• DOLAR 34.464
  • EURO 36.598
  • ALTIN 2915.853
  • ...
`Hz. Peygamber Sakal-ı Şerif`leri yasaklardı`
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez, kadın meselesinden,  geçen hafta İstanbul Firuzağa`daki plakçı dükkânına Ramazan ayı bahanesiyle yapılan saldırı ile  Atatürk Havalimanı`nda yaşanan olaylara kadar bir çok konuda açıklamalarda bulundu.

İşte Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez ile yapılan röportaj...

IŞİD`in İstanbul Atatürk Havalimanı`nda gerçekleştirdiği vahşi saldırı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle bu menfur saldırıda hayatını kaybedenlere Allah`tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Doğrusu saldırıya uğrayan sadece evlatlarımız değil, aynı zamanda İslam dininin kendisi. Bu coğrafyanın içinden çıkarılmış cinayet şebekeleri marifetiyle, İslam diniyle ilgili dünyanın her tarafında bir korku ve endişe oluşturuluyor. Müslüman`ın varlığı, dünyada bir güvenlik sorununa dönüştürülüyor. Bu coğrafyayı bir çatışma alanına dönüştüren küresel güçler, bu konuda masum değiller. Ama ben prensip olarak suçu hep dışarıda aramanın da doğru olmadığını düşünenlerdenim. Bir mübarek ramazan gecesinde, bir insan öldürmeyi bütün insanlığı öldürmek olarak tarif eden bir dinin mensubunun, kadın, erkek, çoluk çocuk demeden bütün masum insanları katletmesini, herhangi ilahi bir dinle irtibatlandırmak kabul edilemez. Bu, hayatın manasını kaybetmiş, yaratılışın, varoluşun gayesini yitirmiş, nihilist denilebilecek bir cinnet hareketidir.

Peki, bir yabancı size “İslam nasıl bir din ki böyle bir katliama zemin yaratabiliyor?” diye sorsa ne cevap verirsiniz?

Hz. İsa`nın rahmet mesajlarından şehirleri talan eden Haçlı Seferleri`ni çıkarmak ne kadar yanlışsa; bunların işledikleri cinayetleri İslam`la irtibatlandırmak da o kadar büyük yanlış olur. Tarihte insanlar, dinleri kendi merhametsizliklerini meşrulaştıran bir ideolojiye dönüştürebilmişlerdir. Bunun suçunu o dinlerde, peygamberde ya da kitaplarda aramak beyhude olur.

Türkiye`den de IŞİD`e katılan cihatçılar çıkıyor. Ülkemizde din eğitiminde ya da din algısında bir problem mi var ki bu insanlar bu terör örgütüne katılıyor? Diyanet İşleri Başkanı olarak kendinizi sorumlu hissediyor musunuz?

Bir tek kişi bile katılsa tabii ki kendimizi mesul sayarız. Ancak şunu ifade etmek isterim: Türkiye`de bu tür aşırı düşünceler daima marjinal kalmıştır. Türkiye`den katılımlar, başka ülkelerle mukayese edilemeyecek kadar az. Çünkü Türkiye`nin bu topraklarda inşa ettiği din anlayışı, bu tür yanlış dini akımlara izin vermez. Bu topraklarda, sevgi felsefesine dayanan irfan ve tasavvuf geleneği vardır. Ötekine saygı geleneği vardır. Farklı inançların, farklı düşüncelerin birlikte yaşaması kültürü vardır. Bir de tabii ki Türkiye`de bütün okullarda verilen sağlıklı bir din öğretimi vardır. Diyanet İşleri Başkanlığı`nın topluma verdiği yaygın bir din hizmeti ve din eğitimi vardır.

Din eğitimi iyiyse IŞİD Türkiye`den nasıl cihatçı devşirebiliyor?

Bu şebekelerin ağına düşenlere baktığımızda, herhangi bir Kuran kursumuzdan geçmiş, herhangi bir imam hatip lisesinden ya da ilahiyat fakültesinden mezun olmuş çocuklardan oraya katılan görmüyoruz. Ancak bir şekilde yalan yanlış din eğitimi almış bazı gençler bu tür örgütlere ilgi gösteriyor. Hatta Fransa`dan katılanlar, Belçika`dan katılanlar tek tek incelendiğinde dinle, Diyanet`le hiç ilgisi olmayan, ibadet hayatı hiç olmayan, tamamen seküler bir ailede yetişmiş nice gençlerin katıldığını da görüyoruz. Neden böyle? Çünkü hayatın manasını kaybetmiş, hiççilik diye çevirebileceğimiz nihilizm felsefesine kapılmış, dünyaya neden geldiğini bilmeyen nice gençlerin bu konulara daha fazla ilgi duymaya başladığını görüyoruz. Onun için bunu sadece bir din eğitimi problemi olarak görmek doğru değildir. Buna rağmen ilmen, fikren ve ahlaken önlemler almak gerekiyor. Bu topraklardan bir tek çocuğumuzu dahi eğer bu tür şebekelere kaptırıyorsak ve o eğer Kuran`dan bir ayet okuyarak, Peygamber`den bir hadis naklederek bu cinayetleri işliyorsa, bu yanlış anlamaların bu coğrafyaya nasıl yayıldığını dikkate almak zorundayız. Dünyada dinle ilgili bu ve benzeri örgütlerin kullandığı ne tür argümanlar var, hangi ayetleri istismar ediyorlar, hangi hadisleri kullanıyorlar; her birini tek tek tespit ettik. Bu bilgileri öncelikle iç hizmetlerde kullanmaya çalışıyoruz. Bazı gençlerimizin yalan yanlış düşüncelerin peşine kapılmaması için çaba sarf ediyoruz.

‘MÜSLÜMANLARIN YANLIŞ KADIN TELAKKİLERİ DİNİN ÖNÜNE GEÇTİ`

Günümüzde kadın ve toplumsal cinsiyet meselesinde din adamlarından farklı açıklamalar işitiyoruz. Modern dünyada sosyolojik olarak kadının yeri değişti ama yaygın İslam anlayışında hâlâ annelik kimliği üzerinden tanımlanıyor. Bu konuda bir problem olduğunu düşünüyor musunuz?

İnsanlık tarihinde İslam`ın kadınla ilgili çok büyük bir inkılabı gerçekleştirdiğine inananlardanım. Ancak İslam`a rağmen cinsiyetçilik, kadını kadın olduğu için ötekileştirme ideolojisi en az ırkçılık kadar, hatta ırkçılıktan daha tehlikeli bir boyutta. Tarih boyunca bu durum Müslümanların arasında da varlığını korudu. Bunun sebebi, İslam`ın, bilhassa Kuran-ı Kerim`in kadınla ilgili ortaya koyduğu ilkelerin doğru anlaşılmaması. Kuran-ı Kerim`de öyle noktalar vardır ki o konuda son sözü söylememiştir. İlk sözleri söylemiş, ilkeleri belirlemiş, iman edenlerin o konuyu sürekli geliştirip iyileştirmesini istemiştir. Kölelik böyle bir kurumdur. Kuran doğrudan “Şu andan itibaren bütün kölelik kaldırılmıştır, son verin” deseydi gerçekle bağdaşmayacaktı çünkü insanlar yaşayacak yerler bulamayacaktı. Onun yerine özgürlüğün faziletini anlattı ve kısa sürede köleliğin kaldırılmasını öngördü. Oysa Müslümanlar köleliği tamamen kaldırma konusunda geciktiler. Kadın konusu da böyledir. Kuran, kadının erkekle vahiye muhatap olmakta eşit, yaratılış gayesinde eşit, yeryüzü imarında sorumluluk açısından eşit bireyler olduğunu bütün yönleriyle ortaya koydu ve bunu iyileştirmeyi Müslümanlara bıraktı. Fakat gelenekler ve Müslümanların yanlış kadın telakkileri, zaman zaman dinin önüne geçti. Birtakım yanlışlar, adeta İslam`ı referans alarak İslam toplumunda kullanıldı. Modern zamanlarda da yanılsamalar yaşadığımızı düşünüyorum. Eğer kadın bedenini reklam malzemesi olarak kullanıyorsa, fuhuş bir sektörse iyi bir noktada olduğumuzu söyleyemem.

Kız çocukları hâlâ ‘günah` diye okutulmuyorsa, çocuk yaşta evliliğe cevaz veriliyorsa, kadına şiddet sanki Allah`ın izin verdiği bir şeymiş gibi yorumlanabiliyorsa, buralarda da yine dinle ilgili algıda bir problem yok mu?

Bunlar cehaletin ürünü olarak ortaya çıkıyor. Hicret ettikten sonra Medine`yi bir açık üniversiteye dönüştüren, kadını ve erkeği birlikte bilgi süreçlerine katan, oturup kendi eşine ilim öğreten bir Peygamber`in ümmeti eğer 14 asır sonra kendi kız çocuğunu cehalete mahkûm ediyorsa, bu az önce IŞİD ile ilgili konuştuğumuz konulara benzer. Elhak, bu yanlışlık hâlâ sökülüp atılmış değil ama bunun doğrudan dinden kaynaklanmadığını ifade etmek isterim. Bu yanlış din algıları hâlâ mevcut maalesef.

Bir hoca çıkıp “Erkekler stres atmak için kadınlarını dövebilir, küçük kız çocuklarıyla evlenmek caizdir” gibi birtakım vaazlarda bulunabiliyor...

Zaman zaman gerçekten yanlış din telkinlerine maruz kalabiliyor insanlar. Bilgi çağında yaşıyoruz, Allah herkese akıl vermiş. Bu dinin bir kitabı var, Peygamber`i var ve hayatı apaçık ortada. Toplum bu konuda dikkatli olacak. Biz daha çok alıcıyı bilinçlendirmeliyiz diye düşünüyorum.

‘KADIN VE CAMİ KONUSU, KAYBEDİLMİŞ BİR SÜNNETTİR`

Camilerde en büyük alan erkeklere açıkken kadınlara küçük, kuytu bir yer ayrılıyor. Bu bile sanki dinin kadını ikinci sınıf gördüğü algısına neden olmuyor mu?

Diyanet İşleri Başkanı olarak son 5 yıl içinde en çok mücadelesini verdiğim konu budur. Hâlâ bütün camilerimizde bunu başaramamış olmaktan büyük bir üzüntü duyuyorum. Bazı kalıplaşmış gelenekler inanç ve ideoloji haline gelince onu ortadan kaldırmak çok zor oluyor. Ben çok ciddi bir çalışma yaparak bütün camilerde kadınların kubbeyi ve mihrabı görebilecek şekilde, cemaate katılımını sağlayacak özel mekânların yapımı için genelgeler gönderdim. Takdir edersiniz ki Türkiye`de 85 bin cami var. Bu camilerin 50 bini köylerde, 35 bini şehirlerde. Şehirlerdeki camilerin 16 bininde proje yok. Yapılırken sadece kadın değil, çocuk, aile, gençlik, depreme dayanıklılık, hiçbir şey dikkate alınmamış. Engelliler için yakın zamana kadar hiçbir camimiz uygun değildi. Biz bu konuyu bir kampanyaya dönüştürdük. Bütün il ve ilçelerde en azından bazı camilerin kadın mekânlarını düzeltmek için çaba harcadık. Önemli mesafeler aldık ama buna rağmen o yanlış zihniyeti ortadan kaldıramadık. Elimizdeki bazı kitaplarda, “Kadının camide değil evinde namaz kılması, evinde de karanlık odada kılması uygundur” denir. Bu yanlış bir içtihattır. Bilakis Sevgili Peygamberimiz`in zamanında kadının katılmadığı hiçbir vakit namazı, cuma namazı yoktur.

Hz. Peygamber döneminde kadın ve erkek aynı mekânda mı namaz kılıyordu?

Evet, aynı mekânda kılıyorlardı. Sadece kadınlar arkadaydı, erkekler öndeydi. Bayram geldi; bayramda kadınlar geldikleri takdirde tamamını cami almayacaktı. Peygamber`imiz kadınlarımız için bayram namazını Medine`nin bir meydanına aldı. Bazı kadınlar, özel hallerinden dolayı katılamayacaklarını ifade etti. Onlara da “Çocuklarınızı yanınıza alın gelin, bizim sevincimize katılın” dedi. Ama Hz. Ömer döneminde, Hz. Ömer`in torunu, evlendiği gecenin sabahında eşi ezan sesini duyunca elbiselerini giyip normal namaza icabet etmek için hareket ettiğinde “Nereye gidiyorsun?” diye sorar. Eşi, “Ezan okundu duymadın mı?” der. “Gitmeyeceksin” cevabını alır. Peygamber`imizden çok az sene sonra bu... “Gideceğim”, “Gitmeyeceksin” tartışması başlayınca Hz. Ömer`in oğlu Abdullah, oğluna “Sen Sevgili Peygamber`imizin ‘Allah`ın kadın kullarını mescitlerden alıkoymayın` hadisini duymadın mı?” der. Yine de göndermek istemeyince onunla uzun süre konuşmaz. Yani bu daha çok geleneklerin ağır basmasıyla zaman içinde farklı şekillenmiştir. Kadın ve cami konusunu, Peygamber`in kaybolmuş bir sünneti olarak görüyorum. Camilerimizi yaparken, mimarimizi planlarken, Diyanet`in yanı başındaki Ahmet Hamdi Akseki Camii`nin iç kısmını dizayn ederken mimarlara “Kadınlar için öyle bir namaz mekânı yapın ki erkekler orada kılmak istesin” dedim. Hakikaten öyle oldu.

‘EŞİM DOKTORASINI BU HAFTA TAMAMLADI`

“Eşim  Hatice Kübra Hanım 3 çocuğumuzu okullu yaptıktan sonra üniversite sınavına girdi. Ben fakültede hocayken bana öğrenci oldu. Master tezi Hz. Ayşe ile ilgilidir. Hz. Ayşe`nin Kuran yorumculuğunu ele aldı ve katkılarını işleyen bir tez hazırladı. Doktora tezi Kuran`ın üslubuyla ilgili. Kuran`da ikili anlatım sistemi diye bir anlatım üslubu üzerine tez hazırladı. Bu hafta teslim edecek. 2 kızımız, 1 oğlumuz var. Büyük kızım Hümeyra edebiyat, küçük kızım Müberra sosyoloji okudu. Oğlum Muhammed Burak, Ufuk Üniversitesi`nde uluslararası ticaret okuyor.”

‘FİRUZAĞA SALDIRISI KABUL EDİLEMEZ`

Geçtiğimiz hafta Firuzağa`da Koreli bir esnaf tarafından işletilen plakçı dükkânına ramazanda içki içilmesi bahane edilerek bir saldırı düzenlendi. Bu olay karşısında ne diyorsunuz?

Ramazannamelerde İstanbul`da eski ramazanlarda yaşanan hatıralar nakledilir. Bir tarihte çok güzel bir hatıra okumuştum. Ahşap bir evde sırt sırta komşu iki aile var. Biri Müslüman, biri Ermeni. Müslüman olan ailenin bütün bireyleri sahurda parmak uçlarına basarak yürüyor. Komşularını o saatte rahatsız etmemek için... Diğer komşu ise çocukları ellerine yiyecek bir şey alıp sokağa çıkınca ikaz ediyor. “Müslüman komşu çocuklarımız bugün oruç tuttular. Şimdi siz bu yiyeceklerle çıkarsanız onların nefsi çeker. Yiyin öyle çıkın” diyor. Biz böyle bir medeniyetin çocuklarıyız. Bu ibadeti yapan bir insanın başka bir inanca ya da düşünceye mensup herhangi birine saldırması asla kabul edilemez. Ancak bu saygıyı karşılıklı yürütmemiz gerekiyor. Diğer komşunun da bu ayın ramazan ayı olduğunu dikkate alarak davranışlarını düzenlemesi gerekiyor. Diyelim ki düzenlemedi, bu hiçbir zaman hiçbir Müslüman`a saldırı gerçekleştirme hakkını vermez. Özgürlük alanları son derece önemlidir. Öte yandan dün bir haber okudum. Korelinin Kore`de yaşayan komşuları, “Madem İstanbul`da yaşıyorsun neden yaptın diye itiraz etmişler. Bu, ramazannamede bahsedilen karşılıklı saygıyı dikkate alan bir kültürün ifadesidir.

‘HZ. PEYGAMBER YAŞASA SAKAL-I ŞERİF`LERİ YASAKLARDI`

Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi konusunda tavrınız nedir?

Mesele statü meselesi değildir. Mesele bin yıldır bu toprakları vatan kılan kardeşler topluluğu olarak birbirimizi tanımak, birbirimizin inanç ve değerlerine saygı göstermektir. Farklı inanç konularını teolojik tartışma konusu olmaktan çıkarıp özgürce birbirimizi var kılma meselesidir.

Gölcük`te bir camiden “Sakal-ı Şerif”in çalınması tartışma yarattı. Türkiye`de camilerdeki Sakal-ı Şeriflerin hepsi sahih mi? Sakal-ı Şerif ziyaretleri ibadet midir?

Bu konu, aslında biz İslam ümmetinin, yeryüzüne merhamet ve adaleti getiren Hz. Peygamber`le kurduğu ilişki ile ilgili yaman çelişkiye işaret eder. Ben bir hadis talebesi olarak derim ki; Hz. Peygamber bugün yaşasaydı, bunu yasaklardı. Ancak bazı Müslüman kardeşlerimizin sadece sevgi eseri olarak ziyaret edip gözyaşı dökmesine de saygı duyulmalıdır. Şu iyi bilinmelidir ki; Hz. Peygamber`in Sakal-ı Şerif`ini ziyaret etmek şeklinde herhangi bir dini vecibe bulunmamakla birlikte Müslümanların öteden beri bu tür uygulamaları bir âdet haline getirdikleri malumdur.

Habertürk

Bu haberler de ilginizi çekebilir