İslam Dünyasındaki Milliyetçiliğin Kaynağı-5
19. yüzyılın sonunda oluşan Arap milliyetçiliği, &`;ümmetten kopar-Fransa`ya ve Batı medeniyetine bağla” operasyonudur
Ahmet Yılmaz / Analiz
Milliyetçilik, kendi ırkına ait olduğunu sandığı değerleri sevmeye; kendi ırkına ait olmadığını düşündüğü değerlerden nefret etmeye dayanır. Akla değil; hislere seslenir; bencil duyguları harekete geçirir. Çekici bir günah gibi dikkat çeker, çoğu zaman sorgulanmadan kabullenilir. Bu nedenle hızla yayılır.
Milliyetçilik, kendi ırkına ait olduğunu sandığı değerleri sevmeye; kendi ırkına ait olmadığını düşündüğü değerlerden nefret etmeye dayanır. Akla değil; hislere seslenir; bencil duyguları harekete geçirir. Çekici bir günah gibi dikkat çeker, çoğu zaman sorgulanmadan kabullenilir. Bu nedenle hızla yayılır.
Kızılhaç’ın kurucusu Henri Durant, özetle şöyle der: “Ortadoğu’yu ateş ve kılıçla ele geçirmenin önünde çok engel var. Batı’nın elinde daha kuvvetli bir silah vardır: Batı medeniyetinin sulh yoluyla İslam ülkelerine aşılanması.”
Milliyetçilik, bu emperyalist amacın en önemli silahıdır. İslam dünyasını, Batı işgali karşısında donanımsız bırakmak ve parçalayarak kolayca işgal etmek isteyen emperyalistler, milliyetçiliği önce laiklik ve modernizmin yayılmasında, ardından da sosyalizmin kitlelere yayılmasında bir at ya da bir kamuflaj olarak kullandılar.
Müslümanlar, nefislerine uyup milliyetçi çağrılara kulak verirken milliyetçiliğin nefsi okşayan türkülerinin arasına modernizmin, sosyalizmin, İslam karşıtlığının nakaratları kondu. Milliyetçileştiklerini sanan zavallılar, bir anda kendilerini Batı değerlerinin savunucusu olarak gördü. Hedef Türklük iken, Araplık iken, Kürtlük iken netice “Fransız kültürü muhipliği (sevdalığı)” oldu. Bu gerçeği, ilk günden bugüne Arap milliyetçiliğinde bütün unsurlarıyla gözetlemek mümkündür.
ARAP MİLLİYETÇİLİĞİNİN DOĞUŞU
Gerek “vaka kaydı” şeklindeki tarihler, gerek tarihin değerlendirilmesi biçiminde, Arap, Türk, Rus, İranlı, Amerikalı yazarlar tarafından kaleme alınan bütün eserler, modern çağ Arap milliyetçiliğini Fransız kültürüne bağlar. Milliyetçiliğin Araplar arasında yayılmasının başlangıcı olarak Fransız İmparatoru Napolyon’un Mısır seferini kabul ederler.
Milliyetçilik, o tarihten sonra Türk milliyetçiliği ile eş zamanlı olarak bir kısım Arap arasında ve genellikle Hıristiyan ve Yahudilerin girişimiyle yayılır.
Arap milliyetçiliğinin üç odağı (çeşmebaşı) vardır: Mısır, İstanbul ve coğrafik Şam(Lübnan ve Suriye).
Arap milliyetçliiğinin dört öncüsü vardır; Fransız müsteşrikler (şarkıyatçılar), Hıristiyan ve bazı Yahudi kökenli Araplar, İttihatçı Türkler, onlara aldanan az sayıdaki Müslüman Arap...
Arap milliyetçileri, İttihatçılar üzerinden dolaylı olarak; Fransız müsteşrikler üzerinden ise doğrudan Fransa’ya bağlıdır. Bundan dolayı Arap milliyetçiliği Fransız muhipliği biçiminde gelişmiş. Arap milliyetçileri, yabancı düşmanlığını hep gündemde tutarken özellikle ilk dönemde Fransızları daima bu düşmanlığın dışında tuttu, onları medeniyetin öncüleri olarak gördü. Fransa’nın hedefi ümmeti köklerinden koparmak ve parçalamak olduğundan, onların yetişdirdikleri Arap milliyetçileri Batılılaşmayı (bir tür Fransızlaşmayı) ve ümmet bütünlüğünden kopmayı savundu. Bu da Arap milliyetçiliğini I. Dünya Savaşı sürecindeki işgal hareketinin bir ayağı haline getirdi. İttihatçılar, Osmanlıyı çökertti, onlar, Osmanlı’nın Arap coğrafyasındaki mirasını Batılı emperyalistlere yem etti.
FRANSA’NIN ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Napolyon, “Mısır Kurumu” diye bir enstitü kurdu; bu enstitüye Mısır’ın İslam öncesi tarihini araştırma ve yüceltme görevi verdi. Clot, Crosy, Linant, Rousset gibi Fransız müsteşrikler Mısır’a gönderildi; onların eliyle coşkulu bir “Eski Mısır Tarihi” üretildi.
Mısır hakimi Arnavut kökenli Mehmet Ali Paşa ve ailesi, Paris’e öğrenci gönderdi. “Paris’te hocaları Fransa ordusu tarafından belirlenen özel bir üniversite oluşturdu.” “Mısır Kurumu”, müsteşriklerinin ürettiği İslam öncesi Mısır tarihini Mısırlı öğrencilerin zihnine kazındı.
Sonraki dönemde aynen İstanbul örneğinde olduğu gibi Mısır’da çok sayıda yabancı okul açıldı. Bu okullarda “Mısırlı Fransızlar” diyebileceğimiz, biyolojik olarak İslam dünyasına ait, düşünce ve amel olarak Fransız kişiler yetiştirildi. Bunlar, özellikle eğitim kurumlarının başına getirilerek, İstanbul’da olduğu gibi, Mısır’ın yeni nesillerine hoca yapıldı. Bu kişilerden bir kaçı şunlardır:
Tahtavi: Asıl adı Rifaa Râfi et-Tahtavi’dir. Napolyon’un Mısır kurumunun öğrencisidir. Şinasi ve Namık Kemal gibi onun da örnek aldıkları Fransız Racine, Volteir, Rousseau, Montesquieu gibi adamlardır. Görevi Mısır Milli Eğitim Bakanlığı Dergisi’nin baş yazarlığı ve diğer eğitim işleridir.
Tahtavi:
1. Fransızlar, taklit edilecek bir ulustur.
2. Fransızlar, sanıldığı gibi ahlâken düşük bir toplum değildir.
3. “Mısır ulusu”, İslam ümmetinin bir parçası olmakla birlikte, İslam ümmetinden ayrı özelliklere sahiptir.
4. Mısır, Arap ulusunun bir parçası olmakla birlikte Arap ulusundan da ayrı özellikleri vardır, diyordu. Ziya Gökalp’ın Anadolu Türkçülüğünü savunduğu gibi o da Mısır Araplığını savunuyor. Çünkü o günlerde Fransa’ya bu kadarı gerekirdi. Öte yandan Tahtavi, Mısır’ın geri kalmasını yabancıların işgaline bağlıyor. Ancak yabancı olarak sadece Memlukları ve Osmanlıları görüyordu. Çünkü Fransa’nın ilk hedefi, Türklerle Arapları birbirinden ayırmaktı. Aynı Tahtavi, Fransa’nın Cezayir’i işgal etmesini sadece eleştirmekle yetiniyor ve Mısır’ın Fransa tarafında işgal edilmesi için adeta yalvarıyordu.
Yakub Sannu: James Sanua diye bilinir. Yahudi bir babayla İtalyan bir annenin çocuğudur. Ama Ebu Nazzâre adıyla Mısır okumuşları arasında, büyük(!) bir vatansever olarak ün salmış. Vatanseverliği (!) yayan bir dergi de çıkarmıştır. Ama ne vatansever! Şu haber onu ispatlıyor: “Dün Şeyh Ebu Nezzâre Trocadero’da bir konuşma yaptı."
Fransa tarihi ve dostluk konusunda Fransa’nın doğu uluslarıyla olan iletişimlerine değinen bir söylev verdi. Dinleyenler, onun sözlerini sıcak karşıladılar. Mısır Tiyatrosu müzik grubu “Yaşasın Fransa ve sömürgeleri” haykırışları arasında Arap milli marşını çaldı” ne hikmetse sonraki dönemde Ankara’da da ulusal liderler, Fransız milli gününe katılıp benzeri konuşmalar yapacaklar.
Şibli Şumeyyil: Suriye protestan koleji’nin mezunlarındandır. Mısır’da ün saldı. Bir Hıristiyan olmasına rağmen Arap milliyetçiliğinin önderlerinden, milliyetçilik yaparken Arap gençlerine Darwin anlatıyor. Onları maymun teorisine inandırmaya çalışıyor. Ama aynı zamanda Araplar arasında saygınlık kazanmak için, Mısır’ın İngiliz yetkilisi Lord Cromer’e karşı Kur’an-ı Kerim’i savunur görünüyor. Arap gençlerine sosyalizmi ilk öğretenlerden biri de odur. Ona göre “din Arapları bölmemeli. Arapları Hıristiyan, Müslüman demeden birleştirecek olan Arap milliyetçiliğidir. Ne hikmetse Arap milliyetçisi, Darwinci sosyalist, Süveyş Kanalı üzerindeki Batı hakimiyetini de savunuyor. Ne ilginç milliyetçilik. Ama bazı gençler ona inanıyordu. Çünkü; onlara inanan gençler Mısır’da önemli yerlere çıkabiliyordu. Aynı durum, İstanbul’da da geçerliydi. Devlette yer kapmak, II. Abdülhamid döneminde bile genellikle gizli İttihatçıların elindeydi.
Taha Hüseyin: Eğitimini Paris’te tamamladı. Şemsettin Sami, Necip Asım gibi Türkler, J.Deguignes, Gobineau gibi Yahudilerin etkisiyle Türklerin İslamiyet’ten önceki kültürleriyle uğraşırken o da Fransız hocalarının etkisiyle Arapların İslam öncesi kültürüne yöneldi, “Cahilliye Şiiri Üzerine” adlı eseriyle ünlendi. Fransız patronların tek hedefi vardı: Türklerin ve Arapların ayrı bir kültür kökünden geldiklerini dolayısıyla bunların bir “ümmet” oluşturmalarının yanlış olduğunu gençlere inandırmak. Onların İstanbul ve Kahire’deki atları farklı yönlerde koşuyor görünse de aslında bir bedeni parçalamak için koşturulduklarından aynı işi görüyor, aynı hedefe hizmet ediyordu.
Mısır Milli Eğitim Bakanlığı da yapan bu adam, Mısır çocuklarına Mısır’ın İslam dünyasıyla pek bağı yok. Buna karşılık İslam öncesi Eski Mısır, Avrupa ile bir bütündü, o günlerde bilimde pek ilerdeydi; bugün ise bilim Avrupa’da. Bizi o bilimden alıkoyan sadece Osmanlı idi. Avrupa ise bize bilimi getirmek istiyor. Onunla aynı çağda Halide Edip Adıvar gibi Yeni Yunancılar da Anadolu’nun aslında Avrupa medeniyetinin bir parçası olduğunu söylüyorlardı. Onlara göre “ilerlemek”, “Batılılaşmak” demekti. M. Kemal de ilerlemeyi Avrupa’ya benzemek olarak görüyordu.
COĞRAFİK ŞAM ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ
Suriye sahilleri, Lübnan ve Filistin’i kapsayan bölgede gelişen Arap milliyetçiliğidir.
Bu bölge (özellikle Suriye ve Lübnan), Osmanlı tarafından daha yüzyıllar önce Fransa’nın ekonomik ayrıcalıklarına açıldı. Peşinden İngiltere’nin de bu ayrıcalıkları oldu. Haçlıların tarih boyunca göz diktiği bu topraklarda Hıristiyan ve Yahudiler Avrupa devletleri ile ekonomik bağlar kurdu, zenginleşti. Bu ekonomik zenginliğini eğitimde geliştirmeye dönüştürdü.
Bölgede çok sayıda yabancı okul vardı. Bunların en etkilisi ise Suriye Protestan Koleji idi. Fransızların denetimindeki Galatasaray Lisesi, nasıl Bulgaristan başta olmak üzere, Balkanlar’da milliyetçiliğin odağı olmuşsa Suriye Protestan Koleji de Coğrafik Şam`da Arap milliyetçiliğine öyle odak oldu. Okul, Amerika’ya ait olsa bile Fransız kültürüne hizmet ediyordu.
Okulda masonik bir yapı içinde örgütlenen Hıristiyan gençler, bölgeyi Osmanlı’dan koparmak ve daha etkili olacakları laik bir devlete dönüştürmek istiyorlardı. Ancak nüfusları buna yetmiyordu.
(Daha önce bu sayfada hikâyesi verilen Mişel Eflak, bir anda ortaya çıkmış bir isim değildir. Suriye ve Irak’ı İslam dünyası için bir felakete dönüştüren bu Rum asıllı Arap milliyetçisi Hıristiyan`ın bir tarihi arka planı vardır. Onun kurduğu Baas Partisi üzerinden Hıristiyanların Suriye ve Irak hükümetlerinde söz sahibi olmaları o tarihi arka planın bir neticesidir.)
Hıristiyan Araplar, “İslam, Araplar için önemli bir dindir. Ancak Arapları birleştiren asıl bağ Arap ırkına ait olmaktır. Arapları ihtişamlı günlerine ulaştırmanın tek yolu, Batı medeniyeti yolunda Arap milliyetçiliği üzerinde buluşmaktır” diyerek Müslüman Arap gençlerini etkilemeye çalıştılar.
Yörede protestan Koleji mezunlarından başka Arap milliyetçiliği üzerine çalışan ünlü isimlerden biri Necip Azuri, Katolik ya da Maruni Hıristiyanlardandır. İstanbul Mülkiye Mektebi’nin ardından Paris’e gitmiş, “Arap Ulusunun Uyanışı” adıyla bir kitap yayımlamıştı.
İranlı araştırmacı Hamid İnayet’e göre Azûri, Osmanlı’nın yok edilmesi için üç devrimin gerektiğine inanıyordu: Arap devrimi, Ermeni devrimi, Kürt devrimi. Azûri, Abdulaziz b. Suud’un Necd’deki isyanı, İmam Yahya’nın Yemen başkaldırısı gibi inanç olarak kendisine uzak da olsa Osmanlı’yı güç durumda bırakacak her tür Arap hareketini destekliyordu.
Ama Azûri, “Fransa’yı adaletin bekçisi ve çağdaş uygarlığın öncüsü olarak görüyor.” Arap Birliği’nin ancak Fransa’nın desteğiyle sağlanabileceğine inanıyor; Fransa’nın Osmanlı’ya karşı, Arap yarımadasında daha çok söz sahibi olmasını istiyordu. “Biz, Fransa’ya hep bağlı kalacağız. Bu yolda amaca ulaşmazsak günah bizim olmayacak. "
Fransızlar bize yardımcı olmalıdırlar. Bizden ne istediklerini bize söylemelidirler. O zaman biz, onların bizden bekledikleri gibi davranacağız” diyordu. Garip mi ki? İstanbul’daki İttihatçılar da aynı sevgiyle Fransa’ya bağlıydılar. Hüseyin Cahit Yalçın gibi ittihatçı bir Mason bir yandan Yahudi asıllı Deguıgnes’in “Hunların, Türklerin, Moğolların ve diğer Tatarların Tarih-i Umumisi” adlı eserini Türkçeye çevirip Türklerin İslam öncesi tarihini kendince yüceltirken Türk gençlerine neredeyse “insan olmak Fransızlar gibi olmaktır” diyordu. Azûri de bir yandan Arap gençlerine Arap milliyetçiliğini anlatırken öte yandan onları Fransız itaatine alıştırıyordu. Hatta kendilerinden yüzyıl sonra sözde Kürt milliyetçisi adamlar da Kürt gençlerine sözde eski Kürt tarihini anlatıp onları milliyetçileştirirken Fransızların kültürüne, içkisine alıştırıyor. Bu benzerlik neden? Bu şapkadan neden hep Fransız çıkıyor? Sihirbaz “Arap diyor, şapkadan Fransız çıkıyor; “Türk” diyor, şapkadan Fransız çıkıyor, “Kürt” diyor, şapkadan Fransız çıkıyor."
Çünkü proje; toprak istilasında beceriksiz, kültürel işgalde ise pek yetenekli Fransızların Mason Localarında, Yahudi mahzenlerinde üretilmiş de ondan. Binici Fransız olunca at hep Fransızların dilediği yönde koşuyor.
Azûri, bir yandan Arap birliğini savunuyor; öte yandan “Asıl Araplar, Asyalı Araplardır. Mısır, Tunus, Cezayir Arapları sadece Arapça konuşan Afrikalılardır” diyerek Fransız ustanın ısmarladığı bambaşka bir fitne kapısı açıyordu.
Bu yönüyle Fransız etkisinde “Arap milliyetçiliği, ümmetten kopar Fransa’ya (Avrupa’ya) bağla” hareketiydi.
Devam edecek.
Not: Bu yazıdaki bilgiler, kesinlikle Türk yazarlardan alınma değildir. Burada anlatılanları modern Arap milliyetçiliğini anlatan kitaplarda kolaylıkla bulabilirsiniz. Dolayısıyla olayın özü garip ise de bilgiler bilinme açısından garip değildir.