İslam Dünyasındaki Milliyetçiliğin Kaynağı-4
19.yüzyılda Paris`teki çoğunlukla Yahudi sosyal bilimcilerin yönetiminde adeta sosyal üretim laboratuvarları kuruldu. O laboratuvarlarda İslam dünyası için ırkçılık, milliyetçilik ve sonraki dönemde ulusalcılık üretildi
Ahmet Yılmaz / Analiz / doğruhaber
Milliyetçiliğin İslam dünyasına taşınması, 1789’daki Fransız İhtilali ile başlamadı; Napolyon’un 1798’deki Mısır seferi ile başladı. Fransa o seferle birlikte, İslam dünyasında ümmet bağını parçalamadan kalıcı sömürgeler kuramayacağı, daha doğrusu İslam dünyasını kesin bir yenilgiye uğratamayacağını anladı.
O tarihten sonra, bir fabrika nasıl bir mal üretip ve o mal ihraç ediliyorsa Paris’te de İslam dünyasına yönelik öylesine bir modernizm ve milliyetçilik fabrikası kuruldu, bir sosyal üretim laboratuvarı oluşturuldu.
Bu sosyal üretim laboratuvarının başına da genellikle ya bizzat Yahudi olan ya da Yahudi kökenliyken Hıristiyanlaşan Yahudiler getirildi.
19. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın ortalarına kadar o laboratuvarlarda birbiriyle ilgili üç şey üretildi: Irkçılık, milliyetçilik, ulusalcılık.
Irkçılık, genellikle İslam dünyasını etkilemedi. Milliyetçilik, ümmet bağını darmadağın etti. Ulusalcılık ise 19.yüzyılın sonlarından yakın bir döneme kadar İslam dünyasında batılılaşmaya ve sömürgeciliğe karşı oluşan şuurun semeresi olan İslamcı önderleri, cemaatleri, aydınları tasfiye etmekte bir piyon olarak kullanıldı. Milliyetçiliğin amacı, büyük ölçüde Osmanlı tarafından temsil edilen düzeni bozmaktı. Ulusalcılığın amacı ise sömürgeciliğe ve Batılılaşmaya karşı gelişen İslami şuurlanmanın Batılıların çıkarlarını tehdit edecek bir devlet düzenine ulaşmasını engellemekti. *
O sosyal laboratuvarlara İslam dünyası, ne yazık ki, kendi elleriyle öğrenci gönderiyordu. O günlerde İslam dünyasının durumu, zalim bir hükümdardan korkan bir halkın, ona kurban etmek üzere gençlerini vermesine benziyordu. Batı’nın ilerlemesinden endişeye kapılan Osmanlı ve Mısır, Paris’e burslu öğrenci gönderdiler. Yeterli olmamış ki bir de 1855’te orada Mekteb-i Osmani diye bir okul kurdular. Hocalar Fransız... Maaşlar ve öğrenci masrafları Osmanlı ve Mısır’dan... Amaç Osmanlı ve Mısır için idareci yetiştirmek...
O okulda veya Fransızlara ait okullarda yetişen gençler, orada verilen eğitimin etkisiyle Türk veya Arap milliyetçisi olarak İslam dünyasına döndüler. Önce bir dil sevgisi şeklinde belirdi bu milliyetçilik. Sonra Turanizm ve Arabizm oldu. Hedef Osmanlı’nın Arap iİlam dünyasından daha kolay çıkarılmasıydı. Ancak Türkler ve Araplar, geniş bir coğrafyaya yayıldığından ve batılıların amacı “yutabilecekleri dilimler” üretmek olduğundan bu düşünce zamanla Andolu Türkçülüğü ve Mısır milliyetçiliği, Suriye Milliyetçiliği gibi garip birimlere ayrıldı.
Prof. Baskın Oran, “İslam dünyasında erken ve geç milliyetçilik olmak üzere iki milliyetçilik gelişti. Erken milliyetçilik, Türk milliyetçiliği ve Arap milliyetçiliğidir. Geç milliyetçilik ise onlara tepki olarak doğan Kürt milliyetçiliğidir” der. Biz, bu üç milliyetçiliğin yanında İran milliyetçiliğini de anlatacağız. Sırası geldikçe...
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİN DOĞUŞU
Türk milliyetçiliğinin doğuşu, resmi kaynaklarda özetle şu şekilde anlatılır: 1789’da Fransız İhtilali oldu. Bu ihtilalde burjuvanın yönetimi ele geçirmek için oluşturduğu milliyetçilik, ihtilalden sonra Batı Avrupa’ya özgü olmaktan çıkarak tüm dünyaya yayıldı. Doğu Avrupa ve Balkanlarda ulusal bağımsızlık ideolojisine dönüştü. Bulgar bağımsızlıkçılarla savaşan Türk subayları, onlardan etkilendi; Rusya’dan kaçan Yusuf Akçura gibi Türk aydınları buna katkıda bulundu, Yahudi kökenli Münıj Tekipalp (Moiz Kahen)’tan etkilenen Ziya Gökalp, bu akımı Türkiye koşullarına uydurdu; Mustafa Kemal, Ziya Gökalp’ın düşüncelerini kısmen, Cumhuriyet’in resmî ideolojisi haline getirdi.
İlk bölümünü Prof. İhsan Güneş’ten aldığımız bu bilgiler doğrudur ama resmin tamamını göstermekten uzaktır. Çünkü, resmin Balkan savaşları öncesini aktarmamakta ve milliyetçiliğin dış hazırlaycılarını göstermeyi istememektedir.
Ziya Gökalp, milliyetçiliğin oluşturucusu değil; Turancılığı Türkçülüğe uyarlayan, Türkçülüğü Misak-ı Milli sınırlarına göre sistemleştiren kişidir. Yusuf Akçura ise milliyetçiliği dönemin koşulları gereği karıştırılan İslamî terimlerden uzaklaştırıp daha katı bir şekilde Batıcılaştıran ve Laikleştiren Rusya’dan İstanbul’a gelen Türklerdendir.
Osmanlı’da gelişen ve Cumhuriyet döneminde resmî bir hüviyete kavuşan milliyetçiliğin daha derin kökleri vardır.
Bu konuda, kendisi de bir Türk milliyetçisi olan ve eserlerini milliyetçi Ötüken Yayınları’nda bastıran Doç. Bayram Kodaman, dikkatleri Osmanlı’nın eğitiminde Fransız modelini benimsemesine yöneltir.
Osmanlı, Avrupa ilkelerinin reform tezlerinden birini benimseme durumunda kaldığında 22 Şubat 1867’de Fransız tezini resmen kabul eder ve daha önceki sürecin de etkisiyle eğitimini de Fransız tezine göre düzenler.
Fransızlar, kendi ulusalcılıklarını Osmanlı’ya uygulamaya çalışırlar. “Bu tez esasta sömürgeci bir amaçla hazırlandığı halde iyi niyetli olduğunu göstermek için Türklerin ve Türkçenin etrafında” gerçekleşeceği görünümü verilir. Bu görünüm (Fransa’da ve İstanbul’daki yabancı okullarda yetişen) Tanzimatçı paşaların da onayını alır. Tez, Osmanlı aydınlarının dilinde sözde Türkçe ve Türkler etrafında Osmanlı Birliği’ni sağlamaya yöneliktir. Oysa gerçekte,
1.Gayrimüslim azınlıkları
2.Araplar gibi Müsümanları
Osmanlı’dan koparma ve Türkleri “Milliyetçilik” ile Orta ve Batı Anadolu’ya sıkıştırmaya yöneliktir. Bu tezin uygulandığı Osmanlı okulları Gazeteci Said Bey gibi “Araplar, Arap diyarına; Acemler, İran’a; Frenkler (Avrupalılar), Firenkistan’a gitsin” diyebilen aydınlar yetiştirecektir. Önermenin son bölümü bir yana, Fransa’nın ve diğer sömürgecilerin istediği tam da buydu. Daha doğrusu, önermenin ilk iki bölümü tam gerçekleştiğinde üçüncü bölüm, tam zıt yönde gelişecekti. Çünkü Said Bey gibiler, milliyetçiliği, milli devlet kurmak için araç sanmışlarsa da, Fransızlar için İslam dünyasında milliyetçilik, Şarkıyatçıların (Müsteşrik araştırmacıların) ürettiği bir bölünme silahı idi. Osmanlı’nın eğitim sistemini buna uydurması kendisini imha edecek silahı bizzat kendi elleriyle üretmesi anlamına geliyordu.
MİLLİYETÇİLİĞİN TEORİSYEN VE UYGULAYICILARI
Siyasal milliyetçiliğin teorisyenleri, Fransız İhtilali’nin romantik önderleridir. Bu önderler, Osmanlı’nın son kuşağı üzerinde doğrudan veya dolaylı etkili oluyor. Nitekim M.Kemal, “Fransız ulusunun ulusal bayramı, bütün ulusların bayramıdır” diyecek kadar o ihtilale duyduğu hayranlığı ifade ediyor.
Fransız İhtilali sonrasında Osmanlı’da milliyetçiliği yaymak için şöyle bir zincir oluşur:
1. Fransa’daki Yahudi kökenli olan veya Yahudiliğini sürdüren teorisyenler.
2. Değişik ülkelerden İstanbul’a gelen Yahudi mühtediler (Müslüman olduğunu söyleyen Yahudiler.
3. Yabancı veya azınlık okullarında yetişen gazeteci ve araştırmacılar
4. İttihatçı aydınlar
5. Cumhuriyetle birlikte milliyetçiliği resmi ideolajiye dönüştürenler.
Türk Diyanet Vakfı tarafından değişik kurumlara dağıtılan, David Kushner’e ait “Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu” ve Şerafettin Turan’a ait, Türk Tarih Kurumu tarafından basılan `Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar’ adlı eserlerde konu ile ilgili ayırntılı bilgilere yer verilmektedir. Şerafettin Turan, THK adına Atatürk’ün kitaplığını incelemiş, onun altını çizdiği bölümlerin kaynak gösterilmeden gerek konuşmalarına gerek Tarih II (Orta Zamanlar) adlı, 1930-1940 yılları lise ders kitabına nasıl girdiğini tek tek belirlemiştir.
Milliyetçiliği inşaa çabasında adı en çok duyulan yabancı isimler şunlardır:
Leon Cahun: Fransız Yahudisidir. Türklerin dikkatini, İslamiyet öncesi tarihlerine yöneltmeye çalıştı. Bu alanda ırkı yüceltici, kahramanlık hikayeleri uydurdu. Kanıtlara dayalı bilgiler vermektense heyecana sürükleyici bilgilere yer verdi. Bilgilerin doğruluk değeri tartışıldı, kasıtlı bir propaganda içinde olmakla suçlandı. Ama “Asya Tarihine Giriş” başta olmak üzere eserleri Necip Asım gibi resmi araştırmacılar tarafından Türkçeye çevrildi. Bu eserde milliyetçilerin başını döndürecek iddialara yer veriyor. Cengiz Han’ı yüceltiyor, “Avrupa’ya medeniyeti Turan ırkı getirdi diyecek kadar ileri gidiyor, Türklerin İslam’la tanışınca doğruluk ve görüşlerindeki açıklık gibi özelliklerini yitirdiklerini söylüyor.
Joseph Deguignes: Fransız Yahudisidir. “Hunlar, Türkler, Moğollar ve diğer tatarların Umum Tarihi” adlı eseriyle ünlü bir Şarkıyatçıdır. 1756-1758 yıllarında yazdığı bu kitap, asıl etkisini ihtilal sonrasında gösteriyor. Kitapta İslam tarihinin bütününü çarpıtarak işlemiş, ardından Türk tarihine geçmiş. İki amacı vardır:
1.İslam’ın ilahi bir din değil, beşeri bir Arap icadı olduğunu
2.Türk tarihinin kendi başına İslam tarihinden üstün olduğunu kanıtlamak.
Ş.Turan, bu kitaptaki bilgilerin kaynak gösterilmeden Tarih II (Orta Zamanlar) kitabına olduğu gibi geçirildiğini tespit etmiş. Türk çocuklarına İslam, bir Yahudinin dilinden anlatılmış. (Kitaptaki bilgileri buraya aktarmak gereksizdir. Dileyenler, internette “Tarih II (Orta Zamanlar)- Türk Çocuklarına Bu kitabı okuttular” bilgisiyle kitabın aslına ulaşabilirler.)
Davids: Henüz 21 yaşında iken ölen bir Fransız Yahudisidir. Buna rağmen Türkçe üzerine yaptığı araştırmalar (!); “Annesi tarafından II. Mahmut’a sunulmuş; “Davids Grameri” diye ünlü bir başvuru kitabı olmuş.
Diğerleri: Ernest Renan (Eski Papaz), Joseph Arthur Degobineaç (Yahudi kökenli-Irkçılık teorisyeni), Gibb, Thomsen, Leon Caetani (Özellikle Hz. Peygamber (s.a.s.) ile ilgili görüşleri inciticidir. “Tarih II Orta Zamanlar” kitabında en çok alıntı yapılan Şarkıyatçıdır.) Herbert George Wells, E.Pittard (1930’lu yıllarda Türkiye’de ırkçılığın yönetici sınıf arasında yayılmasında büyük paya sahiptir.)
Muhtedi Yahudiler
Mustafa Celalettin Paşa: Asıl adı Constantin Borzecki’dir. Polonya Yahudisi iken Müslüman olup Osmanlı ordusunda paşalığa kadar yakselmiş. Herhalde en büyük eseri, torunlarından Nazım Hikmet’tir. Nazım Hikmet’in sosyalist görüşlerle Türk gençlerini İslam’dan uzaklaştırma çabası biliniyor. Torun, sosyalistleştirirken bakın, dede ne yapmış?
Mustafa Celalettin Paşa: Asıl adı Constantin Borzecki’dir. Polonya Yahudisi iken Müslüman olup Osmanlı ordusunda paşalığa kadar yakselmiş. Herhalde en büyük eseri, torunlarından Nazım Hikmet’tir. Nazım Hikmet’in sosyalist görüşlerle Türk gençlerini İslam’dan uzaklaştırma çabası biliniyor. Torun, sosyalistleştirirken bakın, dede ne yapmış?
Ş.Turan, Atatürk’ün onun “Eski ve Modern Türkler” kitabını okurken altını çizmelerden ve notlarından yola çıkarak şu konularda etkilendiğini belirtiyor:
1.Türkiye yerleşmiş kavimlerin de Avrupalılar gibi Ari soyundan geldiği
2. Türklerin uygarlığı koruduğu
3. Halifeliğin Osmanlı tarihinde olumsuz etki yaptığı
4. Halife şanını alan sultanların Türklüğü ihmal ettiğini
5. Türk bilginlerin Arapça adlar taşımasının Türklüğe zarar verdiğini
6. Arap alfabesinin Türkçenin yapısına uygun olmadığı.
Kitabın 1870’te yazıldığını düşünürseniz, bu çalışmaların ne kadar erken bir dönemde başladığını fark edebilirsiniz. M.C.Paşa’nın kaynağı ise muhtelen Joseph Deguignes’tir. Her ikisinin de hedefi Türkleri ümmet tarihinin dışına çıkarmaktır.
Arminus Vambery: Macar Yuhudisidir. Bir ara Müslüman olduğunu söylüyor. II. Abdulhamid’in güvenini kazanıyor, saraya giriyor. Türkçenin diğer Müslüman halklara dayatılmasında en önemli paya sahiptir, deniyor. Yönetimle arası bozulunca Fransa’ya kaçıyor; anılarını “Sahte Bir Derviş’in Orta Asya Seyahati” adı altında kitaplaştırarak Müslümanlarla alay ediyor.
Yerli İsimler
Şemsettin Sami: Masonik ilişkileri araştırma konusudur. Rum Koleji mezunudur. Dil üzerinden yola çıkarak Turancılık fikrini oluşturmaya çalışmış. Türklerin İslam kültürüyle bağlarını hedef almış. Orhun Yazıtları’nı İstanbul Türkçesine çevirerek gençlerin dikkatini İslam öncesi kültüre çekiyor. Roman yazarak “kadın hakları” konusu üzerinden İslam ahlakına saldırıyor. Bedeviler üzerinden Arapları aşağılıyor. “Atalarımız cahildi” diyerek İslamlaşmayı kötülüyor. “Kavim ve ırk farkının birinci ölçüsü dildir; Türkçenin Arapça ve Fransızcadan istiklali sağlanmalıdır” diyor.
Şemsettin Sami: Masonik ilişkileri araştırma konusudur. Rum Koleji mezunudur. Dil üzerinden yola çıkarak Turancılık fikrini oluşturmaya çalışmış. Türklerin İslam kültürüyle bağlarını hedef almış. Orhun Yazıtları’nı İstanbul Türkçesine çevirerek gençlerin dikkatini İslam öncesi kültüre çekiyor. Roman yazarak “kadın hakları” konusu üzerinden İslam ahlakına saldırıyor. Bedeviler üzerinden Arapları aşağılıyor. “Atalarımız cahildi” diyerek İslamlaşmayı kötülüyor. “Kavim ve ırk farkının birinci ölçüsü dildir; Türkçenin Arapça ve Fransızcadan istiklali sağlanmalıdır” diyor.
O günlerin hali gerçekten ilginç: Araplar, milliyetçiliğin etkisiyle siyasi istiklallerini Türklerden isterken, Türkler de yine milliyetçiliğin etkisiyle Arapçadan dil istiklalini istiyor.
Bu elit sınıf anlamında ümmet bağının çözülüşüdür. Halk, o bağı hep koruyacak. Yabancı kültürlerin etkisindeki elit sınıf ise hep makaslamaya çalışacaktır.
Ş.Sami, hızını alamıyor, “Arapça ve Farsça kelimeleri kullanmamakta yarışalım” diyor. Bütün Türk ırkına kabul ettirilecek bir dil ırk birliği ile Turancılık heyecanının gerçekleşeceğini iddia ediyor. Diğer Jön Türkler de benzeri görüşleri dile getiriyor. II. Abdulhamid onlardan yakınsa da bürokrasi onların elinde, okullar onlara emanet. Osmanlı’nın dört bir yanında milliyetçiliği hissettiriyorlar, diğer halkların milliyetçilik akımlarına zemin hazırlıyorlar. Esas proje de budur: Üst, milliyetçileştikçe baskı yapacak; alt, o milliyetçiliğe bakıp kendi milliyetçiliğine fetva arayacak, üstün üzerine yürüyecek; üst, baskıyı artıracak ve bünye çatırdayacak, parçalanacak, Batılılar da gelip o parçaları yutacaklar, ne yazık ki proje tutuyor.
Bu süreçte görev alan Ahmet Mithat, Necip Asım, Ziya Gökalp gibi isimler ayrıca incelenmeye değerdir. Ama galiba Şemsettin Sami şu an için yeterli bir örnektir.
Haftaya “Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu”
* İslamî şuurlanma bu düzeye ulaşmış mıydı?” sorusu akla gelebilir. Bu sorunun cevabı sömürgecilere karşı verilen savaşların renginde saklıdır. Libya’da, Cezayir’de İslam olmasaydı halkı sömürgecilere karşı ne harekete geçirecekti? Türkiye’de de 1920-1923 TBMM toplantılarındaki konuşmaların İslami düzeyi, bugünkü İslami yayın organlarının çok ilerisindedir. Orada en güçlü akım siyaset yazarlarının tabiri ile İslamcılıktır. Bunu doğrulayan inkılap Tarihçi Prof. İhsan Güneş, İslami şuurun kitlelerde ulaştığı düzey içinde “T.B.M.M. açıldığı zaman Anadolu’da etkin ideoloji İslamcılıktır. Ancak ittihat ve Terakki’nin geliştirdiği ulusalcılık düşüncesi de filizlenmiştir” der; iki düşüncenin halk nezdindeki güç düzeyine dikkat çeker.