PEYGAMBERLİK GERÇEĞİ-18
PEYGAMBERLİK HAKKINDA KUR'ANİ DELİLLER
Kur'an-ı Kerim'de deniliyor ki:
"Ey Nebi, sen bundan evvel ne bir kitap okuyordun ne elinle yazıyordun. Eğer böyle olsaydı, batıla tapanlar şüpheye düşebilirlerdi. Aslında bunlar, ilim sahiplerine parlayan birer işarettirler." (Ankebût; 48-49)
Bu ayet açıkça Hz. Peygamber'in okuma yazma bilmediğini vurguluyor. Eğer bunun aksi olsaydı bütün ömrünü aralarında geçirdiği kabilesinin ve bulunduğu şehrin insanları bunu bilir ve şahitlik ederlerdi. Ama onlar O'nun okuyup yazma bilmediğini biliyorlardı.
Bu noktaya değindikten sonra şunları söyleyebiliriz: Semavi kitapların talimatı, geçmişteki peygamberlerin durumu, çeşitli çağlarda ortaya çıkan din, mezhep ve akidelerin mahiyeti, eski İnsanlar, kavimler ve medeniyetlerin tarihî, siyaset, cemiyet ve iktisadın karmaşık meseleleriyle ilgili olarak bir ümminin dilinden çıkan sözler vahiyden başka bir şey değildir. Eğer Hz. Muhammed (sav) azıcık okuma yazma bilebilseydi yakınları ile çevresindekiler O'nun herhangi bir zaman eline bir kitap aldığını, araştırma yaptığını görmüş olsalardı, kâfir ve batıla inananlar belki de diyebilirdi ki, yukarıda bahsettiğimiz konular hakkında belirli bazı bilgiler toplamıştır. Fakat Hz. Muhammed (sav)in ümmiliği, bu gibi ihtimalleri tamamıyla ortadan kaldırmış oldu.
Bir ümminin Kur'an-ı Kerim gibi muhteşem bir kitabı insanlara sunması ve geçmişte kendisinde olmayan harika meziyet ve kabiliyetlere sahip olması, akıl ve mantık sahibi her insan için zaten peygamberliğinin en büyük delilidir. Dünyada tarihî kişilerden hangisinin durumunu araştıracak olursak, yaşadığı çağ ve çevre ile o zamanki şartların onun yetişmesinde büyük rol oynadıklarını görürüz. Fakat Hz. Peygamber (sav) kendi çağı veya çevresinin ürünü değildi. O'nun kişiliğindeki ani ve büyük değişiklik ve devrimin, mutlaka ilahi bir membaı ve kaynağı vardı. Bu nedenle, yukarıdaki ayette Hazreti Muhammed (sav)in kişiliği parlayan bir delile benzetilmiştir. O'nun kişiliği aslında bir değil, birçok delilin toplamıdır. Cahil biri bu delilleri göremiyorsa görmesin. Ama ilim, akıl ve mantık sahibi kimseler bu delilleri görür görmez, bunların ancak bir peygamberin şanına lâyık olduğuna can-ü gönülden inanmışlardır. Şu ayete bakın:
"Bunlar diyor ki, neden bu insana Allah tarafından delil ve işaretler indirilmedi. De ki: "Delil ve işaretler sadece Allah'ın indindedir. Bense sadece uyarıcıyım, açık seçik (haber vermek için görevlendirilmişimdir). Ve bu (delil) bunlara yetmiyor mu? Biz sana kitap gönderdik. Bu (kitap) kendilerine okunuyor. Aslında, bunda, iman edenler için rahmet ve nasihat vardır." (Ankebût; 50-51)
Burada demek isteniyor ki, Hz. Peygamber bir ümmî olmasına rağmen, kendisine Kur'an-ı Azimüşşan gibi bir kitabın gönderilmesi bir delil değil midir? Zaten bu kendi başına öyle bir Mucizedir ki herkes Hz. Muhammed (sav)in peygamberliğine inanabilir. Bundan sonra başka bir Mucizeye ne hacet vardır? Geçmişte gösterilen Mucizeler ani ve geçiciydi. Hâlbuki bu Mucize her zaman iman sahiplerinin yanında bulunacaktır. Bu kitap her gün ve her zaman Peygamber tarafından çevresindekilere okunuyor ve anlatılıyordu.
"Bu kitabın inişi şüphesiz Âlemlerin Rabbi tarafından (mümkün) olmuştur. Bu İnsanlar diyor ki bu şahıs bunu kendisi uydurmuştur. Hâlbuki bu Hak'tır, Rabbin tarafından". (Secde; 2-3)
Burada Kitabullah'ın Âlemlerin Rabbi tarafından nazil olduğu söylenmekle yetinilmemiş, aynı zamanda, "şüphesiz bu kitap Allah'ındır" denilmiştir. Yani, bu kitabın Allah tarafından geldiğine hiç şüphe edilmemesi gerekir, denilmek istenmiştir. Bu uyarıcı ve vurgulayıcı cümleyi, Kur'an-ı Kerim'in indiği şartlar, ortam ve bizzat Kur'an-ı Kerim'in muhtevası açısından değerlendirecek olursak bunda iddia ile beraber bir delilin de var olduğunu göreceğiz. Bu delil, kendilerine sunulduğu Mekkelilerden saklı değildi. Mekkeliler, Hz. Muhammed (sav)'in peygamberlikten önceki ve sonraki hayatını açık bir kitap gibi bilirlerdi. Kur'an-ı Kerim'in dili ve üslûbu, Hz. Muhammed(sav)'in dili ve anlatım tarzından çok farklı ve değişikti. Onlar aynı kişinin aynı zamanda birbirinden son derece farklı dil ve davranışa sahip olamayacağını pekâlâ biliyorlardı.
Aynı zamanda bu kitapta bulunan eşsiz üslubun da farkındaydılar. Aynı dili konuştukları ve bildikleri halde bütün Arabistan'da hiçbir edip, yazar ve şairin Kur`an-ı Kerim'inkine benzer kitap hazırlamak şöyle dursun, küçük bir bölümünü bile yazamayacaklarını çok iyi biliyorlardı. Bunun dışında Kur`an`ın muhtevası da çok değişik ve etkileyiciydi. Mekkeliler, bütün Arap şair, kâhin, keşiş ve hatiplerinin söz ve eserlerinde bahsedilen konuların değerinin, Kur`an`ın yanında hiç olduğunu anlıyorlardı.
Kur`an-ı Kerim'deki mevzuların ehemmiyeti, temizliği ve yüceliğinin hiçbir eşi yoklu. Bu kitabın metni de, yalan ve asılsız bir dava peşinde olanların boş iddiaları ve bencilliğinden uzaktı. Kâfir ve müşrikler, Kur`an`ın metni veya Hz. Peygamber'in sözlerinden, peygamberlik mevkiine yükseltildiğini açıklamak suretiyle kendi kişiliği, ailesi, kabilesi ve milletinin maddi menfaati için çalıştığına dair herhangi bir örnek gösteremezlerdi. Son olarak, Hz. Muhammed (sav)'in daveti üzerine Allah'a sarılanların hayatında, düşünce ve fikirlerinde ne büyük değişiklikler meydana geldiğini görüyorlardı. Bütün bu hususlar iddianın birer deliliydiler. Bu bakımdan, hem Kur'an-ı Kerim'in Âlemlerin Rabbi tarafından dünyaya nazil olduğu, hem bu kitabın, Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinin açık delili olduğu ortadadır.