Siyonist-Evanjelist Amerikan siyasal aklının yeni prensi "Selman"
Trump`ın ABD Başkanı seçilmesinin ardından yeni bir süreç başlatıldı. Bütün bir İslam coğrafyasında çatışmalar ve kan akmaya devam ederken, Suudi`nin giriştiği siyasi ve ekonomik operasyonlar yeni bir projenin uygulanmaya başlandığını gösteriyor.
Özellikle Donald Trump'ın ABD Başkanı seçilmesi sonrasında ilk dış gezisini Suudi'ye yapması, burada 55 İslam ülkesi yöneticini toplaması ve ardından İslam coğrafyasında tırmanan olaylar, Suudi rejiminin körfezde siyasi ve ekonomik operasyonlara girişmesi, yeni bir projenin hayata geçirildiğine işaret ediyor.
Trump'ın seçim süreci boyunca İslam ve Müslüman düşmanlığını dile getirmesi, başkan seçildiğinde bu yönde yeni yaptırımlar uygulayacağı görülüyordu. Nitekim Trump, ABD başkanı olduktan sonra "İslami terör" gibi nitelemelerle tüm İslam dünyasını hedef alan pervasız açıklamalarda bulundu.
Müslümanların Amerika'ya girişinin yasaklanması ve dahi ülkedekilerin dışarıya çıkarılması için çok defa beyanatlar veren Trump; İran, Irak, Suriye, Libya, Somali, Sudan ve Yemen gibi İslam ülkelerinin vatandaşlarına vize yasağı getirerek bu konuda pratik bir adım atmış oldu...
İlk yurtdışı gezisini Suudi'ye yapan Trump'ın, Riyad caddelerindeki billboardlara Suudi Kralı Selman ile yan yana afişleri asılarak, "Birlikte zafere ulaşacağız" ifadelerinin kullanılması, emperyalistlerin İslam coğrafyasındaki planlamalarına ilişkin geleceğe dönük bir mesaj içeriyordu.
Ülkesinden dışarı çıktığında İslam ümmetinin kalbi olarak nitelenen mukaddes topraklara giderek "mesaj" veren Trump, Riyad'da düzenlenen 'Arap-İslam-Amerikan Zirvesi'ndeki konuşmasında "Onları bu dünyanın dışına sürün" diyerek, emperyalist politikalara karşı duran İslami kimlikli kişi ve kurumları hedef gösterdi. Bu çağrının hemen ardından Suudi rejimi öncülüğünde Mısır, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), arkasında Siyonist aklın olduğu operasyonun düğmesine basıldı.
Bu kapsamda İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler), HAMAS, Hizbullah gibi hareketler ve İslam dünyasının önde gelen âlimlerinden Yusuf el-Karadavi hedef alınarak Katar'a yönelik siyasi ve ekonomik operasyon başlatılmış oldu.
İslam coğrafyasında emperyalist ve Siyonist projelere karşı çıkıp direnen İslami hareketleri "terör" listesine alan ve hinterlandındaki ülkelerden de bu yönde adım atmalarını isteyen Suudi rejimi, Amerikan merkezli bu politikayı desteklemeyen veya mesafeli duran ülkelere ekonomik ve siyasi alanda "savaş" başlattı.
Suudi'nin Yemen'e yönelik politikasına mesafeli duran Katar, uygulanan baskılardan dolayı ülkede ikamet etmek zorunda bırakılan İhvan ve HAMAS yetkililerinin varlıkları nedeniyle ABD ve Siyonist aklın emriyle çok yönlü bir ablukaya alındı.
İran ile uzun süredir devam eden gerginliğin yanı sıra, dış politikada, başta Suriye meselesi olmak üzere Türkiye ile de problemler yaşayan Suudi rejimi, 'Körfez Krizi'nde Türkiye'nin de Katar'ın yanında yer almasıyla hegemonyacı hedeflerinin kapsama alanını da genişletti.
ABD'den 110 milyar dolarlık silah alımı, enerji ve teknoloji gibi alanlar da dahil toplam 380 milyar dolarlık anlaşmalar yapan Suudi rejimi, Rusya ile de savunma sistemleri konusunda silah anlaşmasının yanı sıra, ticari alanda da 30 milyar dolarlık anlaşmalar yaptı.
Tabi burada bir dipnot olarak; son süreçte Rusya'nın İslam coğrafyasında yaşananlardan en karlı çıkan taraflardan olduğu da bir kenara not edilmeli. Özellikle Akdeniz'de nüfuzunu artırması, Suriye'de yeni askeri üsler kurup bunları müstakil hale getirmesi, bir taraftan "müttefiki" İran'a diğer taraftan da İran/Hizbullah karşıtı, ABD'nin mümtaz hizmetçisi Suudi rejimine silah satmaktan da geri durmaması dikkat çekiyor.
İslam coğrafyasında yaşananlarla ilgili Rusya'nın durumu ve konumu ayrı bir konu başlığıyken, Türkiye'nin dış politikada Suriye özelinde girdiği çıkmazdan da azami derecede siyasi ve ekonomik olarak kendine çıkar sağlayan Rusya, bir taraftan olup biteni "uzaktan izleyerek" etki alanını genişletmeye diğer taraftan da Suriye'de, sahada sıcak çatışmaların içerisinde yer alarak İslam coğrafyasında kendi politikalarını dikte edebiliyor...
İslam ümmetini hedef alan ve yine Suudi rejiminin koçbaşılığıyla başlayan sürecin başında, Katar'ın Körfez'de izole edilmesinin ardından, "Suud hanedanlığı içerisinde de dengeleri değiştirecek" operasyon başlatıldı.
2015'ten buyana ülkeyi yöneten Suudi Kralı 81 yaşındaki Selman bin Abdülaziz el-Suud, yayımladığı bir fermanla, Savunma Bakanı olan 31 yaşındaki oğlu Muhammed bin Selman'ı yeni veliaht prens olarak atadı. Buna göre, kraliyet fermanına kadar veliaht prens olan 57 yaşındaki ve Kral Abdülaziz'in yeğeni olan Muhammed bin Nayef tasfiye edilmiş oldu. Operasyonun mahiyetini gören, baskıya maruz kalan Nayef ise bu karara direnmeyerek bin Selman'a bağlılık yemini etti.
Muhammed bin Nayef, veliaht prens olduğunda, kralın üvey kardeşi Mukrin bin Abdülaziz tasfiye edilmiş, Kral Salman'ın oğlu da yardımcı veliaht prens olarak atanmıştı. Bütün bu değişiklikler ile Muhammed bin Nayef tasfiye edildiğinde, bin Selman'ın, tahtın varisliğinde ikinci sırada yer almasının önü açıldı.
Savunma Bakanı görevini de devam ettiren Veliaht Prens bin Selman, aynı zamanda kraliyet hiyerarşisi içinde ikinci adam konumuna yükselmesiyle birlikte başbakan yardımcılığı görevini de devraldı. Bin Selman, aynı zamanda Suudi rejiminin Yemen'e yönelik saldırılarında da orduya liderlik ediyor. Hatırlanacağı üzere bin Selman, Savunma Bakanı olduktan sadece 2 ay sonra Yemen'e saldırı başlatmıştı.
Selman bin Abdülaziz, Riyad valisiyken oğlu bin Selman'ı özel danışmanı olarak yanına almış, 2015'te kral olduktan sonra dünyada bir ilk olarak 29 yaşındaki oğlunu Savunma Bakanlığına getirmiş, hanedanlık içerisinde görülmemiş değişikliklerle geleceğin Suud Kralının iktidarını muhkem hale getirmeye başlamıştı.
Suud rejiminin öteden beri Amerikan emperyalizminin, Siyonist aklın uzantısı projelerin İslam coğrafyasındaki önemli bir aktörü, uygulayıcısı olduğu biliniyor. Veliaht Prens bin Selman isminin ülke ve bölge siyasetinde çok daha fazla öne çıkması, ülke içinde ve dışında beklenmedik siyasi ve ekonomik operasyonlar yapması, İslam ümmetini olumsuz anlamda etkileyecek yeni bir projenin uygulamaya konulduğuna işaret ediyor.
Son olarak aralarında, 32 milyar dolarlık serveti ile dünyanın sayılı zenginlerinden biri olan Prens el-Velid bin Telal bin Abdülaziz el-Suud'un da olduğu hanedanlık içerisindeki kimi prenslerin ve üst düzey yetkililerin "yolsuzluk" suçlamasıyla gözaltına alınması, banka hesaplarına el konması, söz konusu yeni sürecin devamı olarak değerlendirilebilir.
Eylül ayında Veliaht Prens bin Selman'ın işgal atındaki Filistin topraklarına gidip Siyonist rejimle görüşmesinin basına sız(dırıl)ması, ardından 28 Ekim'de Trump'ın Yahudi asıllı damadı ve aynı zamanda danışmanı olan Jared Kushner'ın Riyad'ta bin Selman ile bir gece yarısı yaptığı özel görüşmenin de yine basına sız(dırıl)ması ve sonrasında 4 Kasım günü 38 prens, bakan ve işadamının operasyonla derdest edilmesi tesadüften oldukça uzak görünüyor.
Suud hanedanlığı üyelerinin yargılanamaz, sorgulamaz yaşantıları, mal varlıkları, İslam coğrafyasının zenginliklerini Batılı müttefikleri veya efendilerine peşkeş çekmeleri bilinen bir gerçekken, başlatılan operasyonun adına "yolsuzluk" denmesi İslam toplumu tarafından inandırıcı bulunmadı. Gırtlağına kadar harama batmış, bütün bir ümmetin zenginliği çalmak suretiyle hırsızlığa bulaşmış bir rejimin, hem de kendi hanedanlığı içerisinde "yolsuzluk operasyonu" başlatması kamuoyu tarafından "ilginç" olmanın yanı sıra trajikomik bir algı operasyonu olarak nitelendiriliyor.
Haktan, hukuktan, adaletten fersah fersah uzak olan bir rejimin bu operasyonuyla tam olarak neyin hedeflendiğinin kısa vadede ortaya çıkacağı beklenirken, bu süreç içerisinde Prens Mansur bin Mukrin ve 8 üst düzey yetkilinin içerisinde bulunduğu helikopter Yemen sınırında "düştü" ve bu olayda kurtulan olmadı.
Ölen prens Mansur bin Mukrin'in Yemen'deki Suudi müdahalesine karşı çıkan ve görevden alınan eski veliaht Mukrin Bin Abdülaziz'in oğlu olması "suikast" ihtimalini de güçlü bir şekilde gündeme getirdi. Mansur bin Mukrin'in düşen helikoptere binerken ki ve cep telefonuyla zumlanarak çekilen görüntülerinin yayınlaması da akıllardaki soru işaretini artırdı. Sanki birileri, prensin helikoptere bindiğini teyit ediyor gibiydi...
ABD Başkanı Trump'ın Suudi ziyareti ve verdiği mesajın hemen ardından başlayan bu yeni süreçte hiç şüphesiz en ilginç ve en önemli olaylardan biri de Lübnan Başbakanı Saad Hariri'nin Suudi'de, hanedanlığa bağlı Al-Arabiya televizyonunda "İran ve Hizbullah'ı" suçlayarak istifa ettiğini açıklaması oldu. İlk defa bir ülkenin başbakanının başka bir ülkede istifa ettiğini duyurması görülmüş bir şey değildi.
Lübnan Hizbullah'ı Lideri Hasan Nasrallah da istifaya ilişkin yaptığı açıklamada Hariri'nin, "istifa etmek gibi bir düşüncesinin olmadığını, Suud rejimi tarafından istifaya zorlandığını" belirtmişti. Daha sonra Hariri'nin Suudi'de zorla tutulduğu da iddia edildi.
Suudi Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr, Hariri'nin kendileri tarafından istifaya zorlandığı iddialarını reddederken, Hariri'nin istediği zaman Suudi'den ayrılmakta özgür olduğunu belirtmişti. Bu açıklamanın ardından Saad el Hariri'nin Riyad'dan ayrılarak Birleşik Arap Emirlikleri'nin başkenti Abu Dabi'ye gittiği duyuruldu. Fakat Hariri'nin yeniden Suudi'ye döndüğü ve hâlâ Riyad'da "bulunduğu/tutulduğu" öğrenildi.
Veliaht Prens bin Selman'ın, Suudi rejiminin "2030 vizyonu" olarak nitelendirdiği bu yeni siyasi ve ekonomik süreçte "Ilımlı İslam" söylemini de yeniden gündeme getirmesi, projenin kapsama alanının genişliği hakkında akıllara yeni sorular getirdi.
Batılı operasyon merkezlerinin "Siyasal İslam", "Radikal İslam", "Ilımlı İslam", "Dinler Arası Diyalog" ve "İbrahimî Dinler" gibi kavramsallaştırdığı projeleri geçmiş yıllarda İslam ümmetine ne gibi bedeller ödettiği ve hâlâ ödetmeye devam ettiği biliniyor.
İslam coğrafyasına "işgal ve kan" getiren bu projelerin önemli taşlarından olan Suud rejiminin müstakbel kralı bin Selman'ın, 'Ilımlı İslam şapkası'nın altından neler çıkaracağı merakla bekleniyor. Elbette bu şapkanın altından sevimliliği ve sempatikliğiyle bilinen tavşanın çıkacağını da kimse beklemiyor.
"Önceden olduğumuz hale dönüyoruz. Tüm dinlere ve dünyaya açık olan ılımlı bir İslam ülkesine...", "Hayatımızın gelecekteki 30 yılını yıkıcı fikirlerle uğraşarak geçirmeyeceğiz. Onları bugün yok edeceğiz. Aşırıcılığı çok yakında sonlandıracağız." gibi sloganik görünen cümlelerle şapkanın altından neler çıkacağına işaret eden bin Selman'ın, emperyalist/Siyonist projenin "eş başkanı mı, eşsiz başkanı mı" olduğunu da zaman gösterecek.
Tekfirci ekolün mimarı ve finansörü olan Suud hanedanlığının müstakbel kralının "aşırıcılığı sonlandıracağız" ifadesi dikkat çekici olduğu kadar akıllarda soru işaretleri de bırakırken, asırlardır beslendiği bir kaynağı kurutmaktan tam olarak neyi kastettiğini de belki zaman gösterecektir.
Siyonist-Evanjelist Amerikan siyasal aklının Trump ile başlattığı yeni süreç, özelde İslam coğrafyasını, genelde tüm dünyayı hedeflediği ve bugüne kadar görülmemiş yıkıcı, yok edici bir sonuç doğuracağına işaret ediyor. Bir taraftan etnik savaşlar, bir taraftan mezhepsel çatışmalar, diğer taraftan iktidara namzet kişi ve aileleri karşı karşıya getirme uğraşları bütünsel olarak ele alındığında tekrar tekrar uygulanan "böl-parçala-yut" projesinin yinelendiğini gösteriyor.
Tarihin her evresine kanla iz bırakan Amerikan oburluğu, bu yeni süreçte işlenecek tüm cürümlerin (sonuç versin vermesin) sorumlusunun da kim olduğunu belirlemiş durumda.
Amerikan sisteminin yönetime getirdiği Trump'ın "çirkin yüz", "asalak başkan", "kadın düşmanı" ve sair algısı/izlenimi bilinçli bir şekilde dünya kamuoyuna bellettirilirken, ilerde hesapların tersyüz olması durumunda 'günah keçisi'nin de adı böylece konulmuş oldu.
Trump'ın her uçuk-saçık, deli saçması, izah edilemez beyanatlarından ve saldırgan politikalarından sonra ABD yönetiminin üst düzey isimlerinin veya kurumlarının, karşıt veya Traump'ın söylemlerini benimsemediklerini lanse eden açıklamalarda bulunması ise -sistemin masumluğu adına- geleceğe dönük bir yatırım alarak sermaye ediliyor...
Özetle
Yaşanan tüm bu gelişmeler, aslında olup bitenin Suud hanedanlığındaki bir iktidar kavgasından ziyade, rejimin tüm bir bölgeyi kontrol etmesi ve ABD'nin emperyalist politikalarıyla, işgalci Siyonistlerin güvenliğini güçlendirmeye yönelik çabalar olduğunu gösteriyor. (Olcay Ersoy - İLKHA)