MUHAMMED İKBAL
Yakın tarihimizde yaşamış büyük İslami şahsiyetlerin hayatlarına baktığımızda; Batı kültürünü, İslam`ın insanlara sunmuş olduğu hayat tarzıyla mukayese edip, fikir üreten âlimlerimiz Müslüman halklar üzerinde daha etkin olmuşlardır. Seyyid Kutub, Üstad Bediüzzaman, Muhammed İkbal gibi şahsiyetler bunun en belirgin örneğidir
M. Ali Erdoğan
İslam ümmetine iradesini hatırlatan büyük mütefekkir Muhammed İKBAL
Bu yazıda hayatını ele alacağımız Üstad Muhammed İkbal Batı’yı gördükten sonra, gündemini İslam coğrafyası üzerine yapılan sinsi planlar, Müslümanların birliği, ümmetin uyanışı gibi meselelerle meşgul etmiştir. Müslümanlara ciddi fikirler aşılamış, özelde Pakistan, Hindistan gibi Güney Asya ülkeleri, genelde tüm İslam coğrafyasında etkin olmuş bir değerimizdir.
1873’te Pakistan’ın Pencap eyaletine bağlı Seyakat kentinde mutasavvıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Muhammed İkbal’in babası Muhammed Nur, muttaki bir insan olup, ticaretle meşgul olur, çocuğunu ahlaklı, bilgili ve faziletli bir şahıs olarak yetiştirmeye gayret gösterirdi.
SÜREKLİ KUR’AN OKURDU
Muhammed İkbal, küçükken sabahları devamlı Kur’an okurdu. Babası kendisine, “Evladım ne yapıyorsun, der. O da; “Kur’an okuyorum,” cevabını verirdi. Aynı soru ve cevap üç yıl devam etti. Muhammed İkbal bir defasında, “Babacığım, ne yaptığımı iyi bildiğin halde aynı suali neden tekrarladığını merak ediyorum” der. Babası “Evladım sana şunu hatırlatmak istiyorum. ‘Kur’an’ı, sana nazil olmuşçasına oku” derdi.
FARSÇA, ARAPÇA, URDUCA, İNGİLİZCE BİLİRDİ
Muhammed İkbal küçük yaşlardayken medreseye giderek Kur’an okumayı öğrenir, büyük bir kısmını da ezberler. Daha sonra babasının arkadaşı Mir Hüseyin’in ders verdiği okula gidip eğitimini devam ettirir. Mir Hüseyin ona Fars ve Arap edebiyatlarını sevdirir.
Mir Hüseyin, talebelerine akide, İslami şahsiyetin oluşturulması, İslam edebiyatı konularında çok tesir eder, onları üstün İslami şahsiyetler olarak yetiştirmeye çalışırdı. İkbal, daha sonra Pencap eyaletinin başkenti olan Lahor’a gidip Felsefe ve İngilizce bölümünden öğretmenlik diplomasını alana kadar burada okur. Lahor’da doğu dilleri fakültesine hoca olarak tayin edildiğinde Üstad İkbal artık şiir yazmaya başlamıştır.
AVRUPA’DA FELSEFE VE İKTİSAT OKUDU
1905 yılında Londra Chambrich üniversitesinde okumak üzere İngiltere’ye giden Muhammed İkbal, üç sene burada kalıp Felsefe ve İktisat bölümünden mezun oldu.
Burada kaldığı müddet içerinde hukuk üzerine okuyup savcılık diplomasını alan İkbal, Londra’da Arap dili edebiyatı fakültesinde hocalık yaparken bir dizi konferanslar vermiş, bu konferanslar onun Batı dünyası tarafından tanınmasına vesile olmuştur.
İngiltere’den Almanya’ya giden Üstad Muhammed İkbal, Münih üniversitesinde Felsefe üzerine doktora yapmış, 1908 yılında Hindistan’a döndüğünde büyük bir coşkuyla karşılanmıştır.
Muhammed İkbal Avrupa’yı Nemrud’un ateşine benzetmiş, bu ateşten İbrahim’in(as) gömleğini giyerek kurtulduğunu söylemiştir.
Eğitim ve öğretimle gençlik yılları dolu dolu geçiren İkbal, 30’lu yaşlara geldiğinde hem İslami ilimlerde hem de fenni ilimlerde üstün bir seviyeye ulaşmıştır.
HAKSIZLARI SAVUNMAYAN BİR AVUKATTI
Hindistan’a döndüğünde ilk olarak avukatlık yapan Muhammed İkbal, doğruluğu ve adaletliliğiyle tanınmıştı. Haksız ve hakkını alamayacağı kimsenin davasına kesinlikle bakmazdı.
Muhammed İkbal hiçbir zaman eğitim, öğretim ve hizmetten geri kalmamıştır. Bir görevi bıraktığında diğer göreve koşmuş, insanlığa faydalı olmak için devamlı hareket halinde olmuştur.
İLMİ KONFERENSLAR VERDİ
Üstad İkbal döneminde Hindistan, İngiliz sömürgesi idi. Hindistan’da İslam Akademisinde dersler verirken, üniversitelerde ilmi konferanslar vermeye devam eden Muhammed İkbal, bir ara Lahor’da hükümete ait bir okulda Arapça hocalığı yapmış, kısa bir süre sonra ayrılmış, ayrılış sebebini soranlara; “İngilizlere hizmet etmek zordur. Ben istediğimi insanlara anlatamıyordum. Şimdi ise hürüm, dilediğimi söyler, dilediğimi yaparım” demiştir.
MÜSLÜMANLAR İÇİN SİYASET YAPTI
Muhammed İkbal ilmini, kültürünü, şiirlerini hep Müslümanların maslahatı doğrultusunda kullanmış, siyasetle yakından ilgilenmiş, halkı bu konularda yönlendirmiş, siyaset felsefesini, “Siyaset; çalışmak, izzet ve şerefe davet etmektir” sözleriyle beyan etmiştir.
İngiliz sömürüsüne karşı Hindistanlı Müslümanların başkaldırmalarında, Müslüman Hintli mücahitler adıyla yazdığı şiirin büyük etkisi olmuştur.
PAKİSTAN’IN FİKİR BABASIYDI
1930 yılında Pakistan devletinin kurulmasında kendine has fikirleri, şiirleri ve konuşmalarında insanlara sunan Muhammed İkbal, Hindistan’ın din, dil ve ırk esasına göre taksimini öngörmüştür. Bu fikirlerini daha sonra Pakistan’ın kurucu devlet başkanı olacak Muhammed Ali Cinnah’a anlatmış, 1947’de kurulan Pakistan devletinin kuruluşunu görmeden vefat etmiştir. Pakistan’ın kurulmasıyla bir taraftan Hinduların zulmü altında ezilen, diğer yandan İngiliz sömürgesi altında olan Hintli Müslümanlar biraz olsun emniyete kavuşmuşlardır.
Pakistan’ın fikir babası olarak kabul edilen Muhammed İkbal, bu devletin kurulmasında en etkin rol almış isim olmasına rağmen Pakistan onun istediği seviyeye bir türlü gelememiştir. En parlak dönemini Ziya-ul Hak’ın devlet başkanlığı zamanında yaşamış olan Pakistan, şu anda ise Muhammed İkbal’in hayalindeki Pakistan’dan çok uzaklaşmış bir vaziyettedir.
ESERLERİ
Muhammed İkbal hayattayken verdiği konferanslar, yazdığı şiirlerle insanların beyinlerinde kalıcı izler bırakmıştır. Onun fikirleriyle olgunlaşmış insanlar Pakistan devletini kurmuşlar, birçok İslami harekete öncülük etmişlerdir.
Allame Muhammed İkbal, Kur’an’dan çok etkilenmiş, her söyleminde, her şiirinde bu etki hissedilmiştir. Ayrıca şiirlerinde Mevlana’nın etkisi de görülür. Eserlerini Fars ve Urdu dilleriyle yazmış, eserleri güzel şiirler, güzel sözler ve parlak fikirlerle dolu doludur.
En meşhur eseri oğlunun adını taşıyan Cavidname isimli eserdir. Bunun dışında İslam felsefesine bir katkı, Esrar ve Rumuz, Armağan-ı Hicaz, Gülşen-i Raz-ı Cedid, Bendegîname, Darbı Kelim, Peyam-ı Meşrik, İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İhyası gibi değerli eserleri vardır. Şiirleri arasında en meşhur olan Kurtuba Camii ve İblis’in parlamentosu isimli şiirlerdir.
VEFATI
Vefatından önce uzun yıllar hasta olarak yaşayan Muhammed İkbal, 1938’de ölümü tebessümle karşılamış, “ölümü ve acıyı tebessümle karşılamak müminlerin alametlerindendir” diyerek vefat etmiştir.
SON TAVSİYE VE TAZARRUSU
Vefat etmeden önce Muhammed İkbal Müslümanlara bir tavsiye, Rabbine de bir tazarru da bulunmuştur. Tavsiyesi; Bu zamanda yaşayan Müslümanların İslam’ı temsil etmediği, yaşadıkları hayatı insanlara İslam olarak sunmamalarını istemiştir.
Allah-u Teâlâ’dan tazarrusu ise şöyledir.”Ya Rab! Her ölen Müslüman’ın senden bazı istekleri olur. Kimisi cehennem azabından kurtulmak, kimi cennete gitmek, kimi de kabir azabından kurtulmak için Sana yalvarır. Ben bunların hiçbirini Sen’den istemiyorum. Çünkü Sen’in adaletin bunlarda kayma yapmaz. Fakat ben Muhammed İkbal olarak mizanın kurulduğu, günahlarımın sayıldığı andaki halimi Resulullah’a seyrettirmemeni niyaz ediyorum. Çünkü Onu üzmeye hakkım yok.”
FİKİRLERİ
Muhammed İkbal, İslam’a ve Müslümanlara hayranlıkla dolu, Müslümanların geleceği konusunda oldukça iyi düşünceler ve ümitler besleyen bir insandı. Bir gün Kurtuba’da “Büyük Vadi” isimli nehrin kenarında durmuş şöyle diyordu: “Ey şanlı nehir şu anda senin kenarında duran kişi çok güzel bir hayat içindedir. Bu adam geleceğin aynasında yeni bir dönem görmektedir. Bu dönemin müjdeleri gözükmeye başladı. Fakat henüz insanların gözünde saklı durmaktadır. Eğer Avrupa bu dönemi şu anda fark etse aklını kaybedip deliye dönerdi.”
Yazı ve şiirlerinde Müslümanların İslam’ı derinlemesine öğrenmeye çağırır, Müslümanların izzeti ve hürriyeti, İslam’ın asil kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’tedir der, İslam’dan ve Resulullah’tan gururla bahsederdi.
Cihad ve çalışmada hayat, uyuşukluk ve tembellikte ölüm olduğunu söylerdi.
Şiirlerinde sürekli olarak İslam’ın beşeriyete gönderildiği, devlet olarak yaşandığı devirleri işlerdi. Tabi İslam ümmetinin son asırdaki acı halini de şiirlerinde işlemiştir.
1908 yılında Avrupa’dan Hindistan’a dönerken Sekille adasına uğramış, eskiden oranın İslam medeniyetine beşik olduğunu hatırlayarak şu mısraları terennüm etmiştir. “Gözyaşıyla değil kan akıtarak ağla. İşte burası İslam medeniyetinin gömüldüğü yerdir.”
O nefis ile cihadı da önemsemiş, insanın saadeti ve hayatının temelinin nefsi terbiyeden kaynaklandığını belirtmiştir.
Irkçılığı şiddetle eleştirmiş, ırkçılık taassubunun İslam ümmeti arasında irtibatı ve İslami ilişkileri kestiğini belirtmiştir.
O ferdi cemaat için, cemaatı fert için bir ayna kabul ediyordu. Eğer fert görevini yerine getirmezse bu noksanlığın cemaate de sıçrayacağına inanırdı. Ona göre fert kendini iyi yetiştirirse cemaatteki görevini daha iyi yapacak, hata yaptığı takdirde iyi yetişmiş cemaat onu ikaz edip değiştirmelidir. “Eğer fert bir cemaate mensup olursa tıpkı bir damla iken nehir olur” derdi.
Başkalarını nimetinden kendine rızık arama, velev ki güneşin kaynağından gelmiş olsun. Hiç kimseden su bile isteme. Allah’a güven, çalış. Bu şerefli İslam ümmetinin yüzünü utandırma derdi.
Muhammed İkbal’in hayatında anlatılacak şeyler çoktur. Onun çok temiz, mükemmel fikirleri vardır. Şiirleri, sözleri birbirinden güzeldir. Allah (cc) ondaki sağlam bilinci, Müslümanlık şuurunu tüm Müslümanlara nasip etsin. Allah (cc) onu rahmetiyle kuşatsın
“Şark ve bilhassa İslam Şarkı, yüzyıllarca sürmüş olan bir uykudan uyanıyor. Fakat şark milletleri anlamalıdırlar ki, Şarkın iç derinliklerinde gerçek bir devrim meydana gelmedikçe, hayat etrafında hiçbir inkılab gerçekleştiremezler. Yeni bir dünya, önceden insanların vicdanlarında tecessüm etmedikçe, hiçbir yenidünya dıştan bir varlığın üzerine atılmaz. Bu, cemiyetin öyle değişmez bir kuralıdır ki, Onu, Kur’ân, şu sade, fakat beliğ ayette ifade etmiştir: “Gerçek şu ki, bir toplum kendi özünde olanı değiştirmedikçe, Allah da hâllerinideğiştirip bozmaz.” (Ra’d, 13/11) Bu ayet, hem ferdi ve hem ictimaî hayata tatbik edilmelidir.”
(Muhammed İkbal’in Peyam-ı Meşrik isimli eserinden…)