• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
Usta bir şairin dilinden `Şiir yazmak`
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

'Ateşin Düştüğü Yerden', 'Gül Yarası' ve 'Serencam' adlı şiir kitaplarının mimarı, Bekir Urfalı olarak tanınan ve bilinen Bekir Kaplantaş ile şiirin dünü ve bugününü konuştuk.

Karanlık bir döneme ışık tutan ezgi ve marşlarla dinlenen Şehitler Kervanı kasetlerinde, kendi dilinden yazdığı şiirleri yorumlanan şair Bekir Urfalı, şiir yazmak isteyenlere de tavsiyede bulunarak, yazılan şiirin çok etkili olabilmesi için çokça kitap okumaları gerektiğini söyledi.

Şairin sadece şiir yazmaktan ibaret olmadığını, mesleğini çok iyi yapan bir demircinin, dokumacının, marangozun da birer şair olduğunu söyleyen Bekir Urfalı, ehil olduğu görevinde aşkla çalışan herkesin birer şair olduğuna dikkat çekti.

Şairin kendini başkasının yerine kayarak düşünen insan olduğunu, bazen Filistin'de taş atan çocuğun yerine koyan, bazen de hiç tanımadığı bilmediği Bosna Hersek'te, Arakan'da acı çeken birinin yerine koyabilen bir insan olduğunu ifade eden Bekir Urfalı, şairin empati sanatını iyi bilmesi gerektiğini söyledi.

İlke Haber Ajansının (İLKHA) şair Bekir Kaplantaş (Bekir Urfalı) ile yaptığı röportajın tamamı:

Öncelikle Bekir Kaplantaş (Bekir Urfalı) kimdir, tanıyabilir miyiz?

"1962 Şanlıurfa doğumluyum. İlkokul mezunuyum. Şanlıurfa kültürüyle, güzellikleriyle geniş bir yer. Şanlıurfa'nın adet ve geleneklerine göre, ailemizden aldığımız terbiye doğrultusunda, Şanlıurfa'da yaşamaya çalıştık. Belediye Kültür Daire Başkanlığında sanat sokağında görev yapıyorum. Evliyim 3 çocuğum var."

Şiir merakına nasıl ve ne zaman başladınız?

"Şiir hayatım çok eskilere dayanır. Şanlıurfa, sanat açısından çok zengin bir yer. Çok zengin bir kültürümüz var. Bu kültürü her yerde; sokakta, evde, iş yerinde görebiliriz. Yaşam içerisindeki kültürü; çocukta, kadında, ailede ve büyüklerde her yerde bu kültürümüzün ağırlığını hissedebiliriz. Şiir konusunu çocukluğumuzdan biliriz. Annelerimiz beşiklerimizi sallarken, ilahiler okurken... Bu Tıp'ın bir araştırmasıdır. İnsanın biliçaltına yerleşiyor. Televizyonlar hayatımıza girmeden önce, büyüklerimiz uzun kış gecelerinde, bize hikâyeler anlatırlardı. Geçmişten anılarını anlatırlardı. Âşık Kerem, Leyla-Mecnun, Ferhat ve Şirin, Köroğlu ve Dadaloğlu gibi hikâyeleri anlatırlardı. Bunların içerisinde geçen şiirler vardı. Malum, Köroğlu aynı zamanda şair ve Dadaloğlu ise şiir okuyan birisidir."

Şair olarak nasıl yetiştiniz?

"Kesintisiz her sabah ezanından önce, camilerin minarelerinde 'methiyeler' dediğimiz naatlar okunurdu. Bunu Şanlıurfa'nın en iyi gazel okuyan hocaları okurdu. Mesela bir Bekçi Bakır, Ahmet Uzungöl hocalarımız bunları okurdu. Mahalli sanatçılarımız vardı. Bunların kasetleri hemen hemen her evde, her dükkânda çalınırdı. Yani çocukluktan kulağımıza müzik yerleşmişti. Büyükler bizi yetiştirirken bile naif yetiştirmeye çalışırlardı. Böyle vurucu, kırıcı ve dövüşçü falan bir şekilde yetiştirme değil. Nasihatlerle yetiştirmeye çalıştırırlardı. Bu, insanın yüreğini yumuşatan bir şeydir."

İlk şiiri ne zaman-nasıl yazdınız ve şiirlerinizi kitaplaştırmayı düşündünüz mü?

"Ben ilkokula başladığımda, ilkokul 5'inci sınıfta öğretmenimiz bir derste dedi ki, bu derste şiir yazacağız. Ben o şekil başladım ilk şiir hayatıma. Karalama ile kendimce çok iyi yazıyormuşum gibi başladım ki ben hala şiir yazmadığımın farkındayım. İlk kez 2003'te 'Ateşin Düştüğü Yerden' adlı şiir kitabımı çıkardım. 10 yıl aradan sonra, 'Gül Yarası'  kitabımı çıkardım. Her Urfalı şairdir. Her Urfalıda kültür ağırlığı vardır. Annelerimizde vardır. Annelerimiz karşılıklı oturduklarında, karşılıklı atışırlardı. Birbirlerine mani okurlardı. Bir ondan bir ondan okurlardı. Urfa'daki kültürün ne kadar içimize işlediğini, ne kadar hazır cevaplı olduğunu bizde oluşmasını anlatayım. Eskiden her şey mevsiminde yetişiyordu. Şimdiki gibi her mevsim yoktu. Çocuklar diyor ki, 'Bize hıyar getir, baba bize hıyar getir" derlerdi. Adam fakir, hıyarlar da yeni çıkmış pahalı olduğundan alamıyor. Çocuklarına 'Tamam, alacağım' diyor. Zaman geçiyor. Mevsim geçince hıyarlar büyüyüp, kartlaşmaya başlayınca ucuzluyor. Adam çarşıdan gelince bir sepet dolduruyor. Kuyu başına indiriyor. Hanımına seslenerek, 'Hanım al, hıyar istiyordunuz. Alın size hıyar.' deyince kadın, hıyarlara bir bakıyor. Diyor ki, 'Begim hıyar getirmiş. Cana kıyar getirmiş. Eller eşeğe veriyor. Kendi mubar (yeni) getirmiş' diye manileştirerek söylüyor. Bu hemen orada söylenmiş. Bu bizim kültürümüzün, bize ne kadar nüfuz ettiğini gösteriyor."

Sizi şairliğe götüren etkenler nelerdir ve herkes şair olabilir mi?

"Biz küçükken kendi oyuncaklarımızı kendimiz yapardık. Ne şeyler icat ederdik. Telden arabalar yapardık, sokak oyunlarımız vardı. Koza kıra, çelik çubuk, çamurdan evler yapardık, develer yapardık. Bu, işte bizim kültürümüzün bize ne kadar nüfuz ettiğini gösteriyor. Bizim de şairliğimiz oradan geliyor, yoksa böyle okuyarak değil. Kulaktan duyma. Herkes şair olabilir. Herkesin şair olabilmesi demek, herkes şiir yazabilir anlamını çıkarmayalım. Mesleğini çok iyi yapan bir demirci şairdir. Çok güzel bir çul yapan dokumacı şairdir. O şiirini dokumasına işler. Diğeri demirine işler. Marangoz yaptığı işe işler. Birileri de bizim gibi âcizane yazar."

Peki, şiir nedir ve günümüze kadar kendini koruyan şiirler var mıdır?

"Şiir nedir? O kadar çok cevabı var ki, 'Şiir ne değildir desek' belki daha kolay anlatılır. Şiir her şeydir. Şiir insandır. Allah herkese vermiştir. Âlimler diyor ki, 'İlham vahyin en alt derecesidir' Allah herkese vahiy etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de geçiyor. 'Biz Arı'ya vahiy ettik, 'Meryem'e vahiy ettik.' İşte bu, vahyin en alt derecesidir. Ben buna inanıyorum, şiirin vahiy ile bağlantısı olduğundan insanları çok etkiler. Birçok insan şiir ile kendini daha rahat anlatmıştır. Ve öyle şiirler vardır ki, ta bize cahiliye döneminden, hatta daha geçmiş tarihlerden günümüze kadar kendini korumuş şiirler vardır. Siz de biliyorsunuz ki, peygamberlerini kabul etmeyen topluluklar, onlara şair diyor, anlattıklarına şiirdir diyorlardı. Bu da vahyin en alt derecesi olduğundan, insanlar üzerinde bir etkisi olduğunu gösteriyor. Malum, cahiliye döneminde insanlar şiirlerini götürüp Kâbe'nin duvarlarına asarlarmış, ayetler geldikten sonra gidip o şiirlerini indirmişler. Yani şiir, insanları bu kadar etkileyen, çarpan bir şeydir."

Şair kimdir, ruh hali nasıldır ve şiirlerine kendini nasıl aksettirir?

"Şair kendi kendini başkasının yerine koyarak düşünen insandır. Şair kendini mesela Filistin'de taş atan çocuğun yerine koyabiliyor. Çocuğun elindeki taşın yerine koyabilen, Kudüs'ün yerine koyabilen insandır. Hiç tanımadığı bilmediği Bosna Hersek'te, Arakan'da acı çeken birinin yerine kendini koyabilendir. Kendini gülün, çiçeğin yerine koyup çiçeğin adıyla şiir yazabilendir. Bülbülün ağzıyla şiir yazabilen insandır. Şair, empati yapmasını bilen insandır. Her okuyan insan, kendi kendini o şiirin içinde bulur. Bir espri var. Şairin biri diyor ki, 'Sen benim şiirlerimi neden çalıp kendi adınla sevgiline gönderiyorsun?' dediğinde, diğeri cevap verir: 'Bu benim şiirimdir'. Şiir kiminse onundur. Yani kim kendi kendini şiirde buluyorsa, şiir onundur. Bu bir gerçektir. Yani insan kendi kendini şiirin içinde buluyorsa, o şiir onu anlatıyordur. Şiirlerin özelliğinden birisi de kalıcı olmasıdır ki insan kendi kendini bulduğu içindir. Sezai Karakoç'un 'Mona Roza' adlı şiiri vardır. Uzun zaman kimse kitabını almamıştır. Ama dilden dile herkes kendini bulduğu için ülkeyi dolaşmıştı o şiir."

'İlham perisi' denilen şey nasıl ve ne zaman gelir?

"Şiir ruhla alakalı bir şeydir. Şiir misafirdir. Yani 'ilham prensi' dediğimiz o şey, vakitsiz gelir. O kendi keyfine göre gelir. Şairin keyfine göre değil. Uykuda ya da uyanıkken gelir. Uyanmaya hazırken gelir. Bir iş esnasında gelir. Yani onun zamanı yoktur. İlham perisinin saati-vakti yoktur. Çünkü seninle hemhal olmuştur. İçli dışlı olmuştur. Mesela ben bir şiir yazdığımda kendi kendime 'Bu şiiri yazacak bir insan değilim, ben bu şiiri yazacak ne kültüre ne de bu bilgiye sahibim' diyorum. Ama 'ilham perisi gelince' güzel şeyler ortaya çıkıyor. Şiir, insan demektir. İnsana değer verilirse, eşyaya da değer verilir. Yaptığına da değer verilir. İnsanın çok ucuz olduğu bir noktadayız. Eşyadan daha da ucuz. Hâlbuki Allah, insanı en güzel surette yaratmıştır. Gözümüzün gördüğü-görmediği her şey, insan için yaratılmıştır. Ve bu yaratılan her şey insanların emrine verilmiştir."

İnsan ve şiir ilişkisini nasıl görüyorsunuz?

"İnsan o kadar kıymetlidir ki Allah, günahsız melekleri insanlara secde ettirmiştir. Ama geldiğimiz noktada bir insan, 9 yaşındaki bir çocuğunu rahatlıkla öldürebilecek, gözü kararmış ve bunu kendi çıkar menfaatleri için yapan bir hale gelmiştir. Sağımızda solumuzda her yerde savaş var. O kadar alıştık ki pazar yerine bir bomba düşüyor ve 40 kişi öldü dediklerinde, az kişi ölmüş diyecek hale gelmişiz. Acımıyoruz, yüreğimiz sızlamıyor. İnsana olan merhametsizliğimiz, eşyaya da sirayet ediyor, her şeye sirayet ediyor. Çünkü insan zalim olunca, dünya yaşanmaz hale geliyor. Önce sevgiyi kazandırmamız lazım. İslam, sevgi dinidir. Peygamber efendimiz önce insanlara kendi kendini sevdirmiş. İnsanlar birbirlerinin arasındaki güvenlerini kaybetmişler. Birbirimize güvenmiyoruz. Birbirimize bırakın canımızı, paramızı dahi teslim etmeyecek kadar güvensiz olmuşuz. İnsanda güven yoksa hiçbir şey yoktur. Her şeyin başı sevgidir, muhabbettir. Bundan dolayı insan-şiir ilişkileri sağlam temellere dayanmalıdır."

Şehitler Kervanı kasetlerinde kaç şiiriniz yer aldı?

"Şimdiye kadar yazdığım şiirlerin sayısını bilemiyorum. İyi yazılmamış bir sürü yazım vardır. Yeni başladığımız, heves ettiğimiz dönemlerde, aşk şiirleri, ağaca, kuşa yazılan şiirlerim var. Kabul gören şiirlerim çok azdır. Bir parmak sayısını geçmeyecek kadar azdır. Şiir okumak farklı bir şey, o başlı başına ayrı bir sanat, yazmak ayrı bir sanattır. Okumayı ehli olanın yapması lazımdır. Farklı zamanlarda Müslüman kardeşlerimizin marş olarak, ezgi olarak okuduğu bayağı var. Okuyan arkadaşlarımız da var. Çok güzel de icra etmişlerdi. Yıllardır hala severek okumaktalar, dinlemektedirler. Şehitler Kervanı kasetlerinde şiirlerim seslendirilmiş. İbrahim Sadri 'Mevdud' adlı şiirimi kendi kasetinde okumuştu. Bu gibi şeyler bizi memnun ediyor. Birilerine bir şey vermişsek, katkımız olmuşsa ne mutlu bize."

Eli kalem tutanlara "Biz de güzel şeyler yazıyoruz, ne yapmak gerekir, nasıl bir yol izlemeliyim?" diyenlere tavsiyeleriniz var mı?

"Şiir, Allah'ın insanlara bir ikramıdır. Allah bize ikram ettiği müddetçe inşallah yazarak devam ederiz. Çünkü insan yazdığı zaman kendinde bir boşalma hissediyor. Çünkü şiirin bir sancılı dönemi var. Aklınıza takıldığı zaman onu bitirmeden rahat edemiyorsunuz, sizi huzursuz ediyor. Anne karnında tekmeleyen çocuk gibi sizi rahatsız ediyor. İnşallah, bizi buna vesile kılar ve daha uzun zamanlar insanlara faydalı olmamızı nasip eder. Şiir bir duygu işidir. Tabi bunun bir ön çalışması var. İnsan bir değirmen gibidir. Ona neyi atarsan, onu öğütür. Bunun yolu da çok okumaktan, çok bilmekten geçer. Şiire daha fazla renklilik katmak için mutlaka okumak lazım, bilmek lazım. Belki bizim okuduğumuz kitapların, dinlediğimiz hikâyelerin, bunların gerçekten de çok etkisi var."

Günümüzde şiir yazmak isteyen gençlere ne gibi tavsiyeleriniz var?

"Şiir yazmak isteyenlere tavsiyem çok okusunlar. Hele hele gençlerin mutlaka okumaları, teknolojiyi faydalı bir şekilde kullanmaları lazımdır. Bizim neslin bugün anlatacağı çocukluktan kalma bavullar dolusu hatıra ve anıları var. Düşünüyorum, bugünkü gençlerin yarın anlatacakları ne var?  Onun için okumalarını tavsiye ediyorum. Okumak insanın ufkunu açıyor. Yeni şeyler öğretiyor insana, her bildiği kelime bir insan, her öğrendiği bir bilgi bir dünyayı açıyor, yeni kapılar açıyor. Taklitçilikten kaçınsınlar, birini taklit etmektense kendileri olmaları için çalışsınlar. Bu dünyaya bir iz bırakmaya gelmişiz hepimiz. Yaşadığımız zaman diliminde Allah, bize verdiği ömrün hesabını soracak."  

Son olarak neler söylemek istersiniz? 

"Şair, kendini bir yaprağın, ağacın yerine koyabilen insandır. Koyabilen kişi zaten şairdir. Ben yaprağın çıkardığı sesi yaprağın iniltisi olarak görüyorum. Yaprak dalından ayrılmıştır, kopmuştur ağacından, kurumuştur ve gazel olmuştur. Yere dökülmüştür. Ve ben onun üzerine yazınca, o onun iniltisidir. Şair bunu böyle gördüğü zaman, yazabildiği zaman şairdir. Ve daha da ileriye gidildiğinde bu muhabbet işidir. Yazacağı şiirlerinde muhabbet ve sevgi ilişkisi mutlaka olmalıdır. Hz. Muhammed (sav) olmasa hiçbir şey olmaz. Dünya muhabbet üzerinedir. Her şey muhabbet üzerinedir. Önce muhabbeti kendimize oluşturacağız. Önce iyi olacağız. Sonra diyeceğiz 'Ya Rabbi bizi iyi insanlarla karşılaştır.' Biz iyi olmadan başkasından iyilik beklemeyelim."

Şairin öne çıkan şiirleri ise şunlar: 'Ey tağutun neferi', 'Çiçektir Şehit', 'Ağlar ha ağlar', 'Bahar geldi Suruc'a', 'Ali İbrahim'dir', 'Baharların üstüne çöktü kara bulutlar', 'Bu çağın Zeynepleri', 'Hak gelir batıl gider', 'Ebabil kuşlarımız', 'Birileri uyanıyor.' (Ramazan Casuk, Hüseyin Sayhar-İLKHA)




















 

Bu haberler de ilginizi çekebilir