Neden Köleleşti(k)
Peki, bizim kültürümüz neydi? Bu kültürümüzün sosyal hayatımızdaki yeri neydi? Batının bu kültüre bakış açısı neydi?
Şu bir gerçektir ki Osmanlı hanedanının çöküşüyle ve cumhuriyetin kuruluşuyla beraber Türkiye kendini bir batılaşma akımı içinde bulmuştur. Bu batılaşma akımı insanları derinden derine etkilemiş, kendi öz kültürünü unutturmuş hatta nefret ettirmiştir. Kendi öz kültürünü yaşamak isteyen çarşaflı bayan ayıplanmış, batılılaşmış yarı üryan gezinen bayan ise normal karşılanmıştır. Batıyı kabullenince “var” olup reddedince “yok” olmak ahlakı bize bir tazminat armağanı ve aşağılık duygusunun çocuğudur.
Peki, bizim kültürümüz neydi? Bu kültürümüzün sosyal hayatımızdaki yeri neydi? Batının bu kültüre bakış açısı neydi? Dilerseniz sorularımızın cevabını Osmanlı döneminde vuku bulmuş ve bize “biz neymişiz” dedirtecek tarihi vakadan alalım. -Önce bir hatırlatma: Osmanlı devleti yükselme, hatta duraklama dönemlerinde devletlerle anlaşmalar konusunda bir taahhüt istemez, sadece kendisi taahhütte bulunurdu; bu anlaşmamı size güven veriyor bunu da imzamızla taahhüt ediyoruz. Sizin ise bir taahhütte bulunmanıza gerek yoktur çünkü sözünüzden dönerseniz, şimşek gibi tepenize düşeriz” anlamına geliyordu. Yani Osmanlı devleti kendisine kimseyi “emsal” saymıyordu. Bir anlamda Osmanlı devleti kendini dünyanın merkezi hem de dengesi gibi görüyordu.
Osmanlı devleti kendisine kimseyi emsal saymaması bir yana dursun, devletler hukuku tarihinde tarihçiler dâhil birçok kimsenin hatırlamadığına cesaret buyurmadıkları enteresan bir devre var. Osmanlının hiçbir Avrupa başkentinde kendini temsil ettirmeye tenezzül buyurmadığı bir devre… Tüm devletler uluslar arası hukuk önünde eşitti. Herkes birbirleriyle bu çerçevede münasebette bulunur, birbirlerine temsilci (Büyükelçi) gönderirlerdi. Bunun tek istisnası Osmanlı devletiydi. Osmanlı devleti uluslararası hukuk çerçevesine resmen koydurttuğu bir madde ile kendi üstünlüğünü bütün dünyaya tescil ettirmiş, bunun bir göstergesi olarak da yükselme devri boyunca hiçbir devlete elçi tayin etmemiştir. Yalnız arada birçok olağan durumda “geçici” statü ile lutfen ve tenezzülen elçiler göndermiş. Bu da batı başkentlerinde önemli bir itibar göstergesi olmuştur. Bu durum o kadar önem arzetmiş ki ülkesine Osmanlı devleti elçisi gelen devletin kralı diğer ülke krallarına çocuksu tafralar atarak şöyle derdi: “Padişah hazretleri bana kutlu elçisini gönderdiğine göre beni size tercih etmiş ve beni sizden daha fazla seviyordur.”
Bu durum Osmanlı devletinin çöküş sürecine kadar devam etmiştir. Osmanlının Avrupa başkentlerine sürekli olarak tayin ettiği ilk sefir-i kebir (büyük elçi) Es-seyyid Ali efendi’dir. Sultan 3. Selim döneminde Paris’e atanmış ve 24 Mart 1797 tarihinde başlayıp 52 gün süren bir deniz yolculuğundan sonra Marsilya’ya ulaşmış ve Marsilya’da top atışlarıyla karşılanmıştır. Paris’e kadar da bir süvari alayı eşliğinde gitmiştir. Geçtikleri yerlerdeki halka önceden duyuru yapıldığından yol boyu sıralanan halk: Yaşasın büyükelçi… Yaşasın Osmanlı padişahı… Gibisinden tezahüratlarda bulunmuştur. Nihayet 24 Haziran günü Paris’e giren Osmanlı büyükelçisi Es-seyit Ali Efendi, sadece önemli krallara yapılan büyük devlet töreniyle karşılanmıştır. Fransız yazar Maurice herbette, o zamana kadar Paris’i ziyaret eden ilk Rus çarı deli Petroya bile bir ilgi gösterilmediği özellikle belirtiyor. Herhalde sebebi Ali efendi’nin Osmanlı devleti tarafından bir Avrupa başkentine tayin edilen ilk büyükelçisi olmasıydı.
Ali Efendi’nin giyim kuşamı, vakarı ve duruşu halkı öylesine etkilemişti ki, günün her saatinde evinin önü mahşer kalabalığına dönüşmüştü. Parisliler, Osmanlı büyükelçisini pencerede olsun görme umuduyla geceli gündüzlü evinin önünde bekliyorlardı. Ayrıca Osmanlı büyükelçisinin evine yakın oturmak bir statü göstergesi haline gelmiş, bu da mahalledeki tüm evlerin fiyatına yansımış evler astronomik seviyede yükselmiştir.
Paris halkı bu değişimden çok etkilenmişti. Özellikle Paris’li kadınlar başlarına kavuk takmayı, Osmanlı şalvarı ve Anadolu fistanı giymeye, hilal şeklinde mücevherler kullanmaya başlamıştı. Paris sosyetesi Osmanlı büyükelçisi Es-seyyid Ali efendi’nin kılık kıyafetini taklitte yarışıyordu. Paris caddeleri İstanbul caddelerine benzemişti. Böylece Paris de bir İslam modası oluşmuştu. Büyükelçi sıcak yerlerde yelpaze kullandığı için herkes yelpaze kullanıyor pek çok kişide yelpazesine büyükelçinin resmini çizdirip ayrıcalıklı görünmeye çalışıyordu. Büyük elçinin oturduğu mahalle ise Maurice Herbette’in kaydına göre Müslüman mahallesine dönmüştü. Büyük elçi her yere davet ediliyor, gittiği tiyatrolar ağzına kadar doluyor, büyükelçinin bulunduğu locanın çevresindeki locaların fiyatı ise ikiye, hatta üçe katlanıyordu, o kadar ünlüydü ki ona Paris kralı diyorlardı: Paris Es-seyyid Ali efendi!
Evet, kültürümüzün, sosyal hayatımızdaki yerinin ve batının buna bakış açısının ne olduğuna hep beraber tanık olduk. Ama hala kafamızda bir soru işareti bulunmakta… ‘neden ecdadımıza köle olan batıya bugün bizler köle oluyoruz?’ Bu soru işaretine Yavuz Bahadıroğlu hocamızın şu ifadesi bir bütünüyle cevap vermektedir: “Çünkü o zaman Osmanlıydık...”
Ferhat Suiçer / Kayseri - Yaş: 21
Sevgili Genç Kardeşlerimiz!
Bir ay boyunca gelen tüm yazılar içerisinde en güzel yazıyı gönderen kardeşimize bir kitap seti veya kaset vb. bir set hediye edeceğiz. Posta ile yazı gönderecek kardeşlerimiz yazılarının “Ayın Yazısı” seçilmesi durumunda, bizimle iletişime geçebilirler. Fakat özellikle dikkat etmenizi istediğimiz iki nokta var. Birincisi; gönderdiğiniz yazıların tamamen size ait olması gerektiği, yazınızda alıntı cümleler varsa bunları belirterek göndermeniz. İkincisi ise adınızı, soyadınızı, yazıyı gönderdiğiniz memleketi ve yaşınızı mutlaka belirtmeniz gerekmektedir. Bu hayırlı çalışmaya (yarışmaya) tüm genç kardeşlerimizin katkıda bulunmasını bekliyoruz.
Doğrugenç sayfasında sizden gelecek karikatür ve mini bulmacalara da yer veriyoruz. İlginizi bekliyoruz.
Yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı dogrugenc@dogruhaber.com.tr e-posta adresine mail olarak veya posta yolu ile gönderebilirsiniz.
Yazılarınızı eğer bilgisayarda yazıyorsanız bir sayfayı geçmesin. El yazınızla gönderecekseniz bir beyaz kâğıdı aşmasın. Gönderdiğiniz mektuplara “Doğru Genç” için diye not düşürmeyi unutmayın.