belediye binasındaki Kürtçe tabelayı kaldırttı. 2014`te Kürtçe belediye anlamına gelen “ŞAREDARI” yazılan tabela ziyaret öncesi indirilerek yerine “T.C Yüksekova Belediyesi” ifadesi asıldı. İşgüzar bir bürokratın işi olarak görülebilecek bu değişikliğe, hükümet ve Sayın Ersoy nasıl bakıyor bilmiyoruz. Ancak Ankara`dan gelecek misafirlerin Yüksekova gibi bir yerde Kürtçeden rahatsız olabileceklerini düşünmek korkunç bir hissiyat yaratıyor insanda. Öyle ya Ankara`dan gelenler görmeden Kürtçe tabela kaldırıldı diyelim, ya sokakta Kürtçe konuşan Yüksekovalılara rast gelirlerse ne yapacaklar? Dönemin 9. Kolordu Komutanı Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu gibi azarlayacaklar mı? Kıvrıkoğlu, 2005 yılında Erzurum`daki bir okul ziyaretinde Kürtçe yardım istemesi üzerine yaşlı bir kadını azarlamıştı. Elinde nüfus cüzdanı ile yardım isteyen kadına ‘Türkçe öğren` diyen Kıvrıkoğlu, basına dönüp ‘Eğer bu devletten yardım istiyorsa, devletin resmi dilini öğrenmesi lazım' diyecek kadar cüretkardı. Binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan bir toplumun ferdine, adeta bir mülteciyi azarlayan konsolosluk görevlisi gibi davranmıştı.
Daha vahimini de yaşadı bu topraklar tabi. Örneğin çarşı-pazarlarda Kürtçenin yasak olduğu dönemlerde kelime başına beş kuruş ödemek zorunda kaldı. Yoğurt alabilmek için Türkçe konuşmak zorunda kalan ama bilmediği bir dilin zorunluluğunu da yine kendi lisanıyla aşmaya çalışan Kürtler, trajikomik bir duruma düştüler. “Bana bir kilo yoğurt ver” diyemeyen ahali, çareyi Kürtçe “Kiloki mast bide min, bi Tırki.(Bir kilo yoğurt ver, Türkçe) söylemekte bulmuştu. Böylelikle yasağı delmeden alışveriş yapmayı planlıyordu. Yine simsarların hayvan alım satımında Türkçe bilen küçük çocuklar aracılığıyla yaptığı pazarlıklar nasıl yaşanır onu gördü. Tokalaşarak pazarlığın en sıcak anında bile ağzından Kürtçe bir kelime kaçırmanın korkusunu yaşadı. Yine her darbede gözaltına alınan ve tutuklanan Kürtler, Türkçe bilmemenin cezasını diğer tüm mahkumlardan daha ağır uygulamalara maruz kalarak yaşadılar.
Kürtçeye ilişkin en vahim hadiselerden biri ise Şeyh Said Kıyamı`nda kurulan İstiklal Mahkemesi`nde yaşanmıştı. Mahkeme savcısı Ahmet Süreyya Örgeevren, “Bir gün mahkemeye karayağız, yiğit bir Kürt genci getirdiler. Hakimler sorguya çekti. Türkçe bilmediği anlaşılınca, hakimler danıştılar ve delikanlının idamına karar verdiler…” diyordu 34 yıl sonra. “Türkçe bilmeyen bir kimseden bu memlekete hayır gelmeyeceğinden idamına…” denilerek asılan o genç, savcının kabuslarında öğrenmişti Türkçe`yi. Şöyle anlatıyordu savcı; “Dağkapı`da Yalova adlı küçük bir otel vardı. Orada kalıyordum. Uyur uyumaz, o Türkçe bilmeyen çocuk rüyama girerek boğazıma sarıldı ve Türkçe, ‘niye beni bıraktın beni idam ettirdin?` diye tehdit etti. Sabaha kadar bu hal iki-üç kere tekrarladı. Deliye dönmüştüm…”
Kürtçe üzerindeki baskılar zaman geçtikçe azaldı ve özellikle 2009`dan itibaren bir serbestiyet sağlandı. Üniversitelerde Kürt Dili ve Kültürü bölümlerinden, özel okullarda Kürtçe eğitime kadar bir dizi yenilik geldi. Yine seçmeli Kürtçe derslerinin yanında, Kürtçe siyasi propagandaya da izin verilmişti. Tüm bu haklar, Kürtlerin dilleri üzerindeki yasaklama ve sınırlamaların kaldırıldığı izlenimini doğurdu ve eğitim dili olmaması nedeniyle dilleri gittikçe eriyen Kürtlerde bir sevinç yarattı. Ancak sözünü ettiğimiz tüm bu haklar, teoride yerinde dursa da pratikte ciddi sıkıntıların yaşandığı görülüyor. Örneğin tabelada bile Kürtçeye yer bulamayan bir Yüksekova`da, kaç ailenin çocuğuna Kürtçeyi seçmeli ders olarak seçtirebileceği cevap bekleyen bir soru. Peki, daha geçen ay Şırnak`ta ne yazmıştı bir öğretmen sınıfında? İlk kuraldı; Kürtçe konuşmayacağım. Sınıfında Kürtçe yasağını gören hangi çocuk dilinden korkmaz, hangi aile çekinmez? Yine üniversitelerdeki Kürtçe ve Zazaca bölümlerinden mezun olanlara dönük alım yapılmaması ve keza bu bölümü okuyanların, fişlenerek farklı işlere bile girememesi gibi bir sonuç yaşanırken kaç gencin bu bölümleri seçmesi beklenebilir?
Kürtçenin önünde engellerin olmadığının savunulduğu bir dönemde, sadece Atatürk`e ağıt yakmak için serbest olmadığının kanıtlanması gerekiyor. Bunu kanıtlamanın yolu da devlet ve hükümeti eleştiren kesimlerin de Kürtçeyi özgürce kullanabileceği bir ortamdan geçiyor. Tabelalardan Kürtçeyi kaldıran mantığın önü alınmazsa tekrar eski politikalara dönme riski birkaç bürokratın icraatına bakacaktır. Ve unutmamak gerek ki, “birkaç bürokratın işi” denilen gayri hukuki işlere de bunların sonuçlarına da bu ülke ve Kürtler şahittir.
Kaynak: Zafer Burakmak-Yöneliş Haber