12 Eylül darbesinin mağdurları İLKHA`ya konuştu
12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 37 yıl geçmesine rağmen o günleri yaşayan mağdurlar hâlâ yaşadıklarını unutmuş değil. Dönemin mağdurları, yaşadıkları acımasız süreci, çektikleri işkence ve zulümleri İLKHA`ya anlattılar.
12 Eylül 1980 tarihi, üzerinden 37 yıl geçmesine rağmen "müesses nizam"ın alnında kara bir leke olarak duruyor. Bir milyon 600 bin kişinin fişlendiği, 230 bin kişinin yargılandığı ve 517 kişiye idam cezasının verildiği o dönemde en çok halk mağdur oldu.
Yaşadıkları acımasız süreci, çektikleri işkence ve zulümleri İLKHA'ya anlatan kara dönemin mağdurları, yaşadıklarını unutmuş değil.
12 Eylül 1980 darbesinde arananlar listesinde adı bulunan ve yakalanmamak için Türkiye dışına giden 70 yaşındaki Hamit Kılıçaslan (Hemîdê Smaîlağa), "27 yıl boyunca memleketimden uzak yaşamaya mecbur kaldım. 10 yıldır memleketime geldim ve burada yaşıyorum. Ben 3 darbe gördüm, hayatımız hep darbelerle geçti. Osmanlı devletini dağıtan İttihat-ı Terakki idi. İttihat-ı Terakki, 'Kalan toprakları verin, kendinizi kurtarın.' diyerek darbe yaptı. 27 Mayıs 1960'ta üniversiteyi bitiriyordum, o darbeyi de gördüm. Ben 12 Mart 1971 mağduruyum. 80 (12 Eylül 1980) darbesi olduğunda kanaatimce dış güçlerin eliyle Kürtlerin inkârına yönelikti. Kürtler darbelere yabancı değil." dedi.
"Çocuklarım beni tanımıyorlardı"
Hayatının en güzel yıllarını memleketinden uzakta muhacir olarak geçirdiğini dile getiren Kılıçaslan, sözlerine şöyle devam etti: "Bu mağduriyetten dolayı hem okumaktan hem halkımdan hem de ailemden uzak kaldım. 4 yıl Suriye'de de kalmak zorunda kaldım. 4 yılın sonunda Suriye devleti yetkilileri 'Ya bize çalışacaksınız ya da Suriye'yi terk edeceksiniz.' dediler. Biz de onlarla çalışmayı kabul etmedik ve Suriye'yi terk ettik. İsveç'e gittim, 24-25 yıl da orada yaşamak zorunda kaldım. Hayatımızdaki en güzel, en değerli yıllarda çevremize yapabileceğimiz hizmeti dışarıda geçirdik. Benim için en büyük mağduriyet budur. O dönemde ailem de çok mağdur oldu, onlar da sürekli yerlerini değiştirmek zorunda kalıyorlardı. Birkaç yakın dost dışında kimse onlara da sahip çıkmadı. En ilginç olanı ise 5 yıl aradan sonra çocuklarım yanıma geldi, beni tanımıyorlardı. Bana 'dayı' diyorlardı."
"Sürgünlerden Kürt halkı büyük bir zarar gördü ama tanınmaları açısından da faydalı oldu." diyen Kılıçaslan, "Temennimiz, Kürtlerin de komşuları gibi bu Kürdistan toprağı üzerinde Türk, Arap ve Farsların sahip olduğu haklara sahip olmasıdır. Komşularımız kendilerine istedikleri hakları bizim için de kabul etmeseler birlikte yaşamak da tehlikededir." ifadelerini kullandı.
12 Eylül darbesinin tanığı ve mağdurlarından Musa Dağ (Musayê Karkir) da çok acımasız işkencelere maruz kaldığını söyledi.
"Yaklaşık 6 yıl cezaevinde kaldım"
4 ay Mardin Tugayı'nda işkence gördüğünü anlatan Dağ, "İşkence zamanında kendi kendime bir karar verdim. 'Cenazem buradan çıksın ama benim yüzümden karakola kimse düşmesin.' dedim ve bunu da başardım. Çünkü burada evlerinde yatmadığım, yemeklerini yemediğim hemen hemen kimse kalmamıştı ama hiç kimsenin ismini vermedim. 10 yıl ceza aldım. Yaklaşık 6 yıl cezaevinde kaldım. Biz Kürtlerin dünyadaki tüm milletler gibi hem İslami yönden hem insani yönden haklarımız vardır. İslam 'Müslümanlar kardeştir.' diyor. Biz de Müslümanız ve Selahaddin-i Eyyubi'nin torunlarıyız. Selahaddin, Kürtler adına imparator kurabilirdi ama yapmadı. Çünkü bizde ümmetçilik var. Bugün 22 Arap devleti vardır. Bazı devletler bizim Omeriyan aşiretimizden daha küçüktür ama onların devleti var, bizim yok. Türklerin tarihine baktığınızda Çaldıran'da yapılan savaşlarda biz onları ayakta tuttuk. Madem kardeşiz, bizim de onlar gibi haklarımızın olması gerekirdi. Türkler kendilerine ne istiyorlarsa biz de aynısını istiyoruz. Bu bizim doğal hakkımızdır. Allah bu hakkı bize vermiştir." şeklinde konuştu.
"Yatakta bile bizi esas duruşta bekletiyorlardı"
Her türlü işkenceye maruz bırakıldığını anlatan Dağ, işkencede dişlerini coplarla kırdıklarını ve kendisine elektrik verdiklerini söyledi. Dağ, "Silah kullanmayayım diye sağ elimin şehadet parmağını vura vura kırdılar. Sağ elim felç oldu. Yaklaşık bir yıl sağ elimle bir kaşık bile tutamıyordum. Beni itirafçılığa zorluyorlardı ama itirafçı olmadım. Hiç kimsenin göremediği her türlü işkenceyi gördüm. Her demir kapının sesi geldiğinde 'Bize işkence yapmak için geldiler.' psikolojisiyle yaşıyorduk. Şu an yaşadıklarıma ben bile inanamıyorum. Yatakta bile bizi esas duruşta bekletiyorlardı ve 'Öyle uyuyacaksınız.' diyorlardı. 5 kişi bir yatakta uyuyorduk. Cezaevinde gördüğümüz zulmü akıl mizan kabul edemez. Bize 100-200 sene de ceza verseler artık umurumuzda değildi. Hiçbir zaman gördüğümüz zulmü, işkenceyi unutamayız. Bazen uykumuza dahi giriyor." dedi.
"Akla hayale gelmeyecek işkencelere maruz kaldım"
54 yaşındaki Gazeteci-Yazar Emin Karakulak ise 12 Mart 1971 Muhtırası'na, 12 Eylül 1980 darbesine, 28 Şubat'a, 90'lı yıllara ve en son 15 Temmuz'da FETÖ'nün darbe girişimine tanıklık etti. 12 Eylül darbesinin ardından tutuklandıktan sonra akla hayale gelmeyecek işkencelere maruz kaldığını ifade eden Karakulak, aradan geçen 37 yıla rağmen maruz kaldığı işkencelerin hâlâ gözlerinin önünde olduğunu, cezaevinden çıktıktan sonra ise fişlendiği için hiçbir işe alınmadığını belirtti.
"Tüyü bitmemiş çocukları idam ettirdiler"
Karakulak, "37 yıl önce 12 Eylül 1980'de Türkiye Genelkurmayı askeri darbeyi gerçekleştirdi, parlamentoyu kapattı, demokrasiyi askıya aldı. Ülkenin her yerinde sıkıyönetim ilan edildi. Önüne gelen her insanı potansiyel suçlu görerek tutuklamaya, sorgulamaya, işkenceye hatta idamlara kadar götürdü. Toplumu sindirmek için tüyü bitmemiş 14-15 yaşındaki Erdal Eren adlı çocuğu idam ettirdiler. Biri sağdan, biri soldan sağdakiler de bu mağduriyeti yaşadı. Sorguya alınan herkes eşit bir şekilde, sağ sol farkı gözetmeden, sağdan da soldan da idam edilenler oldu. Kürtlerden idam olanlar olmadı. Kürtleri cezaevlerinde kalaslarla, işkencelerle katlettiler, öldürdüler. O zaman ben de Erdal Eren gibi 14-15 yaşlarındaydım. Ben de gözaltına alındım. Sorguya alındım, iki sorgu geçirdim. Biri Mardin Tugayı'nda, biri Şanlıurfa Tugayı'nda. Sonra Seyrantepe'deki (Diyarbakır) Kurtoğlu Kışlası'nda işkencelere maruz tutuldum. İşkencenin her türlüsünü bize tattırdılar. Falakadan tutun elin ve ayağın başparmaklarına elektrik vererek, Filistin askısı, ayakları bağlayarak baştan aşağı asma, kaba dayak, makata cop, bu işkencelerin hepsi başımdan geçti." ifadelerini kullandı.
"28 Şubat mağduru Müslümanlar cezaevlerinde çürüyor"
Cezaevinden çıktıktan sonra da fişlendiklerini ifade eden Karakulak, fişlendikten sonra bütün kapıların kendilerine kapandığını anlatarak, sözlerini şöyle tamamladı: "Akrabalarım ve mahalleli beni hor gördü. 3-4 defa resmi işe girdim, fişlemeden dolayı işten atıldım. Ben gördüğüm o mağduriyetleri hayatım boyunca unutmam, hafızam da hâlâ taze, ne de affederim. 37 yıldır geçmişten ders alınmıyor. 12 Eylül'den sonra 28 Şubat süreci yaşandı, 90'lı yıllar süreci yaşandı, 15 Temmuz darbe teşebbüsü yaşandı. 90'lı yıllar sürecinde İslami kimlikli şahsiyetler cezaevinde ve hâlâ dosyaları sonuçlanmadı. Bu dosyaların tekrar raftan indirilip sonuçlanmalarını bekliyoruz. Halen İslami kimlikli insanlarımızın dosyaları raflarda ve kendileri cezaevlerinde çürümektedirler. 90'lı yıllar süreci ile 28 Şubat sürecini daha çok İslam orjinli örgütlere ve şahsiyetlere yaptılar ve halen o şahsiyetler bu mağduriyeti yaşamaktadırlar." (M. Salih Keskin, Mehmet Aslan - İLKHA)