• DOLAR 34.446
  • EURO 36.302
  • ALTIN 2837.002
  • ...
İftar Sonrası Korku ile Ümit Arasında Olmak
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Hasan b. Ebî Hasan b. Hasan el-Basrî, kahkaha ile gülen bir grubun yanından geçerken onlara şöyle der: “Ey insanlar! Allah Teâlâ, Ramazan ayını, kulları için bir yarış sahası olarak yaratmıştır. Kullar o ayda ibadet hedefine doğru koşuşurlar. Şüphesiz o grup, zaferi elde eder, diğer bir grup ise geri kalıp, mükâfat kazanmaktan mahrum kalır. Hayret edilecek durum, o gülen ve oynaşan kimselerin durumudur ki, halkın koştuğu hedefe kavuştukları bir günde, onlar gaflet içerisinde gülüşüp oynaşırlar. Böyle bir nimetten mahrum kalırlar. Ey gülenler! Şunu iyi bilin. Allah'a yemin ederim ki, eğer Allah Teâlâ perdeyi aralasaydı, iyilik yapan iyiliğiyle, kötülük yapan da üzüntüsüyle meşgul olur, böylece gülmek kapısı kapanırdı.”

Ahnef b. Kays'a 'Sen pir-i fâni bir kimsesin. Oruç seni zayıf düşürmektedir. (Oysa şeran pir-i fâni olan kimseler, fidye vermek suretiyle oruç tutmayabilirler) neden oruç tutuyorsun?' denildiğinde şöyle demiştir: 'Ben, uzun bir sefere hazırlık yapmaktayım. Allah'ın azabına sabretmek, ibadetine sabretmekten daha zordur'.

İşte orucun bâtıni manaları bunlardır.

Soru: Bir kimse, karnının ve tenasül uzvunun şehvetlerini menedip bu manalara riayet etmese dahi fakihlerin fetvasına göre orucu sahihtir. Bu hükme ne dersiniz?

Cevap: Zahire göre hüküm veren fakihler, bâtıni şartlar hakkında ileri sürdüğümüz delillerden zayıf delillere dayanacak zahir şartları tespit etmektedirler. Hele gıybet ve benzeri gibi manevi ve bâtıni şartlar karşısında onların delilleri çok zayıf kalır. Fakat zahire göre hüküm veren fakihler, ancak dünyaya sarılmış ve gaflete dalmış, halk ve avam tabakasına kolay gelen tekliflere bakarlar. Onları bunun ötesi pek ilgilendirmez. Bakışları tamamen ahiret âlemine yönelen âlimlere gelince, onlar orucun sahih olmasından, Allah nezdinde kabul edilmesini kastetmektedirler. Oruçtan; Allah'ın sâmediyyet ahlâkıyla ahlaklanmayı anlamaktadırlar. Mümkün olduğu kadar şehvetlerden kaçınıp meleklere uymayı kastediyorlar.

Çünkü melekler şehvetlerden uzaktır. Aklın nuruyla şehvetlerini kırmaya kudretli olan bir insanın rütbesi, bu ruhtan mahrum olan hayvanın rütbesinden üstündür. Fakat şehvetlere maruz kaldığından, şehvetlerle mücadele etmek mecburiyetinde bulunduklarından, rütbeleri meleklerin rütbesinden aşağıdır.

Bu bakımdan şehvete daldıkça esfel-i safilîn'e doğru yuvarlanıp gider. Sonunda hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşer. Şehvetleri kırdıkça a'lâ-i illiyyîn'e (yücelerin yücesine) yükseliş sonunda meleklerin ufuğuna varır. Melekler ise, manen Allah'a yakın kullardır. Onlara uyan ve onların ahlâkıyla ahlaklanan da onlar gibi, Allah'a yakınlaşmaktadır. Çünkü yakın olana (meleklere) yakınlaşan, hedefe (Allah'a) da yakınlaşmış demektir. Buradaki yakınlaşma, mekân bakımından değil, sıfat bakımın'dandır.

Mademki, kalp erbabı ve akıl erbabı nezdinde orucun sır ve hikmeti budur, o halde şehvetlere dalarak gündüz yenen iki öğün yemeği iftar zamanında bir arada yemekten ve bütün gün kendisini aç bırakmaktan ne fayda temin edilebilir? Eğer bu hareket, herhangi bir fayda temin etmiş olsaydı, o zaman Hz. Peygamber'in 'Nice oruçlular vardır ki, oruçlarından sadece açlık ve susuzluk elde ederler' sözünün manası ne olurdu?

Bu sırra binaen ashaptan Ebu Derdâ (r.a) şöyle buyurur:

“Akıllıların uykusu ve iftarı ne güzeldir! Nasıl olur da akıllılar ahmakların orucuna ve uykusuz kalmalarına hayret ediyorlar? Takva ve yakîn sahibi olan bir kimsenin ibadetinin bir zerresi, mağrurların dağlar kadar olan ibadetinden daha üstün ve daha makbuldür!”

Bu sırra binaen bir âlim de şöyle buyurur:

“Nice oruçlu vardır ki oruçsuzdur ve nice oruçsuz vardır ki oruçludur.”

Oruçsuz oruçlu o kimsedir ki, yer, içer ve fakat azalarını günahlardan korur. Oruçlu oruçsuz ise, yemez içmez, fakat azalarını günahlardan korumaz.

Orucun mana ve sırrını anlayan bir kimse bilir ki, yemek ve içmekten geri durup diğer günahlarla yoğrulan bir kimse, tıpkı abdest alırken azalarını üç defa mesh etmek suretiyle zahirde âdete uymuştur. Ancak en önemli şey olan yıkamayı terk etmiştir.

Bu bakımdan bu cehaletinden ötürü kıldığı namaz, merdud ve bâtıldır. Yiyip, azalarını haramdan koruyan bir kimsenin meselesi de abdest azalarını birer defa yıkayıp abdest alan bir kimsenin meselesine benzer. Bu kimse, abdestin şartını yerine getirdiği için, Allah indinde namazı makbuldür, her ne kadar fazileti terk etmişse de...

Yemek ve içmekten sakınıp azalarını da haramdan koruyan bir kimsenin meselesi ise, abdest azalarının her birisini üçer defa yıkamak suretiyle abdest alan kimsenin meselesine benzer. Böyle bir kimse hem aslı, hem fazileti yerine getirdiğinden kemâlin zirvesine çıkmış olur.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:

“Oruç emanettir. Bu bakımdan herhangi biriniz Allah'ın kendisine teslim ettiği emaneti korusun ve zayi etmesin.”

“Allah size, emanetleri ehline vermenizi emreder' (Nisâ/58) ayetini okuduğunda, Hz. Peygamber elini kulağına ve gözüne koyarak şöyle buyurmuştur: 'Kulak emanettir, göz emanettir'. Eğer kulak ve göz orucun emanetlerinden ve oruçla korunması gereken şeylerden olmasaydı, Hz. Peygamber 'Ben oruçluyum desin.” demezdi.

Yani oruçlu bir kimseye biri söver ve onunla kavga etmek isterse, oruçlu ona 'Dil, Allah'ın bendeki emanetidir. Onu korumakla mükellefim. Sana kötü cevap vermek suretiyle o emanete nasıl ihanet edebilirim' demelidir.

Bu hakikatlerden sonra anlaşılmış olmalı ki, her ibadetin zahiri ve bâtını, kabuğu ve özü vardır. Her ibadetin kabukları hususunda da dereceleri ve her derecenin de kademeleri vardır. Bunu bildikten sonra dilersen sadece kabukla yetinir, öze inmezsin, dilersen akıllıların er meydanına inersin.

İhyau Ulumi`d- Din

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir