"Darbe yaşamamışlar, darbelerin ne olduğunu bilmezler"
15 Temmuz ABD destekli darbe girişimini değerlendiren 12 Eylül darbesi mağduru, darbe döneminde akıl almaz işkenceler gördüklerini ifade ederek, her türlü darbeye karşı durulması gerektiğini ifade etti.
ABD destekli darbe girişimini İLKHA’ya değerlendiren 12 Eylül 1980 darbe mağduru Vasıf Kahraman, darbe döneminde çocuklarının isminden dolayı gözaltına alındığını ve çeşitli işkencelere maruz kaldığını belirtti.
Darbe ilan edildiği döneminde Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde öğretmenlik yaptığını belirten Kahraman, gözaltında elektrik verme, askı, kasık sıkma ve psikolojik işkence gördüğünü dile getirerek, cezaevinde gördüğü işkencelerin ise gözaltını arattığını söyledi.
Kulp ilçesinde bir grup asker tarafından gözaltına alındığını söyleyen Kahraman, “Okulda olduğum bir sırada nöbetçi öğretmen askerlerin beni almak için geldiğini söyledi. Okul bahçesine gittiğimde askerler tarafından karakola götürüldüm. Karakolda başçavuş bana ‘Hoş geldin özgürlükçü Vasıf Kahraman‘ dedi. Ben de özgürlükçü olmadığımı belirttim. Başçavuş bana ‘Hangi örgüt üyesisin’ diye sorduğunda ben de herhangi bir örgütle bağımın olmadığını ifade ettim. Bana ‘Sen Türkiye Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneğine (TÖB-DER) üye değil misin çocuklarının adı Deniz Gezmiş değil mi’ diye sordu. Ben de söylediklerinin doğru olduğunu kabul ettim. Bana ‘Şu kâğıdı imzalar mısın’ dedi, imzaladım. Ardından bana ‘Kusura bakma bu sefer ben değil, sıkıyönetim komutanlığı seni istemiş. Seni oraya göndereceğim’ dedi ve gönderdi. Jandarma Alay Komutanlığı’na getirilerek bir hücreye atıldım. 8 gün boyunca hücrede kaldıktan sonra beni gözaltı merkezine götürdüler. Burada 15 günüm dolduktan sonra işkenceye alındım. 15 gün işkence görmedim ama işkence görenlerin bağırmalarına şahit oldum. Bu daha da rahatsız edici geliyordu.” dedi.
Belli aralıklarla işkence gördüğünü anlatan Kahraman, “Elektrik veriyor, askıya asıyordular. Falaka ve kaba dayak da vardı. Kimileri işkencelere dayanamıyordu. İşkencede bana ‘Anlat’ diyorlardı ben ise ‘Neyi anlatayım söyleyin’ dediğimde bana ‘Pirinizi yakaladık, konuş’ diyorlardı. Ne diyeceğimi ben de bilmiyorum ve bitmeyen işkence seansları başlıyordu. Bana bir kâğıdı getirerek imzalamamı söylediler. Onlara okumadan imzalamayacağımı söyledim. Gözlerimi açtılar uzun bir süredir gözlerim kapalı olduğundan dolayı kâğıtta bir şey görmedim. Bir şey yazılmadığını düşünerek kâğıdı imzaladım. Ardından beni savcılığa götürdüler.” ifadeleri kullandı.
“Yemek ile su verilmezdi, verildiğinde tuzlu verilirdi”
Savcıda imzalamış olduğu kâğıdın delil olarak önüne geldiğini dile getiren Kahraman, sözlerine şöyle devam etti:
“Savcı bana ‘Sen örgüt üyesi olduğunu söylemişsin’ dedi. Ben de öyle bir şey söylemediğimi anlatınca bana imzalamış olduğum kâğıdı gösterdi. Ardından beni sorgu hâkimine getirdiler. Sorgu hâkimi de beni tutuklattı ve cezaevine götürüldüm. Cezaevinde beni ve benimle beraber olan birkaç kişiyi merdiven altına götürdüler. Bizi burada dövdüler. Cezaevinde sürekli kaba dayak vardı. Ardından bizi hücreye götürdüler. Hücreye götürülürken ‘Cho/Co’ adında bir köpek vardı, bana saldırdı. Ben de köpeğe vurup kendimden uzaklaştırmaya çalıştım, köpek bağırdı. Sonra asker bana küfrederek köpeği üzerime saldırttı. Köpek bacağımı ısırdı. Bizi hücreye getirdiler, hücre yaklaşık 2 metre ebadında bir hücreydi. 18 kişi bu hücrede kalıyorduk, yerimiz dar olduğundan yatamıyorduk. Sırayla oturup dinleniyorduk, yemek ile su zaten yoktu. Olsaydı da çok fazla tuzlu olurdu, susuzluktan ne yapacağımızı bilmiyorduk. 20 gün bu şekilde hücrede kaldık. Hücreden koğuşa götürülmeden önce lavaboyu bilerek tıkamışlardı. O lağım suyu olduğu gibi hücre ve koridora gelmişti. Ardından askerler geldi ‘Bunları banyoya götürün’ dedi, biz de çok sevindik. Meğer banyoları biriken lağım suyu imiş. Bize yerimizde uygun adım saymamızı söylediler. Dediklerini yaptık, ayaklarımızı yere vurduğumuzda o lağım suyu yüzümüze geliyordu. Sonra yere yatmamızı istediler, yatmayanlar oldu. O yatmayanların kafasını kalas ile yardılar. Biz de o kanı görünce yattık. Yerdeki o lağım suyunun hepsini üzerimizdeki elbiseler temizledi. Ardından koğuşa götürüldük.”
Koğuşta bir nebzede olsa rahatlayacaklarını düşündüklerini ifade eden Kahraman, koğuşta o ıslak elbiseler ile yerde yattıklarından dolayı sindirim sistemlerinin bozulduğunu ifade etti.
“Bize Bedii Tan’ın eceliyle öldüğüne dair dilekçe yazıp imzalatıp, ardından parmak bastırdılar”
Kahraman, “Üzerimize tazyikli su dökerlerdi ve o şekilde bırakırlardı. Altan Tan’ın babası Bedii Tan da yanımızdaydı. Bedii Tan yaşlı olduğundan dolayı durumu ağırlaştı. Her sabah içtima alınırdı. Bedii Tan’ın durumu ağır olduğundan dolayı içtimaa katılmamıştı. Gardiyan gelip içtimaa katılmadığı için ona kızmıştı. Gardiyan gittikten sonra Tan’ın durumu daha da kötü oldu, şişti ve ateşi yükselmeye başladı. Kendisini battaniye içine alarak kapının önüne getirdik. Gardiyana durumu anlatmaya çalışırken, hastaya tekmil ver emri geldi. Tan zorla ayağı kalktı, kapıya yaslandı ve birden yere düştü. Kendisine bir ilaç verip yatağına götürdüler. Tan, akşamda fenalaştı, ardından gardiyanlar yanımızdan götürdüler. Ertesi gün Tan’ın eşyalarını almak için gardiyanların geldiğini görünce öldüğünü anladık. Sonraki gün koğuşumuzu bastılar, bize Bedii Tan’ın eceliyle öldüğüne dair dilekçe yazıp imzalatıp, ardından parmak bastırdılar.” şeklinde konuştu.
“Bir gün hastaneye geç gitseydim kurtuluşum olmazdı”
Kendisinin de Bedii Tan gibi rahatsızlandığını söyleyen Kahraman, “Bedii Tan’ın ölümünden sonra cezaevinde revir açıldı. Ölümü demek ki olay oldu o yüzden cezaevinde revir açtılar. Bizi içtimaa alıp insanın gururuyla oynayarak makatında kanama olanları revire götürüyordular. Bende tekmil vererek rahatsızlığımı anlattım. Benimle beraber birkaç kişiyi daha revire götürdüler. Eğer ben bir gün geç gitseydim revire kurtuluşum olmazdı. Revir sırası esnasında rahatsızlığımdan dolayı çok sıkışmıştım. O kadar kötü sıkışmıştım ki sancılarım beni tuvalete götürme talebimi bile söylememi engelliyordu. Sonunda kalkıp askere sıkıştığımı söylemek istedim. Kalktığım esnada istem dışı altıma kaçırdım. Gardiyan hemen üzerime yürüdü, elinde bir kalas vardı beni dövecekti. O esnada sesi duyan doktor gelip bana ne olduğunu sordu. Ben durumumu anlatınca dışkıma baktı. Dışkımı kanlı ve iltihaplı görünce beni hemen hastaneye gönderdiler. Hastaneye götürüldüğü ve sedyeye yatırıldığımı hatırlıyorum. Gözlerimi açtığımda kendimi bir yatakta kolumda serum takılı halde gördüm. Uyandığımda bir gardiyan gelerek altıma yaptığım için ellerimi sopa ile vurdu. O kadar vurmuştu ki ellerim şişti. Ardından hemşire gelip taburcu olmak isteyip istemediğimi sordu, ben de istedim. Bayram arifesiydi, ailemin benim hastalandığımdan haberi yoktu. Benim hastanede olduğumu öğrendiklerinde üzüleceklerini düşünerek taburcu olmayı istemiştim.” diye konuştu.
“Artık aile ve avukatının ziyaretine gelmesini istemiyordun, çünkü hep işkence görüyorduk”
Cezaevinde sürekli baskı gördüklerinin altını çizen Kahraman, “Cezaevinde kimsenin biriyle konuşmasına fırsat vermiyorlardı. Sabah 05.00 gibi uyanıyor, günlük sakal tıraşı oluyorduk. İçtimaa çıkıp marş söylüyorduk, ardından kahvaltı yapıyorduk. Sonra tekrar marş söylemeye devam ediyorduk. Günümüz hep marş söylemekle geçiyordu. Görüşe bir yakının geldiğinde bir yanlışın olduğunda dayak atar, görüş yasağı cezası verirlerdi. Görüşe gittiğinde bir asker sana, sağa sola dönme talimatı veriyordu, eğer bir kişi yanlış yöne dönerse herkes dayak yiyordu. Herkesi dövmek için bahane arıyorlardı. Ailen ya da avukatın geldiğinde burnundan getiriyorlardı. Artık ailenin ve avukatın ziyarete gelmesini istemiyorduk, çünkü hep işkence görüyorduk. Askerler bazen gece saatlerinde gelip koğuşu uyandırarak ‘Kule yap’ derlerdi. Her kes üst üste çıkardı. Bayılanlar olurdu. Sonra ‘Kaybol’ derdiler ve herkes ranza altına girerdi. Ayağı dışarıda kalanların ayağını kırıyordular. Gözaltında da işkence görüyorduk ama cezaevine göre çok daha iyiydi. Cezaevi gözaltının onlarca katı daha kötüydü, cehennem gibiydi. Cezaevinden tekrar işkence haneye dönmek isterdik, çünkü gözaltı kamp gibiydi. Uzun bir süre cezaevinde kaldıktan sonra tahliye oldum.” ifadelerini kullandı.
12 Eylül 1980 darbesi ile yaşadıklarının unutulmayacağını dile getiren Kahraman, darbelerin insan hak ve özgürlüklerine yönelik olduğunu belirtti.
“Bütün gençliğe sesleniyorum! darbelerin ne olduğunu bilin”
Kahraman, “3 darbe gördüm hepsinde de ayrı gayrı yoktur. 3’ü de insan hak ve özgürlüklerine yönelikti. Kürtlere ve onların haklarını vermemeye yönelikti. Bugünkü darbe girişimini bazıları normal olarak karşılıyor veya oyun olarak görmeye çalışıyor. Bu işin içinde özellikle dış güçler ve iç güçler var. Kendi çıkarlarına göre ortamı bu hale getiriyorlar. Darbenin her türlüsü kötüdür, çünkü kural yok nizam yok, insanlık yok. Her türlü darbenin karşısında durmak zorundayız, darbeler kötüdür. Darbe sağdan gelir solu götürür, soldan gelir sağı götürür, hiç fark etmez. Çünkü insanlığı götürür bunun için anlatacak çok şey var. Darbe yaşamamış kesimler, yani 1980 sonrası doğan insanlar darbelerin ne olduğunu bilmezler. Bütün gençliğe sesleniyorum! Okuyun darbelerin ne olduğunu bilin.” dedi.
“İnsancıl bir anayasa olsaydı bu darbe girişimi belki olmazdı”
Türkiye’de darbelerin önünce geçmek için anayasanın değişmesi gerektiğine vurgu yapan Kahraman, son olarak şunları söyledi:
“Bugünkü anayasa dahi o günkü darbe anayasasıdır. Türkiye de bu anayasanın mutlaka değiştirilmesi gerekir. Daha insancıl bir anayasa olsaydı, bu darbe girişimi belki de olmazdı. İnsanlar rahatça yaşayamıyor, düşündüklerini ifade edemiyor. Bazı maddeler kalktı ama çare değil, insanı ön planda tutacak, AB standartlarına uyacak bir anayasanın yapılması elzemdir. Şu anki iktidarın bu anayasayı mutlaka değiştirmesi gerekir. Yapabiliyordular yapmadılar, çünkü onlara da ters düşüyordu. PKK ve başka şeyleri bahane olarak gösterdiler. Bugünkü iktidar bunları gördükten sonra mutlaka demokratik bir anayasa yapması gerekiyor. Yasakçı kanunların arkasına geçip kendilerini korumamalıdırlar.” (M. Hüseyin Temel, Emrah Deniz – İLKHA)