Yeni devlet inşası güvenlik bürokrasisinde olacak
Devlet denen aygıt; “belli bir coğrafyada kurumsallaşmış en büyük en güçlü örgütlü yapı” diye tarif edilir.
Devletin örgütlü gücünün başında devletin haşin yüzünü simgeleyen “Güvenlik bürokrasisi” gelir. Asker-polis-istihbarat ve yargı bu cenahın unsurlarıdır. Bu cenah, devleti koruma felsefesi ile hareket ettiğinden birçok ülkede görüldüğü gibi farklı yapılanmalara giderek “Derin Devlet” adlı görünmez gücü oluşturur. Bu aslında devlet içinde bir başka devlettir. Ancak bu güç “Rejimin savunma mekanizması” olduğu için meşru görülmektedir. Hatta Türkiye`deki “Ak sakallılar- Encümen-i Daniş…” örneklerinde olduğu gibi birçok ülkede bu yapıların reklamı yapılmakta, çok eskiye işaretlenen kuruluş tarihleriyle gizemli ve esrarengiz bir hava oluşturularak cazibe merkezi kılınmaktadır.
Günümüzde derin devletin varlığı ve gerekliliği tartışılsa da, bu yapının operasyonel gücünün devlete önemli bir artı değer kattığı gerçeğini kimse tartışmamaktadır. ABD`de NSA (Ulusal Güvenlik Ajansı) ve onun bünyesindeki CIA ile Almanya`nın BND`si bu konunun belirgin örnekleridir.
Derin devleti oluşturan birimlerde belli kurumlar üzerinde meydana getirdikleri etki ile kontrol ile güç birikmesi ve bu birikimin tek merkezden kontrolü neticesinde “Kendi başına, kendi hesabına karar verme…” gibi güç zehirlenmelerinin yaşandığı da görülür.
Türkiye bunun acısını 12 Eylül ihtilalinden 2007 E-Muhtıra çıkışına kadar en uç şekli ile yaşadı. 2007`den sonra ipleri eline almaya başlayan AKP yönetimi, Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla kısmen tasfiye sürecine giren (eski) derin devlet yargılanmasının yerine elden yardımcılığını yapan o günün araçlarını (yani F tipi yapılanmayı) geçirmeyi düşünüyordu. Ancak takdiri ilahi o ki bu kirli yapının, öncekinden farklı olmadığını çabuk anladılar. Her ne kadar “Tabiat boşluk kabul etmez” dense de kısmen de yer altına çekilen eski yapının yerine yenisinin konulamadığı görülmektedir. Devletin üst kurumları arasındaki koordine C. Başkanı tarafından sağlanırken, güvenlik bürokrasinin koordinasyonu MİT`e havale edilmiştir. 15 Temmuz girişiminden (şimdilik) anlaşılan o ki MİT, İstihbaratta verimli olamadığı gibi koordinede kendini kabul ettirme konusunda sınıfta kalmıştır.
15 Temmuz başarısız darbe girişiminden sonra Sn. Erdoğan defaatle “Devleti sıfırdan, yeniden kuracaklarını” zikretti. Bu söylem haliyle, darbe girişimini tekbir sesleriyle durduran İslami kesimlerde haklı bir beklentiye yol açtı. Lakin buradan görünen o ki; bu arayış halkın beklenti ve ihtiyaçlarından çok devlet içi düzenlemelere yönelik olacaktır. Aynen OHAL`in halka değil de devlete ilan edilmesi gibi.
Nitekim bunun örneklerine başka ülkelerde rastlamak mümkün. Bu konuda Alman ve Japon modellerine bakılabilir.
ABD bu iki ülkenin askeri kapasitelerini minimize etmiş, güvenlik bürokrasisinin koordinasyonunu bozmuş, istihbarat örgütlerini kendi kontrolüne almış, tüm devlet arşivlerini, yazışmaları ve kimlik bilgilerini kopyalayarak kontrolünü uzun vadeye yaymıştır. Tüm bunlara rağmen “Marshall Planı” gibi stratejik projelerle Almanya`yı Sovyet tehdidine karşı, Japonya`yı da pasifikte büyüyen Çini dengelemek için yeniden ihya etmiş, güçlendirmiştir.
ABD bu iki ülke üzerinde kurduğu akıllıca yöntemler ile 70 yıldır tam bağımsız güç haline gelmelerini engellemektedir. Bu örneklerin Türkiye`ye bakan yönüne gelince; 15 Temmuz sonrası basına sadece bir kısmı düşen ifşaatlara göre FETÖ güvenlik bürokrasisinin her kademesine sızmış, C, Başkanı, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının yaverliklerini kontrol etmiş buralardan uzun yıllar boyunca konuşulan yazılan en mahrem devlet sırlarını ilgili abilerine vermiş. Emniyet istihbaratı defalarca (sözde) yenilenmesine rağmen bu yapının kontrolü engellenememiş. Jandarma istihbaratı ve MİT`in durumu da pek iç açıcı sayılmaz… Yaklaşık 50 milyon vatandaşın kimlik bilgileri ile adreslerini içeren MERNİS arşivinin internete sızdırılmasının üzerinden birkaç ay geçti. Bu kişisel dataların devlet istihbaratları için hazine değerinde en azından bu nesil ve gelecek jenerasyon boyunca devlet kademelerinde görev alacak kişiler hakkında “ön bilgiye” sahip olma avantajıyla (operasyonel-teorik) hareket edebilecekleri gerçeği endişe vericidir.
Alman ve Japon devlet adamları II. Dünya Savaşından sonra devleti sıfırdan kurmaya çalışırken askeri savunma yükünü ABD`nin omuzlarına bıraktıkları için ekonomik anlamda daha hızlı toparlandılar. Ancak tüm kurumları üzerinde koyu bir gölge misali denetörlük yapan ABD`nin keskin radarından kurtulamadıkları için gerek ekonomik gerek siyasi birçok kararlarında onu gözeterek hareket ederler.
Türkiye ise; ne savunma mekânizmasını ABD/NATO`ya emanet edecek kadar onlara güveniyor ne de eko-politikte ve siyaset arenasında Almanya/Japonya kadar ABD baskısını absürde ediyor. Buna rağmen “Bilgi güçtür” hakikatine binaen, devletin kan damarlarında şeytan gibi dolaşma mahareti gösteren bu müttefik(!) süper gücün büsbütün göz ardı edilemeyeceği de bir gerçektir. Aksi halde yarın ne tür bir bilginin, görüntünün; stratfor (gölge CIA) veya Debka files…. Gibi hazır bekleyen paravan bir sitede yayınlanması kaçınılmaz olacaktır.
Hülasa; sıfırdan kurulacak devlet, kurumların yeniden dizaynı üzerine yoğunlaşılarak dış etkilerden ve siyaset dışı güç merkezlerinden korunma şeklinde gerçekleştirilecektir. Bununla birlikte zorunlu hale gelen yeni Anayasa ile “Toplumsal mutabakatın” azami sınırları zorlanacaktır.
Darbeyi tekbir sesleriyle durduran ancak kurumsal ve toplumsal hazırsızlıktan dolayı bu büyük hadiseyi kutlu bir “İslami Devrime” çeviremeyen İslami kesimlerin hayalleri başka bahara kaldığı gibi, “Sıfırdan kurulacak” olan yeni devlette de beklentilerine kavuşamayacakları anlaşılmaktadır.
Müslüman idarecilerle aynı gönül deryasını paylaşan muvahhit mustazaflar “Din Nasihattir” hadisine binaen “Yağmurdan kaçarken doluya tutulmayın.” Türünden tavsiyelerde bulundukça onların yine ve yine kulaklarını tıkayıp ilginç bir ironi olarak (Nazi istihbarat servisi ve sonra CIA`nın kurucusu) olan Gehle`nin şu sözünü “Müttefik benim istediğimi yapacak; eğer o bir şey isterse… ben kendi isteğimi yapacağımı.” Söyler durur.
Operasyonlar seyrelip sükunet hasıl olduğunda iktidarın, toplumun ana dinamiğini oluşturan İslami STK ve Kanaat önderlerine danışıp, tavsiyelerini alması umulur. Her ne kadar fikirde elitler kıymetli olsa da, 15 Temmuzda halkın dip dalgası engin ferasetini göstererek sadece övgülerle geçiştirilemeyecek kadar önemli olduğunu bir kez daha ispatlamıştır.
Faruk KUZU