CIA babama komplo kurdu! (1)
Amerika`da 24 yıl tutulduğu hücrede şehid olan İslam âlimi Şeyh Ömer Abdurahman`ı, oğlu Dr. Abdullah Ömer Abdurahman`a sorduk. En son 27 yıl önce görüşebildiği babasını Amerikan istihbaratı CIA`nin nasıl bir komplo ile tutukladığını, kendileriyle görüştürmemelerini, hasta ve âmâ haline rağmen 24 yıl hücrede ne zulümler altında tutulduğunu anlatan Dr. Abdurahman, gazetemize çarpıcı açıklamalarda bulundu.
MEHMET SAİT ÖZCAN / ÖZEL RÖPORTAJ
Şeyh Ömer Abdurahman… Daha 10 aylıkken gözlerini kaybetti, 11 yaşında Kur'an-ı Kerim'i ezberledi. Şeyh Ömer`in âmâ bir insan olması onun cesur bir âlim, lider bir kişilik olmasına engel olmadı. Şeyh Ömer, hayatı boyunca İslam`ı öğrendi, yaşadı ve İslam ahkamını yaşatmak için insanları Allah`a çağırmaktan geri durmadı. Mısırlıydı, Cemaati İslami`nin manevi önderiydi. Amerikan zindanlarında 24 yıldır bulunduğu hücre içerisinde insanlık dışı zulümler sonucu 18 Şubat`ta ruhunu Rabbi Rahim`e teslim etti. Neredeyse şehidler ayı olarak tescillenmiş Şubat ayında şehid düşerek katıldı şehidler kervanına. Amerikan Mahkemesi, Şeyh Ömer Abdurahman`ı, 200 yıl önce Kızılderililere uyguladığı ‘Niyetler Kanunu`na göre yargılamış ve 385 yıl ceza vermişti. Mahkûmiyet gerekçesinde, 1993`te Dünya Ticaret Merkezi`ni bombalayanların şeyhin vaazlarından etkilendikleri iddiasıyla 100 yıl, Hüsnü Mübarek`e Amerika`da suikast düzenlemeyi düşündüğü gerekçesiyle de 285 yıl ceza verilerek büyük bir insanlık suçuna imza atılmıştı. Üstelik Şeyh Ömer`in 285 yıl ceza aldığı suikast davasında gerçek ise, Mısır firavunu Hüsnü Mübarek`in, 1993 yılında ziyaret etmeyi planladığı Amerika`ya hiç gitmediğiydi.
İslam ümmetinin yetiştirdiği güzide şahsiyet Şeyh Ömer Abdurahman`ı, oğlu Dr. Abdullah Ömer Abdurahman`a sorduk. En son 27 yıl önce görüşebildiği babasını bir daha hiç göremeyen Dr. Abdullah, Amerikan yönetiminin babasıyla görüşmelerine izin vermediğini ve şehid oluncaya dek hücrede hasta ve âmâ bir şekilde tuttuğunu belirtti. Babası hakkında çok yönlü çarpıcı bilgiler paylaşan Dr. Abdullah, Şeyh Ömer`in hayat felsefesi, mücadelesi ve Amerika için neden tehlikeli görüldüğünü anlattı. Uzun bir söyleşi gerçekleştirdiğimizden dolayı dört bölüme ayırdığımız röportajın ilk bölümünde Dr. Abdullah Ömer Abdurahman, şehid babası hakkında bilinmeyenleri ve Amerika`nın insanlık dışı zulümlerini anlattı. İşte Şeyh Ömer Abdurahman`ın oğlu Dr. Abdullah Ömer Abdurahman`ın sorularımıza verdiği cevaplar…
DİKTATÖRLÜĞÜ BATILILARA DAHA İYİ ANLATIRIM DÜŞÜNCESİYLE AMERİKA`YA GİTTİ ANCAK…
Abdullah Ömer Abdurahman, öncelikle kısaca sizi tanıyalım…
Ben Dr. Abdullah Ömer Abdurrahman. Şeyh Ömer Abdurrahman`ın oğluyum. Toplam 13 kardeşim var ve ben bunlardan yaş itibari ile 3. Sıradayım, dinler ve mezhepler tarihi araştırmacısı ve uzmanıyım.
Sondan başlayalım isterseniz… Babanız Şeyh Ömer Abdurahman, 24 yıl gözleri görmediği halde Amerikan hapishanelerinde tutusak bulundu, tek başına bir hücrede. Kendisine isnat edilen suç, Dünya Ticaret Merkezi`ni bombalayanların onun konuşmalarından etkilenmeleri olarak gösterildi. Sözde özgürlükler ülkesi Amerikan adaleti için neler söylemek istersiniz?
Bismillahirrahmanirrahim. Ben sözlerime Allah-u Teâlâ`nın kelamı, ayet-i kerime ile başlamak istiyorum; “Hicret edenler yurtlarından çıkarılanlar, benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; onların günahlarını elbette örteceğim ve Allah katında bir mükâfat olmak üzere onları altından ırmaklar akan cennetlere de koyacağım. En güzel mükâfat Allah`ın katındadır.” (‘Âli İmran:195)
Babam Şeyh Ömer Abdurrahman, Mısır`da iken hep tutuklandı, zorunlu ikamete mecbur bırakıldı, defalarca takibe maruz kaldı, yani Mısır rejiminden her türlü eziyeti gördü. Bunun sonucu olarak Şeyh, özgürlükler ülkesi(!) olarak bilinen Amerika`ya gitmesi durumunda bazı şeylerin biraz değişeceğini umut etti. Davasını daha rahat anlatacağı, Mısır`da halka yönelik zulmü, diktatörlüğü dünyaya, Batılılara daha iyi anlatacağı düşüncesiyle ve zannıyla Amerika`ya gitti. Ancak maalesef Şeyh Abdurrahman bütün bu iyi niyetinde ve beklentilerinde hayal kırıklığı yaşadı Amerika`da. Özgürlükler ülkesi(!) olarak bilinen Amerika`da çok farklı bir muameleye maruz kaldı.
CIA, MUHBİRİNİ ŞEYH ÖMER`E GÖNDERDİ
Şeyh Abdurrahman, Amerika`da şunu gördü: Onların iddia ettiği özgürlükler, insan hakları vs. avantajlar sadece kendileri ve kendilerinden olanlar içindir. Müslümanlar için özellikle de İslam`ı bir bütün olarak anlamaya çalışan ve tatbik etmeye çalışan Müslümanlar için kesinlikle onların dillendirdiği özgürlükler, insan hakları işlemiyordu. Bunu acı bir şekilde müşahede ettik. Nitekim Amerikalılar kısa süre sonra babam aleyhinde komplolar kurmaya, planlar yapmaya başladılar. Onu baskı altına almak için, tutuklamak için planlar, akıl almaz komplolar kurmaya başladılar. İbad San adında bir şahsı ayarladılar. Bu kişi daha önce Mısır istihbarat örgütünde görev yapmış, sonrasında da CIA ile birlikte çalışmış biriydi.
Bu kişi, babama karşı uygulanan komplonun bir parçası olarak görevlendirildi. Babamın yanına kadar gelip işte tövbe ettiğini bu nedenle geçmiş hayatında yaptığı hatalardan, yanlışlardan kurtulmak için büyük bir eylem yapmak istediğini babama defalarca söylemiş. Bu şahıs defalarca Şeyhin yanına gelerek kendini bir yerlerde uçurmak istediğini Dünya Ticaret Merkezine saldırı yapmak istediğini ısrarla söylemiş ve fakat babam şeyh Ömer Abdurrahman her defasında ona böyle bir şeyin kesinlikle caiz olmadığını belirterek bunu reddetmiştir.
EMAN İLE GELDİK ÇÜNKÜ BİZ AHD SAHİBİYİZ
Ama bu kötü niyetli adam daha sonra böyle bir eylem gerçekleştirdi. Bunu da Ömer Abdurrahman`ın fetvası ile yaptığını iddia etti. Fakat kesinlikle böyle bir şey yok, babam şeyh Ömer Abdurrahman`ın 1993 yılında CNN INTERNATİONAL`de yayınlanan bir konuşması var, herkes bu konuşmaya ulaşabilir. Babam o konuşmasında aynen şunları söylemiştir ‘Biz Amerika`ya eman ve ahd ile geldik-ki bu vizedir-biz vize ile buraya geldik. Ve bizim eman ile geldiğimiz bir yerde eylem yapmamız İslam hukukuna, İslam fıkhına uygun değildir çünkü biz ahd sahibiyiz.` Allah-u Teâlâ ‘İnnel ahde kane mesulen` “Ahd`den mesulsünüz” buyuruyor.
NİYETLER KANUNU OLDU ÖMER ABDURRAHMAN KANUNU
Böyle iken biz verdiğimiz bir ahdi bozamayız. Biz Amerika`ya kaygan ve kritik bir zemine oturmak için gelmedik, güveni bozmak için gelmedik. Aksine istikrarlı ve güven ortamını bulmak istedik ki davamızı daha rahat anlatalım, daha rahat sesimizi yükseltelim. Ama bize tam tersi dayatıldı ve sanki bizim başka bir amacımız varmış gibi ithamlar ile babam suçlandı ve “Niyetler Kanunu” adı verilen bir kanunla yargılanıp mahkûm edildi. Bu kanun “Niyetler Kanunu” olarak biliniyordu, şimdiki ismi ise Ömer Abdurrahman kanunudur. Çünkü 200 yıldan beri Amerika`da uygulanmayan bir kanundur, tozlu raflardan indirilip babam için, özelikle babam için uygulanmıştır. Bu nedenle bu kanun bugün “ Ömer Abdurrahman kanunu” olarak anılmaktadır.
ÂMÂ`YDI AMA HAYATI BOYUNCA HEP ZİRVEDEYDİ
Şeyh Ömer Abdurrahman 10 aylık iken gözlerini kaybetti, 10 yaşında Kur`an`ı Kerim`i hıfzetti. Daha sonra girdiği bütün sınavlarda derece yaptı. El Ezher Üniversitesine Mısır`ın 2.si olarak girdi. Ezher ilkokuluna 2., Lise`ye 1. genel sıralamada girdi. Daha sonra İslami bilimler fakültesine yine birinci sırada girdi. Daha donra mastır ve doktorasını büyük bir başarı ile kazandı, yani Ömer Abdurrahman bütün öğrenim tarihinde derece yapmış bir şahsiyettir. Bir kaide vardır, herkesin bildiği: ‘Zirveye çıkmak kolaydır; ama orada olmak zordur.` İşte şeyh Ömer Abdurrahman, hayatı boyunca zirvede kalmıştı, Allah`ın izni ile. Bütün başarılara rağmen hiçbir göreve teveccüh etmemiştir. Şöyle de derdi: “Biz bütün makamları ayağımızın altına alırız.” Onu davasından, ilkelerinden vazgeçirmek için nice tekliflerde bulundular; bakanlık teklif ettiler; ama kendisi hiç birisini kabul etmemiştir. Çünkü Ömer Abdurrahman`ın ilkeleri vardı, Ömer Abdurrahman`ın davası vardı.
ŞEHİD BABAM BİR DAVA ADAMIYDI
Babanız âmâ biriydi. Ancak Mısır rejiminin korktuğu biriydi. Amerika için babanızın hangi durumu tehdit oluşturdu sizce; camide verdiği hutbeler mi, ülke ülke verdiği konferanslar mı, ya da ne?
Ömer Abdurrahman`ın aslında 3 ilkesi vardır ve bu 3 ilkeden dolayı bu korku söz konusu olmuştur. Bunlardan
Birincisi; dikta ve zulüm rejimlerinin gerçek yüzünün ortaya çıkarılmasıdır.
İkincisi; Cihad fıkhı.
Üçüncüsü ise; İslam`ın bir bütün olarak her alanda uygulanmasını esas alıyor olmasındandır.
Şeyh Ömer Abdurrahman bu hususları esas almıştır, kendi imkânı olduğu halde ya da kendisi bu normal şartlarda büyük bir âlim olduğu halde hiç tefsir yazmamıştır.
Yani bu manada eserler bırakma yolunda bir çalışma yapmamıştır. Çünkü kendisi hareket adamı olmayı seçmiştir. Bir hareket insanı olmayı tercih etmiştir. Burada bir boşluk görmüştür, zulüm rejimlerinin gerçek yüzünün ortaya çıkarılması çok önemlidir. İslam âleminde ayrıca “cihad fıkhı” diye bir tabir ya da bir ilke vardır. Bu da işgal altında olan bütün Müslümanların bundan kurtulmaları için gerektiğinde onlar açısından bir güç olan cihada başvurmalarıdır.
AFGANİSTAN`DA İKİ OĞLU FİİLEN CİHAD ETTİ; AHMET ABİM ŞEHİT OLDU
Nitekim Afganistan`da Sovyetler Birliği`ne-Rusya`ya karşı durması bunun bir neticesi aslında. Eritre`de, Somali`de başka yerlerde Filipinler`de Müslümanların durumu aynı şekilde iyi değildi ama Şeyh Ömer Abdurrahman bu alanda daha çok kendisi faaliyet göstermeye başladı. Afganistan`da iki oğlu, benim iki tane abim fiilen cihad etti. Ahmet abim şehit olmuştur. Bunun gibi babam sadece sözüyle değil aynı zamanda pratiği ile, ameli ile de bunu yapmıştır. Aynı şekilde İslam`ın bir bütün olarak uygulanması hususu çok önemlidir.
Çünkü Allah-u Teâlâ (c.c), İslam bir bütün olarak uygulansın, hayatın bütün alanlarını kapsasın diye göndermiştir. Bu nedenle bu konuda Ömer Abdurrahman`ın özel bir hassasiyeti söz konusudur.
BABAM ‘ÂLİMLER HER ANLAMDA DAHA ÖNDE OLMALI` DİYORDU
Ömer Abdurrahman âlimlerin her anlamda daha önde olmaları gerektiğine inanıyordu. Çünkü âlimler çekinirse eğer, âlimler takiyye yaparsa, onlar bazı konularda hakikatleri haykırmazlarsa, biz insanlardan, toplumdan nasıl cesaret bekleyeceğiz diyordu. Ayrıca şümullü olma noktasında da onun kesin bir azmi ve kararlılığı vardı; ‘ kutibe aleykımussiyam` yani “size oruç yazıldı” emri ile ‘kutibe aleykumul kıtal‘ “size savaş yazıldı” aynı form ile gelmiştir. Şeyh Ömer Abdurrahman bunları beraber telakki ediyordu. Ömer Abdurrahman bu ilkeler uğrunda şunu diyordu: ‘Ben bunlara inanıyorum ve bunlar için mücadele ediyorum. Eğer bu benim hayatıma da mal olsa, sahip olduğum her şeye de mal olsa, kesinlikle bu benim umurumda olmaz. Bu konuda eğer öldürülecek de olsam son sözüm, “Kâbe`nin rabbine ant olsun ki; ben kazananlardan oldum, ben felaha erenlerden oldum” şeklinde olacak.` diyordu.
MÜSLÜMANLARIN CİHAD ETME GÜCÜNÜ KEŞFETMESİ BATILILARI KORKUTUYORDU
Batılılar, Afgan cihadıyla birlikte Müslümanların cihad etme gücünü keşfetmelerinden korkmaya başladı. Yani batılılar bir taraftan Afgan cihadının Sovyetler birliğini yıkmasından memnun görünüyor olsalar da öte taraftan bunun Müslümanların cihat duygusunun ve sahip oldukları faal bir yönlerinin ortaya çıkmasını tehlikeli buluyorlardı. Bundan dolayı bu konuda insanları cihad fıkhıyla bilinçlendiren kişiler Batı için doğrudan bir tehdit olarak görülmeye başlandı. Bunlardan birisi de hiç şüphesiz babam Şeyh Ömer Abdurrahman`dı. Çünkü onun bu konudaki bilinci ve gayreti her şeyin üstündeydi. Nitekim onlar da bunu bildikleri için onun hakkında komplolar kurdular ve onu zindana attılar. 24 yıl boyunca istisnai, olağan üstü kanunlarla, hiç görülmemiş, uygulanması olmayan yasalarla onu zindana attılar ve en sonunda da onu hayattan kopardılar ve onun ölümüne sebep oldular.
Uzun bir söyleşi olmasından dolayı dört bölüm halinde vereceğimiz röportajın 2. kısmı yarın inşaAllah…