Kuşeyri`nin Fikirleri
Kuşeyri'nin uygulamaları, İslami tasavvufta usul olarak ilktir. Bundan dolayı herkesin büyük teveccühüne mazhar olmuştur.
Her şeyden önce ifade etmek gerekir ki, Kuşeyri, tasavvufa dair yazmış olduğu Risale'sinde tasavvufun kendine has kavramları olan bir bilgi sistemi olduğunu ifade etmek suretiyle tasavvufun, özel bir bilgi sistemine dayanan bir bilim olduğunu ispat etmeye çalışır.
"Bil ki, her bir âlimler grubunun, kullandıkları kavramlar vardır ve o kavramlarla kendilerinin dışındaki insanlardan ayrılırlar. Bu kavramları ittifak ettikleri biçimde, muhatabın kolay anlayabilmesi ve söylenildiğinde anlamının kavranabilmesi amacıyla kullanırlar. Kendi aralarında bu kavramları kullanırlar. Böylece kendilerine ait anlamları ortaya koyabilmeyi ve kendi yollarından gitmeyenlerden gizlemeyi amaçlarlar. Bunun sebebi, kavramların anlamlarının yabancılara kapalı kalması ve ehil olmayanlar arasında sırlarının yayılmamasını istemeleridir. Çünkü onların hakikatleri, çaba veya tasarruf ile elde edilmiş değildir. Aksine o hakikatler, Allah'ın bir grubun kalbine koyduğu anlamlardır. Hak Teâlâ, sufıler taifesinin sırlarını ve ruhlarını bu manaların hakikatini kabul etmek için saf ve halis hale getirmiştir. Biz burada sufılerin yolunu tutan ve onların dini geleneklerine uyan kimselerden olup da bu manalara vakıf olmak isteyenlerin anlama ve kavramalarını kolaylaştırmak için bu çeşit tasavvufi ıstılahları açıklamak istiyoruz"(Kuşeyri Risalesi)
Tasavvufun özel kavramları olan bir ilim alanı olduğunu söyleyen Kuşeyri, sufılerin, Müslümanlar içerisindeki yerini ve konumu ise şöyle belirler: "Allah, sufıleri dostlarının seçkini ve rasul ve nebilerden sonra bütün kullarının en faziletlisi kılmıştır. Yine Allah, onların kalplerini sırlarının kaynağı yaparak ümmetler içerisinde nurlarının doğduğu mahal olma hususiyetini onlara bahşetti. Onlar, halkın bereket kapısı ve Hak ile beraber hareket ederler. Allah, onları, beşeri kirlerden temizlemiş, ahadiyet hakikatlerinden vermiş olduğu tecellilerle onları müşahede makamına yükseltmiş, kulluğun adabını yerine getirmelerini sağlamış ve rububiyet kanunlarının nasıl işlediğini onlara göstermiştir. Bu sebeple onlar da, mükellef tutuldukları görevlerini yerine getirmişler, Allah'ın kendilerine bahşettiği tasarruf etme yetkisini gerçekleştirmişler, sonra samimi bir ihtiyaç hali içinde ve boyunları bükük bir şekilde Allah'a dönmüşler ve işledikleri ameller ve elde ettikleri saf hallerinden hiç bahsetmemişlerdir. Zira onlar biliyorlardı ki, Allah Celle ve Ala, dilediğini yapar, kullarından dilediğini seçer, hiçbir mahlûk ona hükmedemez, hiçbir varlık onun iradesi üzerinde hak iddia edemez.”
Cabiri, bütün düşünce yapısını üzerine kurduğu burhan, beyan ve irfan ayrımından oluşan İslami bilgi alanları anlayışını belirlemede Kuşeyri'ye borçludur. Cabiri, burhan, beyan ve irfan bilgi sistemleri ile ilgili ilk ayrımı, Kuşeyri'nin yaptığını kaydeder ve bu bağlamda onun önemini vurgular. Ancak şu da belirtilmelidir ki, Cabiri, her ne kadar bu ayrımı, Kuşeyri'den almış olsa da, ondan farklı sonuçlara ulaşmıştır. Cabiri, Kuşeyri'nin aksine bilgi alanları arasındaki ilişki ve değeri, irfan, beyan ve burhan şeklinde sıralar. Buna göre Kuşeyri'nin en üstün gördüğü irfani bilgi, Cabiri de dayandığı temeller ve ortaya koyduğu ürünler bakımından en düşük bilgi türüdür. Öte yandan Kuşeyri'nin en düşük bilgi türü olarak tanımladığı burhan, Cabiri'ye göre en üstün bilgi nizamıdır. Cabiri'nin konu ile ilgili görüşlerinin geniş bir analizi için Arap-İslam Kültürünün Akıl Yapısı eserine bakılabilir.
Kuşeyri, kendi döneminden önce değişik platformlarda tartışmalara gerginliklere sebep olan şeriat ve hakikat arasındaki problemi, aralarındaki ilişkiye vurguda bulunarak çözmeye çalışır: "Şeriat, sarılmaktan ibarettir; hakikat ise, rububiyeti müşahede etmektir. Hakikatle desteklenmemiş hiçbir şeriat, makbul değildir. Şeriat ile sınırları belirlenmemiş hiçbir hakikat ile de bir şey elde edilemez. Şu halde Hak tarafından halka mükellefiyetler getirmiştir; hakikat ise, Hakk'ın tasarrufunu bildirmektedir. Öyleyse Hakk'a ibadet etmek, şeriat; Onu müşahede etmek, hakikattir. Şeriat, O'nun emrettiği şeyi yerine getirmek; hakikat ise, Allah'ın kazasını, kaderini, gizlediği ve açıkladığı şeyi görmektir Bilmelisin ki, Allah'ın emri ile vacip olması bakımından her şeriat, aynı zamanda hakikattir; aynı şekilde Allah'ı bilmek, O'nun emriyle vacip olduğu için, her hakikatte, şeriattır"
Tasavvuf ilminin şekillenmesinde önemli görevler ifa eden Kuşeyri, aynı zamanda kendisinden önceki birçok mutasavvıf gibi Kur'an'a dayanan verilerle akli düşünce perspektifinde sağlam bir itikada vurgu yaparak takipçilerine itikadi düşüncelerinin bu şekilde olmasını tavsiye etmiş ve bu konuyla alakalı eserler vermiştir. Kuşeyri, bu çalışmalarında inanan için en temel sorunsalın neye ve nasıl inanılacağı olduğunu ortaya koymakla kalmamış aynı zamanda bu konular üzerinde önemli açıklamalarda bulunmuştur. Bu bağlamda Kelam ilminin hayatiyetini kavrayarak ona hak ettiği değeri veren Kuşeyri, kendisine doğru inanç-salih amel paradigmasını hareket noktası olarak alınıştır. Kuşeyri eşari kelam ekolüne bağlıdır. Risale adlı eserinde Eş'ari mezhebinin inanç temellerinin şu şekilde olduğunu ifade eder: "Bu taifenin hocaları (şeyhleri) işlerini sahih bir tevhid usulü içerisinde temellendirmiş, Ehli Sünnet ve Selefin tevhid üzere olan, bidatten uzak inançlarını benimsemişlerdir"
Kuşeyri, Allah-alem ilişkisini bu ontolojik farklılık çerçevesinde izah ettikten sonra, inanç kurgusunu anlatırken kullandığı kelami ıstılahı irdelemiştir. Bilindiği üzere kelami terminolojide Allah-alem ayrımı hadis ve kadim gibi kelami kavramlarla ele alınmıştır. Allah`ın fiilleri ve illet meselesi konusunda Kuşeyri şöyle yaklaşır.
“Allah'ın filleri konusunda bir illet yoktur. Bu açıdan "Niçin yaptı?" denemez. Çünkü fiili için bir illet olsaydı bu illetinde kadim olması gerekirdi. Eğer bu illet de kadim olsaydı malulünün kıdemini gerektirirdi, bu ise muhaldir.”
Kuşeyri kelam tartışmalarına konu olan müteşabih ayetler meselesini ise Ehli Sünnet'in görüşlerine uygun olarak değerlendirir ve bazı sufilerin düştüğü aşırı yorum hatasına düşmeden açıklamaya çalışır. Ona göre Allah'ın arşa istiva etmesi, Allah'ın gözü, yüzü gibi ifadelerin geçtiği ayetler ya da Allah'ın her gece yeryüzüne indiğinden, müminlerin kalbinin Rahmanın iki parmağı arasında olmasından bahseden hadislerdeki müteşabih lafızlar olduğu gibi kabul edilmesi, yapılan yorumlarla manalarının arttırılmaması veya eksiltilmemesi gerekmektedir. Bu şekilde ibarelerin zahiri manası üzerinde tevakkuf edilmeli, bunlarla alakalı kesin bilgi ise Allah'ın ilmine havale edilmeli ve aşırı yoruma gidilmemelidir.
Kuşeyri'ye göre Allah, üzerine bir zorunluluk olmamakla beraber her kavme hakikat olan otoritesiyle peygamber göndermiş ve bunu Kur'an'da bildirmiştir. Kuşeyri, ahiret hayatının başlangıcı olarak gördüğü kabir hayatının varlığını kabul eder. Ona göre insanların dünyada yaptığı fiillerden dolayı kabirde ceza veya mükâfat görmeleri haktır. Allah'ın görülmesi hususunda Ehli Sünnet'in görüşünü tekrarlayan Kuşeyri, tam bir ihata ve idrak olmaksızın, Allah'ın ahirette görülmesinin hak olduğu düşüncesindedir.
Kuşeyri, kulun fillerini "kesb" ettiğini söyler. Ona göre kulun fiilleri kesb edebilmesi için bir istitaaya ihtiyacı varıdır. Fiil ancak onunla kesb edilir. Diğer yönden fiil yapabilme yeteneği ve özgürlüğünden dolayı insanın sorumluluğu söz konusu olmaktadır. İnsan, fillerini icra edebilme hürriyet ve yeteneğine sahipse ancak o zaman yaptığı fiilden sorumlu olabilir. Yaptığı fiillerden sorumlu olursa ancak o zaman fiilleri sonucunda mükâfat ya da ceza alması tutarlı ve adil olur. Kader ile ilgili olarak “kim çaba sarf ederek maksadına ulaşacağını zannederse kendisini boşuna sıkıntıya sokar, her kim çaba sarf etmeden maksadına ulaşacağını zannederse boş bir ümit içerisinde olur.” der. Kuşeyri'ye göre İslam ve iman arasında bir fark yoktur. İman, şeri' olarak taat anlamına geldiği için artar ve eksilir. Çünkü insan fiili olan taatlar; artar ve eksilir ve bu neticeyle ona bağlı olarak imanda artar ve eksilir.