İslam Dünyasındaki Milliyetçiliğin Kaynağı - 1
Halk Irkçılık, İslam dinine uzak... İslam, o dönemde büyük bir ırkçılık problemi olmamasına rağmen ırkçılığa karşı mücadele etmiş. Oysa bugün İslam dünyasında bir milliyetçilik problemi var. Bu yazı dizisinde o problemin İslam dünyasına ithal ediliş hikayesini bulacaksınız
Ahmet Yılmaz / Analiz / doğruhaber
Milliyetçilik, son iki yüz yılda dünyada en hızlı yayılan ideoloji... Siyasi bir düşünce olarak devletleşmesi 1789 Fransız ihtilali’yle olmuş... Aradan geçen süre sadece 222 yıl. Oysa bugün dünyanın en ücra köşesine kadar ulaşmış, neredeyse her devlette kendisine bir yer bulmuş, her toplumda kayda değer bir topluluk edinmiş.
Fransızlar, Cezayir’i işgal edip orada on binlerce Müslümanı şehid ederken kendilerini en iyi milliyetçiler olarak görüyor, Fransız milletini güçlendirme isteğinin bu zulmü meşrulaştırdığını hatta kutsallaştırdığını düşünüyorlardı. Cezayir’deki bir Fransız generali için Cezayir’de katliam yapmak, Fransız milliyetçileri için mukaddes bir görevdi.
Kurtuluşu İslam’dan başka bir yerde arama gafletine düşen bir Cezayir ulusalcı aydın içinse Fransız zulmünden kurtulmanın tek yolu milliyetçiliğe sarılmak, Cezayir halkında Arap milliyetçiliği akımını güçlendirmekti.
Ya da Filistin... siyonist Yahudi, Filistin çocuklarının kollarını Yahudi milliyetçiliği gereği kırıyor. Filistinli bebeğin karnını Yahudi milliyetçiliği uğruna deşiyordu. Yahudi milliyetçiliğine olan inancı, onun için “bebek katili” olmayı mukaddes bir ünvan haline getiriyordu.
Filistin Kurtuluş Örgütü’ne mensup bir genç içinse Yahudi’ye karşı koymanın yolu Arap milliyetçisi olmaktı; daha doğrusu Arap milliyetçisi olmak, onda Yahudiye karşı savaşma istek ve azmi oluşturuyordu.
Hem zalime ait olmak hem mazluma... Hem zulüm sebebi olmak hem kurtuluş yolu... Daha ilk cümlede “ideoloji” dedik. Ama bu bir ideoloji değil. Milliyetçilik, bir ideolojinin gerektirdiği düşünce ve pratikten yoksun. İdeolojiler, düşünceye dayanırken milliyetçilikte düşünce değil, duygu (his) var. Milliyetçilik, romantiktir; akla dayanmaz; hatta akıldan uzaktır.
Craig Chalhoun gibi kimi Batılılılar, modern bir din olduğu ile ilgili tezleri aktarıyorlar. Ama milliyetçilik, her dinin gerektirdiği ibadetlerden uzaktır.
Ayrıca yayılma hızı, ne bir ideolojinin ne de bir dinin yayılma hızına uyuyor. Belki katili de maktulu de saran bir “heva”, bir hastalık, bir zehirli his demek gerekiyor ona. Bir tür vesvese, ahir zaman vesvesesi... Ne ona kapılan zalim, zulümden yoruluyor ne de onu kurtuluş yolu edinen mazlum, gerçek anlamda zulümden kurtulabiliyor. Bütün haramlar gibi ona doyum olmuyor, ondan içen, içtikçe daha fazla içiyor, kanmıyor, susuzluğu geçmiyor, nihayet onunla can veriyor ya da yolunu bulup ondan kurtularak kendini ondan arındırarak şifa bulabiliyor ancak.
Hitler, önce bir milliyetçiydi, sadece bir milliyetçi... Sonra faşist bir milliyetçi... Faşizmi onu öldürdü. Bugünün pek çok olgun insanı ise dün bir milliyetçiydi. Ancak ondan kurtulunca huzur bulabildi. Ona mübtela kalan ise önce kendi kavmi dışındaki bütün kavimlere küfretti, sonra kendisiyle baş başa kalınca kendi kavmine en galiz küfürleri savurdu. Çoğu zaman bu hali aynı anda yaşadı: Büyük toplulukların önünde “Yaşa!” “En büyük” diyerek kendi kavmini yüceltti; kendi grup elemanlarıyla yalnız kaldığında ise “Bizden haini, bizden alçağı, bizden nankörü, bizden bize düşmanı yoktur” dedi. Bu gelgitler içinde tutarsız davranışlara yöneldi. Kendince büyük bir kurtuluş savaşçısı iken aniden bir hain oldu. Dünyanın bütün modern bağımsızlık savaşlarında milliyetçiler vardır ama dünyanın bütün modern ihanetlerinde de milliyetçiler vardır. Dün kendince özgürlük savaşçısı olan, bugün kendi halkının özgürlüğüne karşı savaşan askerlere kendi mevzilerini gösteren bir itirafçı, bir ajan olabildi. Dünün ve bugünün savaş hikayeleri, ihanet vakaları bu hasta ruhların aktörlüğü çevresinde gelişti ve gelişmektedir.
MİLLİYETÇİLİĞİN KAYNAĞI NEDİR?
Yeryüzündeki hayatın öncesini ve sonrasını inkâr edenler, milliyetçiliğin başlangıcı olarak Yahudi ırkçılığını veriyorlar. İnsan ile yüce Allah arasındaki bağı dosdoğru vahiy ile açıklayan, yeryüzündeki hayatın bu hayat öncesi tasarısını, programını vahiy ile insana bildirip bu hayatın öncesi ve sonrasını pek çok ayrıntı ile açıklayan mukaddes kitaplar ise milliyetçiliğin başlangıcını dünya hayatından öncesiyle anlatıyorlar, denebilir.
Hz. Adem (as) kıssası bizi bu kanaate götürüyor:
“Bir zamanlar Rabbin meleklere şöyle demişti: ‘Haberiniz olsun, Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım. Ben, onu belli bir kıvama getirip düzelttiğim ve ruhumdan ona üflediğim zaman derhal ona secde edin!’ Bunun üzerine bütün melekler ona secde etti. Yalnız İblis büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. Allah ona ‘Ey İblis! Benim ellerimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Kibirlenmek mi istedin, yoksa yücelerden biri misin?’dedi. İblis, ‘Ben, ondan üstünüm, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın’ dedi. Allah ‘hemen çık oradan! Çünkü artık sen kovuldun’ diye buyurdu. Kesinlikle ceza gününe kadar lanetim üzerindedir.” (Sad / 71-78)
Kıssadan kolayca anlaşıldığı gibi şeytanın meleklerle birlikte hareket etmeyip Rabbimizin emrine isyan etmesinin nedeni onun kendisini Hz. Adem (as)’den üstün görmesidir. Ancak o, bu üstünlüğü takvasına, amellerine değil; köküne, yaratıldığı maddeye, diğer bir deyişle ırkına bağlıyor. “Bu, ırkçılığın ta kendisidir. İnsanın ırkçılık taslaması, en azından şekil bakımından şeytanın, hammaddesinin üstünlüğüne inanmasına benzemektedir.
İnsanoğlunu yoldan çıkarmak için yollar deneyen şeytanın, Yahudilere bu özelliği ne zaman aşıladığı bilinmemektedir. Ancak Yahudilerin ırk üstünlüğü iddiası, bilinen bir gerçektir. Yahudiler, kendilerini diğer ırklardan üstün görüyor. Kendilerini dünya ve ahiret nimetleri konusunda diğer toplumlar arasında, ırklardan üstün tutuyor.
Milliyetçiliğin kaynağını teşkil eden ırkçılık, diğer toplumlar arasında Avrupa’da Yahudi ırkçılığına tepki olarak doğdu.
Sömürgelerden getirdikleri zencileri köleleştirmeyi, onlara hayvan muamelesi yapmayı Batılılılar, ırkçılık üzerinden meşrulaştırdı. Kölelerin kendilerine sağladığı kazancın keyfini çıkardılar.
Hitler’in “Kavgam” adlı kitapta, Darwin’in hayvanları ile ilgili batıl seleksiyon (eleme) teorisini insanlara uyarlayarak uzunca anlattığı üzere ırkçılar “Tabiatta güçlü olan, zayıfı ezerek yaşar; doğanın mükemmeliğe ulaşması için zayıfların güçlüler tarafından yok edilmesi bir haktır, bir vazifedir. Zayıf hep güçlüye yem olmak için vardır.
Zayıf ırk ve milletleri ezmek, onların üzerine basarak yükselmek güçlü ırk ve milletlerin hakkı, hatta görevidir.”
Peki hangi ırk, üstündür? Yahudilere göre bu sorunun cevabı, kesinlikle “Yahudi ırkı”dır. Hitlere göre ise “Yahudiler, en üstün ırk değil, dünyanın en büyük yalancısıdır; onların doğruları bile yalanlarını gizlemek içindir.” “Dünyanın en büyük ırkı Arî ırkıdır ve bu ırkın en saf temsilcisi Almanlardır.”
Hitlerin dayanağı, çok ilginç bir şekilde Yahudi Darwin ve Yahudi Joseph Arthur de Gobineau’dır.
Gobineau, bir Fransız Yahudisidir ama ona göre “Siyah ırk, ihtiras, lirizm ve artistik (sanatsal) mizacın kaynağıdır. Beyaz ırk, akıl ve şerefin timsalidir. Beyaz ırkın en üst ırkı “Arî”lerdir. Ariler, Hint, Mısır ve Yunan medeniyetlerini oluşturarak insanlığı geliştirdiler. Ancak zamanla Hami Sami (Arap-Yahudi) ve zenci ırka karıştılar. Örneğin Slavlar (Ruslar-Bulgarlar) sarı ırk ile karışımın bir neticesidir. Geriye tek bir saf ırk kaldı. Onlar da Germenler’dir. (Yani Almanlardır.)”
Hitler ırkçılığı, Darwin’in teorisiyle bu tür ırk teorilerinin bir neticesidir.
Ali Bulaç, “Batı, ırkçıdır ve bu ırkçılığını Sami (Yahudi) ırkına karşı geliştirmiştir” diyor; bu görüşünde haklıdır. Ne var ki Batı’daki ırkçılık sadece bir tepki değildir; Yahudilerin Şeytani vesveselerinin de bir neticesidir.
Yahudiler, savaş ekonomisinden beslendiklerinden ve fitneyi kendileri için keyifli ortamın en önemli malzemesi olarak gördüklerinden ırkçılığı egoları (toplumsal kibirleri) yüksek olan kendilerini Germen İmparatorluğu üzerinden Avrupalıların efendisi olarak gören Almanlar üzerinden yaydılar.
MİLLİYETÇİLİK IRKÇILIKTAN MI DOĞDU?
Mukaddes kitapları kaynak aldığımızda ve şeytanın Hz. Adem (as)’e secde etmemesinin gerekçesini ırkçılığın doruğu kabul ettiğimizde bu sorunun cevabı “evet”tir.
Buna göre ırkçılık şeytani bir eğilimdir, bu eğilim insana da geçmiş. Yahudiler ondan etkilenerek Yahudi ırkıçılğına kendilerini inandırmışlar. Onların ırkçılığına duyulan tepki ve onlardan etkilenimler kavmiyetçi hisleri kaşıdı; bu hisler değişik etkenlerle milliyetçiliğe dönüştü; milliyetçilik hissi, her haram gibi doyumsuzluk özelliğine sahip olduğundan ona kapılanlar gittikçe aşırılaşarak ırkçılaştı.
Batılı sosyolog ve tarihçiler, buna zıt olmayan ancak bilimin dünya hayatından öncesiyle ilgilenemeyeceğini söyleyerek bunun şeytani köklerine inmeyen ikinci bir teori ortaya atıyorlar.
Onlar kesin olmasa da ırkçılıkla milliyetçiliği birbirinden ayırıyorlar. Yahudi ırkçılığı eskiden beri vardır. Bu ırkçılık önce İspanya’da sonra bütün Avrupa’da Hıristiyan bir tepkiyle de karışık olarak karşı bir ırkçılık doğurdu. İspanyollar, Endülüs’teki bütün Yahudileri ya katletti ya da oradan çıkardı. Bu Yahudi karşıtlığı, evrimci (Darwin ve fikirdaşlarının) teorilerinin yaygınlaşmasıyla Avrupa’da büyüdü ve Hitler’de doruğa çıkan Alman (Germen) ırkçılığını doğurdu.
“Milliyetçilik ise yine Yahudi etkisi inkâr edilmemekle birlikte Avrupa’da kralların ilk sömürge döneminde güçlenip Papalıktan ayrılma isteğiyle ortaya çıktı, kralların güçlenmesini sağladı ama zamanla burjuvanın krallara karşı halkı örgütlemesinin bir ideolojisi haline geldi. Bu ideoloji, 1789 Fransız ihtilali ile iktidar oldu. Fransız ihtilalı Avrupa’da milliyetçiliği güçlendirdi; Fransız-Alman rekabetini ve Alman-Slav düşmanlığını körükledi; Yahudilere karşı tepki ile birleşip bazı Yahudi sosyolog ve bilim adamlarının insanın yaradılışı ile ilgili tezlerinin de işin içine girmesiyle Hitler’le doruğa çıkan ırkçılığa dönüştü. Ancak ırkçılık, milliyetçilğin sadece bir sapmasıdır; milliyetçilik bir yerde durdurulabilse bu kadar yıkıcı olmaz.”
“Dikkat edilirse” milliyetçilik mi ırkçılıktan doğdu, ırkıçılık mı milliyetçilikten doğdu?” konusu insan ile ilgili bütün konularda olduğu gibi vahiy ile açıklanmadığında karışıklığa bürünüyor.
Ancak milliyetçilik ve ırkçılıktan söz eden herkes, “Şeytan-Yahudiler-Avrupa-Fransız ihtilali-Alman ırkçılığı” ifadelerini kullanmak durumunda kalıyor. Çünkü milliyetçilik ve ırkçılığın menşei onların etrafında dolaşıyor.
Bu yönüyle o, İslam dünyasından uzaktır, İslam dünyasının dışındadır. İnsanların İslam olmasını engelleyen şeytanın ve İslam`a düşmanlıkta ön saflarda yer alan Yahudilerin bir eğilimidir; İslam’ın hiçbir zaman fethetmediği, dolayısıyla İslam’ın saflığını, insan yaklaşımını hiç tanımamış Fransa ve Almanya’da siyasi bir iktidara dönüşmüştür.
“Öyleyse milliyetçilik ve ırkçılıktan bize ne?” Ne yazık ki mevcut duruma bakıp böyle diyemiyoruz.
İSLAM DÜNYASI MİLLİYETÇİLİĞİN PENÇESİNDE
Bugün İslam dünyasında bir Türk, Moğol Cengiz Han’ı önce Türkleştirip sonra kutsayabiliyor; bir Kürt, Nemrut’u Kürtleştirip onun adını çocuğuna koyabiliyor; bir Arap, Arapların en büyük katillerinden Haccac-ı Zalim’in katliamlarına bahane arayabiliyor; Saddam’ın Halieçe katliamını bile “Katliam” saymakla tereddüd edebiliyor. Bir İranlı, İslam fethini “Arap işgali” diye nitelendirebiliyor.
Sıradan insanımız, kendisini “ümmet” içinde tarif etmekten uzaklaşıyor; güveni, dünyaya bakışı, gelişimi ırk içinde arıyor.
Nereden bulaştı bu veba? Ne oldu ümmet şuuruna? Milliyetçilik, ırkçılık bize nasıl bulaştı?
Bu soruların cevabını herkes gibi merak ediyordum. Birkaç yıl önce Endonezya kıyılarını vuran, binlerce Müslümanın hayatını kaybetmesine yol açan tsunami felaketini konuşurken bir öğrenci, (üstelik 20 yaşlarındaki bir öğrenci) bana “Hocam, onlar Türk mü ki onlar için üzülelim? Bırakın ölsünler!” Anlamında gayet ciddi bir edayla bir itiraz seslendirince İslam dünyasındaki milliyetçiliğin ayak izlerini sürdüm, onun soy zincirini bulmaya çalıştım. O günden bu yana yaptığım çalışma gayet basitti: “Kim, kimdir?”, “Kim, kimin öğrencisidir?” sorularına cevap arıyordum. Ayak izleri, düşüncedeki soy zinciri nereden yola çıkarsam çıkayım, beni Avrupa’ya gayri müslimlere ama özellikle Yahudilere götürdü. Milliyetçilik ve ırkıçılığı içimize taşıyanların hocalarını ve o hocaların kimliğini tespit ettikçe hayretler içinde kaldım. İçinde bulunduğum koşullar, ulaştığım bütün ayrıntıları size aktarmamı imkânsızlaştırıyor. Ki onların hepsi bir kitap boyutunu bulduğu için, bu sayfada tümünü aktarmak da doğru değil. Yine de size aktaracaklarım karşısında şaşıracağınızdan eminim. Bu yazı dizisini okurken 4-5 ay önce yayımladığımız ama son bölümünü elimizde olmadan tamamlayamadığımız “Mişel’in Evlatları” dizisini yeniden okumanızda fayda vardır. Şarkiyatçılıkla ilgili diziyi okumanız da bu diziye katkıda bulunur.
Çalışmayı yaparken İslam dünyasında alimlerin, Pakistanlı, İranlı, Arap araştırmacıların milliyetçiliğin içimize taşınması hikayesine, felaketin büyüklüğünün farkında olmalarına rağmen, tam hakim olmadıklarıbbbbbbbnı gördüm. Sanki bizdeki milliyetçilik-ırkçılık içimizdeki şeytani bir eğilim olarak kendiliğinden doğmuş gibi anlatmasalar da vakanın ithal yanını yeteri kadar açıklayamıyorlardı. Bunun tek nedeni vardı: Milliyetçilik, İslam dünyasına son dönem Osmanlı-Türk edebiyatı atına yüklenerek getirilmişti. Oysa o yazarlarımız bu edebiyattan (Türkçe bilmediklerinden) büsbütün habersizdiler, ondaki düşünce bağlantısını bilmediklerinden hırsızın nereden eve girdiğini de tam söyleyemiyorlardı. Bu araştırmada hem vakanın bu yanı tamamlandı söyleyemiyorlardı hem de Arap ve Kürt milliyetçilikleri üzerinde çok önemli bulgulara ulaşıldı. İnşaallah, duanızı hak ederiz...
Devam edecek...