YiNE iĞNE VE ÇUVALDIZ MESELESi
Hüseyin Kaya / Doğruhaber
İstanbul`da Atatürk Havalimanında gerçekleştirilen vahşi saldırıyı lanetlediğimi belirterek başlayayım.
Böyle bir zamanda bile çirkin hesapların içinde olanlar var ve maalesef yüzlerini gizleme gereği duymuyorlar. Bir de hükümet çevresinin acı acı gülümseten dili var tabii.
Her sorunu kolaylıkla başkasına bağlama üslubu var ki, evlere şenlik!
“Bizim bir suçumuz yok, biz yapılması gerekeni yapıyoruz; ama her zaman fitneciler, bozguncular işin içine girip ilişkilerimizi bozuyorlar.” Böyle düşünen, ya da kendini böyle düşünmek zorunda hisseden ciddi bir kesim var.
Onlara mesela Gazze konusunda değişen dilin hikmetini sorsanız duymazdan gelir ve kendi kelimeleri ile meseleyi izah etmeyi sürdürürler. Öyle ya kaç yıldan beridir dillendirilen taleplerden “Gazze`ye ablukanın kaldırılması” nasıl oldu da “Gazze`ye ambargonun hafifletilmesi”ne dönüştü ve yine nasıl oldu da herkes birden bu yeni şartı benimsedi anlamak zor.
Bu zevata sorsanız Suriye yönetimi ile de ilişkilerin bozulmasının nedeni başkalarıdır.
Hazır hükümet, Suriye rejimi ile arayı düzeltmenin sinyallerini verirken daha hızlı davranıp altyapısını kurmanın kime ne zararı olur değil mi?
Bakın A. Kekeç meseleyi nereye bağlıyor:
“Esad`la neredeyse kankaydık... Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı düzeyinde, 80 civarında temas gerçekleştirmiş, bu temasların verdiği güvenle, Suriye`yi bir parçamız gibi görmeye başlamıştık.
Gelgelelim, bu işin “Muhaberat” boyutu vardı, Baas Partisi boyutu vardı, geleneksel “Suriye dış politikası” boyutu vardı... Rusya`sı, Çin`i, İran`ı, tek başına racon kesmelere fena halde içerleyen İsrail`i ve Amerika`sı vardı.
Görünmez bir “el”in müdahalesi yahut “ittirmesi” sonucu, sürgit dostluk, sürgit düşmanlığa dönüştü. Bu noktaya geldik.”
Ne varsa bu “görünmez el”in suçu zaten!
Görünür siyasetimiz pürüzsüz ve pir u pak, öyle mi?
IŞİD konusunda da aynı problemli bakış var.
IŞİD`in akideden kaynaklanan keskin tekfirciliği ve bunun siyasi alana yansıması şeklinde görünen ölçüsüz şiddeti ona her şeyi yaptırabiliyor.
Canlı bombalarla kadın, çocuk, yaşlı ayırımı yapmadan katliamlar yapan bir örgüt karşısında ya topyekün bir savaş vermek ya da sakınmak gerekir. IŞİD`in ölçüsüz şiddetinin bir yana ölçüsüz bir siyasete sahip olmadığı, eylemlerinde bile bazı şeyleri gözettiği biliniyorken ona göre önlem alınması ve tavır belirlenmesi gerekmiyor muydu?
Ama öyle olmadı.
IŞİD, PYD güçleriyle çatışırken ya da Peşmergeye saldırırken doğrudan müdahale olmamasından dolayı Türkiye`yi hedef almadı. Türkiye içinde yaptığı eylemlerde PKK ve diğer sol grupları hedef alırken kritik noktaları seçti.
İşte tam o sırada Türkiye tuzağa düştü.
Adı örgütün destekçisi olarak zikredilmeye başlandı. Sırf bu yüzden Amerika`nın IŞİD`e karşı koalisyonuna katılmak zorunda hissetti kendini. Sınırdan toplarla örgütün mevzilerini vurmaya başladı.
IŞİD ile doğrudan savaşırsan, doğrudan hedef olmayı da göze alman gerekir. Örgüt içerisine sızmış ve karar merciinde olan küresel istihbarat güçleri seni hedef olarak gösterdiğinde alt birimler harekete geçer.
Atatürk Havalimanı saldırısına biraz da bu gözle bakmak gerekir.
Yapılan saldırı devletin hem ekonomik gücüne, hem siyasetine hem de açılım hedeflerinedir.
Kaybın büyük olması ve dehşetin büyüklüğü, örgütün hedefine eriştiğini gösteriyor.
Siyasi yanlışlıklar ve körlükler bir yana böyle eylemler karşısında müsamahakâr olmanın insani ve İslami bir tarafı yoktur.
Ölenlerin kimliği ve uyruğu önemli değildir. Önemli olan sivil bir yaşam alanına insanlık dışı bir saldırının yapılmış olduğunu görebilmektir.
Tabi iğne ve çuvaldız meselesini de unutmamak son derece önemlidir.