Ölümü Hatırlamak
Bütün işlerin sonunun ölüm, duracağı yerin mezar, kendisine gelenlerin Münker ve Nekir, gideceği yerin kıyamet, ebedî kalacağı yerin, Cennet veya Cehennemden biri olduğunu bilen bir kimse için; ölümü düşünmekten daha mühim, ölüm için azık toplama çaresinden daha yüksek bir tedbir olamaz. Bunu yapanlar ancak akıllı olanlardır. Nitekim Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:
“Akıllı şu kimsedir ki, nefsini emre uydurur ve ölümden sonrası için amel işler, hazırlık yapar”
Ölümü hatırlayan bir kimse, bunun için azık toplamakla elbette meşgul olur. Kabrini Cennet bahçelerinden bir bahçe bulur. Ölümü unutup bütün maksadı dünya olan, ahiret azığını aklına bile getirmeyenin mezarı Cehennem çukurlarından bir çukur olur. Bunun için ölümü hatırlamak büyük fazilettir. Peygamber efendimiz (sav) buyurdu:
“Ey dünya lezzetlerine dalmış olanlar, bütün lezzetlerin yağma edildiği, yok edildiği zamanı düşünün”
Ve yine buyurdu:
“Ölüm hakkında sizin bildiklerinizi koyun ve sığırlar bilse idi, hiçbir zaman yağlı et yiyemezdiniz.”
Âişe (ra): Ya Resûlâllah, bir kimse şehitler derecesinde olabilir mi? diye Sorunca:
“Evet, günde yirmi defa ölümü hatırlayan kimse şehidler derecesinde olur” buyurdu.
Enes (radıyallahü anh) der ki: Resûlullah (sav) buyurdu ki:
“Ölümü çok hatırla, seni dünyada zahit yapar, günahlarına kefaret olur” Ve yine buyurdu:
“İnsanlara nasihat için ölüm kâfidir.”
Ölüm büyük bir iştir büyük bir tehlikedir, İnsanlar bunu bilmiyorlar. Hatırlasalar da kalplerine fazla tesir etmiyor. Çünkü kalpleri dünya meşgalesine öyle dalmıştır ki, kalplerinde başka bir şeye yer kalmamıştır. Bunun için zikir ve teşbihten de lezzet almazlar. Bundan kurtuluş çaresi yalnız bir yere çekilmek ve bir saat kadar kalbini dünya meşgalelerinden uzak tutmaktır. Nitekim ıssız sahralarda dolaşan bir kimse başkalarından kendisine bir yardım geleceğini düşünmez, başının çaresine bakar, önceden tedbir alır. İşte yalnız bir yerde oturup, kendi kendine demelidir ki: Ölüm yaklaştı, belki bugün gelir. Eğer sana bilmediğin karanlık bir dehlize gir deseler, “içerisinde kuyu var mı, yoksa köpeğe rastlar mıyım veya ne var ne yok bilmiyorum” der ve dizlerinin bağı çözülür. Ölümden sonraki işin mezardaki korkulu hâlinin bundan aşağı olmadığı, gün gibi meydandadır. Bunu düşünmemek ne biçim bir cesarettir Bunun en güzel çaresi ölen arkadaşlarına bakmak onları düşünmektir Onları hatırlayıp dünyada her birinin mevkiini, İşlerini, sıkıntılarını, neşelerini dünyada neye kavuştuklarını ölümü nasıl unuttuklarını ve beklemedikleri bir zamanda, ahiret için ellerinde azık yokken ölümün gelip onları götürdüğünü düşün!
Şimdi mezardaki şekillerin nasıl olduğunu, azalarının birbirinden nasıl ayrıldığını, etlerini, derilerini, gözlerini ve dillerini böceklerin, kurtların nasıl yediğini, onlar bu hâlde iken, vârislerinin mallarını taksim edip rahat rahat nasıl yediğini, hanımlarının kendilerini unutup başka koca aradıklarını, göz önüne getir! Sonra teker teker bütün arkadaşlarını düşün, seyretmekten, gülmekten, gafletten ve onların meşguliyetinden vazgeç! Onlar bu hâlde yirmi seneden fazla kalmadılar ve bunlar için çok sıkıntılar çektiler. Kefeni dokunurken, yıkanırken haberleri yoktu, düşünmelidir. Sonra yine kendi kendine demelidir ki, sen de onlar gibisin, gafletin, hırsın, ahmaklığın, onların gafleti, hırsı, ahmaklığı gibidir. Hâlbuki sana, onların senden önce gitmesiyle ibret alıp kurtulmak saadeti verildi.
“Ne bahtiyardır o kimse ki, bir başkasını ona nasîhata gönderirler”, buyuruldu. Böylece elini, ayağını, parmaklarını, gözünü, dilini düşünmeli, birbirinden ayrılacaklarını, böceklere, kurtlara yem olacaklarını göz önüne getirmeli. Mezarda pis kokulu bir leş, çürümüş birbirinden ayrılmış bir yığın olduğunu hatırlamalıdır. Bu ve bunun gibi sözleri her gün bir saat kendisine söylemelidir. Belki böylece kalbi ölüme karşı uyanık olur. Çünkü zahiren hatırlamak kalbe tesir etmez.
Ağzıma koyduğum bir lokmanın ölüm sebebiyle boğazımda kalmayacağını bir kere düşünmemiş değilim”, buyurdu. Sonra buyurdu:
“Ey insanlar! Aklınız varsa kendinizi ölü kabul ediniz. Nefsim, kudretinde olan Allahü Teâlâ'ya yemin ederim ki, sizin için vâd olunan elbette gelecektir. Ondan kurtulamazsınız” Resûlüllah (sav) küçük abdest bozunca arkasından hemen teyemmüm ederdi. Su yakındır dediklerinde:
“O zamana kadar yaşayacağımı bilmiyorum”, buyurdu. Abdullah İbn Mes'ûd (ra) diyor ki: Resûlüllah (sav) bir kare çizdi. İçerisinde doğru bir çizgi, her iki tarafında, balıksırtı gibi girintili çıkıntılı küçük çizgiler çizdi ve buyurdu ki:
“Bu karenin içerisindeki bir insandır. Etrafında bulunan bu kare eceldir. Onu kuşatmıştır, ondan kurtulamaz. İki tarafındaki küçük çizgiler yolundaki afet ve belâlardır. Birinden kurtulursa, diğerinden kurtulamaz. Sonra düşer, bu düşüş ölüm düşüşüdür. Karenin dış çizgisi onun amel ve ümitleridir. Daima Allah Teâlâ'nın ilminde, ölümünden sonra olacak işleri düşünür”
Yine buyurdu:
“İnsan her gün biraz daha ihtiyarlıyor, fakat iki şeyi gençleşiyor; mal hırsı ve yaşamak arzusu”
Haberde geldi ki: İsâ (as) bir ihtiyar gördü, elinde sapanı, tarlada çalışıyordu.
“Ya Rabbi, onun kalbinden emeli çıkar,” diye duâ etti. Sapan elinden düştü ve uyudu. Bir müddet geçince:
“Yâ Rabbî emelini ona ver”, dedi. İhtiyar, kalkıp işine devam etti. İsâ (as);
“hayrola ne oldu” buyurdu.
İhtiyar;
“Kalbime geldi ki, niçin böyle çalışırsın? İhtiyarladın, bugün yarın öleceksin, sapanı bıraktım. Sonra yine kalbime geldi ki, ölünceye kadar yemek lâzımdır. Tekrar kalktım.”
Resûlüllah (sav) buyurdu ki:
“Cennete gitmek ister misiniz?”
“İsteriz” dediler.
“Kısa emelli olun, ölümü daima göz önüne getirin ve Allah Teâlâ`dan nasıl haya edilecek ise öyle haya ediniz”
Rey şehrinden bir ihtiyar, bir kimseye mektup yazdı ve dedi ki:
“Dünya rüyadır, ahiret uyanıklıktır. Arada ölüm vardır. Bizim içinde bulunduğumuz hâl, dağınık boş rüyalardır vesselam.”
İmam Suyuti