Halepçe`yi Unutmamak
Kucağında minik bebesiyle can veren mazlumun fotoğrafını hepimiz görmüşüzdür.
Kucağında minik bebesiyle can veren mazlumun fotoğrafını hepimiz görmüşüzdür. Tek kelimeyle zulmün belgesi sayılacak bu fotoğraf, 1988 yılında Halepçe’de çekildiğinde, 5 bini aşkın ölümden sadece ikisini gösteriyordu.
Böylesine bir zulmü unutmak, Mazluma yapılacak en büyük saygısızlık olacağı gibi zalimi de ödüllendirmek anlamına gelecektir. İnsaf sahibi her insan için Halepçe ismi, yürekleri titreten bir olaydır. O yüzdendir ki, geride kalan 20 küsur yıla rağmen acı hep taze olarak yürekleri derinden sızlatmaya devam ediyor.
Katliamın her yıl dönümünde birçok kesim gibi, duyarlılık sahibi Müslümanlar da anma programları düzenleyerek. BAAS ve Saddam zulmünü lanetleyip mazlumları rahmetle andılar. Bu durum bu yıl ve bundan sonra da devam edecek ve Halepçe mazlumları unutturulmayacaktır. Mazlumları anmak, her yıl onlar için anma organizasyonları düzenlemek İnsaf sahibi her insanın Zalimleri daha da iyi tanıması açısından büyük önem arz etmektedir.
Halepçe’de neler oldu acaba? Yakın tarihin en zalim yöneticilerinden olan Saddam Hüseyin, Halepçe’nin Mazlum Kürt halkını kimyasallarla bombalayarak sadece onları değil gelecek nesilleri de katletmiş oluyordu. Batı’nın sadık kuklası olan Saddam Hüseyin, Batının emriyle İran İslam Cumhuriyetine saldırdıktan sonra kendini yenilmez gibi görüp elindeki kimyasallarıyla İran’a yakın gördüğü Mazlum Halepçelileri katletti.
Tüm dünyanın desteğine rağmen İran ordusunun direnişini durduramayan Saddam Zalimi, Kimyasal kullanma zalimliğinde bulundu. Savaş devam ederken İran İslam Cumhuriyeti ordusu, Saddam’ın zulmünden bıkan Halepçelilerin de yardımıyla sınırdaki Halepçe kasabasına girer. Bunu hazmedemeyen Zalim Saddam Hüseyin İran ordusunun ilerleyişini durdurmak için Irak Ordusunun Kuzey Cephesi Komutanı olan “Kimyasal Ali” lakaplı Korgeneral Alî Hasan al-Majîd al-Tikritî`ye, zehirli gaz bombaları kullanmayı emretti.
16 Mart 1988`de zehirli gaz bombalarını taşıyan sekiz MiG-23 uçağı tarafından Halepçe kasabasına bombardıman düzenlendi. Halepçe sakinleri , İran askerleri ve Peşmergelerle birlikte 5.000`den fazla insanın öldüğü, 7.000`den fazla insanın da yaralandığı tahmin ediliyor. Ancak savaşın bitmesinden sonra bölgeye giren gözlemciler tarafından, bu rakamın daha da büyük olduğu tespit edildi.
Tabi ki olay, o gün orada sadece 5000’den fazla insanın ölmesi ve 7000’i aşkın insanın yaralanmasıyla son bulmadı. Atılan kimyasalların etkisiyle, gelecek nesiller etkilendi. Halen yaşanan sakat doğum vakıaları o günün hatıralarını canlı tutmaktadır. Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihli `The Sydney Morning Herald` gazetesinde yayımlanan `Experiment in Evil` başlıklı makalesinde, Halepçe`de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagasaki`nin 4-5 katı olduğunu belirtiyor.
Katliamdan sonra bölgeye girenler gördükleri karşısında dehşete düşmüşlerdir. Oraya ilk girenlerden birinin ifadeleriyle yazımızı noktalayalım. "Bütün sokaklar cesetlerle doluydu. Etrafta dayanılmaz bir koku hâkimdi. Körpecik bebelerden bazılarının derileri kavrulmuş, bazılarının vücudu mosmor kesilmişti. Cesetlerin çoğu kadın, çocuk ve yaşlı insanlara aitti. Bazı bebekler annelerinin kucağından fırlamış yerde sere serpe yatıyorlardı. Kimi evinin avlusunda kurulmuş sofra başında; kimi kapının eşiğinde; kimi bebeğini emzirirken; kimi oyun oynarken yakalanmıştı zehirli ölümün pençesine...
Şehrin dışındaki boş tarlalarda ise, toplu halde ölmüş yüzlerce insan vardı. Uzaktan bakıldığında, sanki tarlalarda ot yerine insan bedenleri biçilmişti. Bu açık hava mezarlığında, yine kadın ve çocuklar çoğunluktaydı. Hepsi birbirlerine sokulmuş, korkunç ölüme teslim olmuşlardı.
Bazıları ise, su birikintilerinin başında ölüvermişlerdi. Bunlar da, kimyasal gazların yaktığı vücutlarını suyla ıslatarak kurtulmaya çalışanlardı. Toplu cesetlerin arka planında, otlarken yine zehirli gazın etkisiyle telef olmuş ve vücutları şişmiş hayvanların görüntüsü göze çarpıyordu. Kısacası, bomba isabeti almış birkaç binanın dışında her şey yerli yerindeydi, ama bütün canlılar ölmüştü."
Zülküf Er / Hürseda