ZÜHD ve ZAHİD
İLİM/İRFAN
İsteksizlik, rağbetsizlik, aza kanaat. Terim olarak, dünyaya ve maddî menfaate değer vermemek, çıkarcı, menfaatperest ve bencil olmamak, kalpte dünya ve çıkar kaygısı taşımamak, kanaatkâr olmak demektir. "Elde olan dünyalığa sevinmemek ve elden çıkana üzülmemek, elde bulunmayan şeyin gönülde de bulunmamasıdır" şeklinde de tarif edilir.
Zühd sahibi olanlara; zahid denilir. Zühd, dünyayı tamamen terk edip çalışmayı bırakmak, dünya nimetlerine sırt çevirip, kuru ekmek yiyerek aba giymek değil, lezzet verici şeyleri azaltmak, onlara dalmamaktır. Başka bir ifadeyle: Ahireti unutup, dünyaya esir olmamaktır.
Hz. Peygamber, zühdün; helallere haram kılmak veya malı telef etmek değil, elde olana güvenmemek olduğunu bildirmiştir.
Allah (c.c) kullarının yararlanması için çeşit çeşit nimetler yaratmış, dünyayı güzellik ve lezzetlerle donatmıştır. Bunlardan yararlanmak herkes için olduğu gibi Müslüman için de tabiî bir haktır. Ancak, Müslümanın dikkat etmesi gereken husus, dünya nimetleri ve zevklerinden istifade etmek için, meşru olmayan yollara sapmamak, israf etmemek ve haramlara dalmamaktır. Müslüman meşru sınırlar içerisinde dünya nimetlerinden istifade ederken ahireti hiç bir zaman unutmamalı, asıl zevk ve nimetlerin orada olduğunu bilmelidir. Kısaca, ahireti unutup, dünyaya gönül vermemelidir.
Zühd üç kısma ayrılır:
1. Haramları terk etmek: Zühdün, bu türünün bütün Müslümanlarda bulunması gerekir. Herkes için farzdır.
2. Helallerden, gerekli olmayanları terk etmek: Bu kullukta ileri derecelere ulaşanlarda bulunur.
3. Allah'la meşgul olmayı engelleyen her şeyi terk etmek: Bu da, "ârif ' denilen Allah'ı tam bilip ona itaat eden kullara ait olan zühttür.
Zühd ve takva ile tanınan ilk mutasavvıflar zahid olarak anılırdı. Hz. Muhammed (sav) ile ashabının hayatını örnek edinen zahitler, tasavvuf anlayışının oluşmasında önemli bir rol oynadılar. Tasavvufun sistemleşmesinden sonra, zahitlerin temsil ettiği zühd anlayışı, tasavvufun bir parçası olarak varlığını sürdürdü.
Tabiin döneminde ortaya çıkan zahitlerin üzerinde en çok durduğu kavramlar halvet-uzlet, riyazet-mücahede, sabır, tevekkül, haşyetullah, vera, hüzün ve aşk idi. Zahitlerin anlayışında halvet ve uzlet, insanlardan ayrı, yalnız yaşamayı belirtiyordu. Riyazet ve mücahede, nefsin isteklerine karşı durmayı, onunla savaşmayı, yeme ve içme gibi tabii ihtiyaçlarını en aza indirmeyi dile getiriyordu. Sabır, Allah'ın emirlerini yerine getirmede sebat, belalara katlanmak demekti. Tevekkül, Allah'a güvenerek kimseden bir şey istememeyi, verileni reddetmemeyi, ele geçeni de biriktirmemeyi belirtiyordu. Haşyetullah, Allah korkusunu; aşk, Allah'a duyulan sevgiyi dile getiriyordu. Vera ise haramların yanı sıra şüpheli şeylerle yararsız işlerden kaçınmak anlamına geliyordu. Bu kavramlar, sonraki dönemlerde farklı yorumlarla tasavvuf anlayışının temel öğelerini oluşturdular.
Tasavvuf anlayışının gelişmesinden sonra, zahitlerin yerini arif denilen mutasavvıflar aldı. Tasavvuf eserlerinde zahitlerle ariflerin farkı özenle ortaya konulmaya çalışıldı. Buna göre zahitler, hakikat yolunun başındaki kişilerdir; arifler ise, olgunluğu temsil ederler. Zahid, zahirperesttir; arif, hakikatperesttir. Zahitlerin gıdası açlık, ariflerin besini zikirdir. Dünya süslü bir gelin gibidir. Dünya peşinde koşanlar, onu süslemek, güzelleştirmek için uğraşırlar. Zahitler bu güzelin yüzünü kömürle karartır, saçlarını yolar, elbisesini yırtarlar. Buna karşılık arifler yalnız Allah ile uğraştıkları için bu gelini görmezler bile. Zahitlerin ihlasından ariflerin riyası üstündür. Zahitlerin feraseti zandır, ariflerin feraseti ise gerçek ve kesin bilgidir. Zahidlerin duası fiil ve davranışla, ariflerin duası ise hal ile olur. Zahid için tövbe, arif için edep gerekir.