Şeyh Abdurrahman-ı Aktepe Hazretleri
Diyarbakır nice manevi şahsiyetler yetiştirdi. Abdurrahman Aktepe Hazretleri de ilmiyle, irfanıyla, kültürüyle, mürşitliğiyle, rehber kişiliğiyle tarihe mal olmuş büyük bir evliyaullahtır.
Feyzullah Zerey - Dogru haber
1270/1854 yılında Diyarbakır’ın Çınar İlçesi’nin Aktepe Köyü’nde dünyaya geldi. Aktepe Diyarbakır’a 45 km uzaklıkta olan bir köydür.
İYİ BİR EĞİTİM ALDI
Şeyh Abdurrahman Hazretleri, Şeyh Hasan-i Nurani Hazretleri’nin en büyük oğludur. Şeyh Abdurrahman ve üç kardeşi babaları yanında iyi bir eğitim aldılar. Şeyh Abdurrahman, kardeşlerinden farklı olarak daha iyi bir eğitim almak için Irak ve Suriye’ye gitti. Eğitimini tamamladıktan sonra Aktepe köyüne geri döndü. Babası Şeyh Hasan’ın vefatından sonra medresenin başına geçti, kısa bir zaman sonra yerini kardeşi Şeyh Muhammed Can’a bırakarak ilim ile meşgul olmaya başladı.
HALKIN GÖNLÜNDE TAHT KURMUŞTU
Zamanının büyük kısmını babasının bıraktığı kütüphanede geçiren Şeyh Abdurrahman, sürekli araştırmalar yaparak kendisini geliştirdi. Özellikle Şafii fıkhı konusunda çok iyi bilgiye sahip olunca devrin alimleri kendisinin görüşlerini almaya başladı. Geniş ufuklu, basiret sahibi, keskin zekalı olan Şeyh Abdurrahman, tasavvuf konusunda da parmakla gösterilecek seçkin insanlardan biriydi. Nereye gitse vaaz ve irşadını dinlemek için geniş bir kalabalık çevresini sarardı. Gittiği her beldede adeta bir bayram esintisi olurdu. Talebelerini de yılda birkaç defa çeşitli beldelere irşad vazifesi için gönderirdi.
KİTAP YAZAN BİR ŞEYHTİ
Kitap ve makaleler yazdı, kitap çevirileri yaptı. Birçok eser telif eden Şeyh Abdurrahman’ın şu anda mevcut olan 13 eseri var. Onun dışındaki eserleri çeşitli sebeplerden dolayı kayboldu. Dini ilimlerin yanı sıra astronomi, mantık, matematik gibi fen ilimleriyle de meşgul oldu. Astronomi ile ilgili kitap yazdı, tercümeler yaptı, ceviz kabuğundan dünya şekli yaptı, dünya yörüngesi, gezegen sitemleri, bölgesel takvim çalışmaları yaptı. Bilinen bazı eserleri şunlardır: Ravdu’n Naim, Divana Ruhi, Kitabu’l-İbriz, Keşfu’z Zelam, Diyarbakır’a Özgü Takvim, Astronomi Kitabı ve çevirisi, Fıkıh üzerine bir eser, Arapça gramer üzerine bir kitap, hastalar için şifa kitabı. Ravdu’n Naim adındaki meşhur eseri; Peygamber Efendimiz’in özellikleri ve mi’raca çıkışı konu edinen 36 bölümden oluşan manzum bir eserdir. Osmanlı Türkçesi, Farsça, Kürtçe ve Arapça dil zenginliğiyle hazırlanmıştır. Namaz saatlerini göstermek amacıyla kullanılan Takvim’i de halen ailesinin elinde mevcuttur. Diğer meşhur kitabı Kürtçe yazdığı şiir kitabı ‘Diwan’dır. Bu kitabı ‘Diwana Ruhi’ olarak da bilinir. O birçok şiirini de Ruhi mahlası ile yazmıştır.
AHLAK-I MUHAMMEDİYEYİ KENDİSİNDE CEM ETMİŞTİ
Şeyh Abdurrahman Hazretleri, bir Peygamber aşığıydı. Tam bir bağlılıkla Resulullah’ın sünnet-i seniyyesine bağlıydı. Halinde, tavrında, sözlerinde, fiillerinde kısaca her türlü münasebetinde sünnet-i seniyyeden hiç ayrılmazdı. Harfiyen sünnete uymaya çalışırdı. Kendisini tanıyanlar onu bu özelliğiyle bilirdi.
FAKİR VE DÜŞKÜNLERİN ELİ, AYAĞIYDI
Çok mütevazı ve şefkatli olan Şeyh Abdurrahman Hazretleri, sırtında taşıdığı odunları fakirlere götürür, çeşmeden onların evlerine su taşır, onlara yemek hazırlardı. Felçli, sakat ve yaşlılara da bu itina ve özeni gösterirdi. Çevrede yaşayan Hıristiyanların bazılarının onun bu güzel ahlakından etkilenip İslam`ı seçtiği rivayetleri çoktur.
MİSAFİRLERİNE ÇOK DÜŞKÜNDÜ
Cömertliğiyle bilinen Şeyh Abdurrahman Hazretleri’nin çok misafiri olurdu. Özellikle bahar aylarında çoğu zaman âlim ve faziletli insanlar ziyaretine gelir ve onun terbiyesinde süluka girerdi. Günlerce, bazen aylarca misafir kalanlar olurdu. Şeyh Hazretleri, kendi elleriyle yemek sofrasını hazırlardı. Misafirlerin sofrada bıraktığı yemek kırıntıların bereketlenme ve hayır kazanmak adına, kırıntıları toplayıp yerdi “Misafirlerin artığını yemek, insan gönlünü Allah’a yaklaştırır” derdi.
VEFATI
29 Mart 1910 kalp krizi sonucu vefat etti. Babası Şeyh Hasan-ı Nurani’nin yanına defnedildi.
HER YIL BİNLERCE ZİYARETÇİ AKTEPE’YE AKIN EDİYOR
Babası Şeyh Hasan-i Nurani’nin vefat yıldönümünde her yıl binlerce kişi türbesini ziyaret etmektedir. Bu ziyaretlerde insanın aklına hemen şeyhin şu sözü gelmektedir: “Dostlarım, emri Hakk tecelli edince insanlar ölürler ve zaman ilerledikçe bir süre sonra insanlar artık unutulur ve akla hayale gelmez olurlar. Ancak ben fakir Abdurrahman, Cenab-ı Mevla’nın sonsuz inayet ve rahmetiyle inşallah unutulmayacağım ve ölümümden sonra yıllar geçtikçe, zaman ilerledikçe daha da yenileneceğim ve hatırlanacağım.” Bu sözün alameti olarak her yıl gittikçe katlanarak artan sayıda ziyaretçi akınıyla karşılaşılmaktadır.
ŞEYH HASAN-İ NURANİ
Adı Hasan, lakabı Nurani’dir. Aslen Garzan bölgesinin Koh köyündendir. Bu köy Veysel Karani’ye yakın bir köydür. Şeyh Hasan, ilim ve tasavvuf icazetini Salih Sibki’den aldıktan sonra 35 yaşında halifesi oldu. Sultan Abdülmecid, Aktepe Köyü çevresindeki arazileri kendisine hibe etti. Şeyh Hasan, Aktepe’de kurduğu medrese kısa bir zamanda ünlendi. Bölgeden öğrenciler bu medreseye akın etmeye başladı. Şeyh, bir çok eser kaleme aldı, maalesef çeşitli sebeplerden dolayı çoğu kayboldu.
ŞEYH MUHAMMED KERBELA
Şeyh Muhammed Kerbela, şeyh Abdurranman Aktepe’nin oğludur. Babası gibi ilme çok düşkün olan Şeyh Kerbela, tüm emlak ve akarları kardeşlerine bıraktı, dedesi ve babasından kalan kitapları kendisine miras olarak kabul etti, bunları sahiplendi. Kendisini ilmi ve irfani açıdan çok iyi yetiştiren Şeyh Kerbela, mükemmel bir şekilde Arapça ve Farsça bilirdi. Şeyh Said kıyamında “Dahli vardır” suçlamasıyla tutuklandı ve iki yıl sürecek Uşak ve Adana sürgünlerine gönderildi. İki yıl sonra “dahli” olmadığı anlaşıldıktan sonra serbest bırakıldı. Diyarbakır’a dönen Şeyh Kerbela, sürgünde çektiği zorluklar ve eziyetlerden dolayı onulmaz hastalıklara yakalandı. Kaldığı köyden 12 yıl boyunca çıkmayarak tüm zamanını ilim okuyup yazmakla geçirdi. 1939’da vefat etti.
BAZI SÖZLERİ
“Kendinizi hiç kimseden üstün görmeyiniz. Bilakis bütün insanları kendinizden üstün biliniz”
“Vallahi, billahi, tallahi içinizden kendimden daha hor, daha hakir kimseyi görmüyorum”
“Allah’ım, ahireti kalplerimizde büyük, dünyayı da gözlerimizde küçük kıl”
“Haya ve mahcubiyet, kadını güzel ve sevimli gösteren en tabii bir vasıtadır”
“En güzel ahlak haram şeylerden sakınmaktır”
“İyi huy odur ki ne kimseyi incitsin, ne de kimseden incinsin”
“Gökyüzünün ziyneti yıldızlar, yeryüzünün ki ise âlimlerdir”
“İnsan suratlı, şeytan tabiatlı insanlarla arkadaşlık etmeyin”
“Camiler mü’minler için, uyanma, silkinme ve şuurlanma merkezidir”
“Cennetin dereceleri Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin sayısı kadardır”
“Küçük günahları küçümsemeyin! Çünkü onlardan büyük günahlar dallanıp, budaklanır”
“Akıl ve gönül gözünün en büyük ve en kalın perdesi, çok fazla uyumaktır”
“Bila çil sal li zîndanan bimînim,
Her roj sed mar û dûpişkan bibînim,
Li hevraza barê aşan bikşînim,
Li berwara pevzkûvîyan biçerînim,
Zivistanan li ser avan bimînim,
Ne ku carek yekî ehmeq bibînim.”
* * *
“Kırk yıl zindanlarda kalayım,
Hergün yüzlerce yılan ve akrep göreyim,
Yokuşlarda değirmen yükü taşıyayım,
Dağ keçilerini otlatayım,
Zemheri kışta suların başında kalayım,
Ama tek bir ahmakla karşılaşmayayım.”