• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
Sabır Katlanmak Değil, Gögüs Germektir
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Bu ayet-i celile Âl-i İmran Suresi’nin sonundadır. “sabrediniz” , “düşmanlarınızdan fazla bir sebat gösteriniz” emirlerinin ne olduğunu iyice anlayabilmemiz için sabrın gerçek niteliğini düşünmemiz gerekiyor. Asr Suresi’ni tefsir ederken de söylemiştik: İnsan için en büyük fazilet, sabırdır. Ahlakî anlamda edinilen tecrübelerin hiçbiri bu faziletli alışkanlık ile boy ölçüşemez. Onun için Allah’ın Kitab’ında sabır kadar çok zikredilen, sabır kadar sık emrolunan bir ahlak daha yoktur.
Sahabe-i Kiram (r.a) Efendilerimizden hiçbirinin Asr Suresi’ni okumadan arkadaşına veda etmediği bilinmektedir. Bunun hikmeti de insanın hüsrandan yakayı kurtarabilmesi için hakka, sabra dört elle sarılmaktan başka çare olmadığını birbirine göstermektir.

İyi ama sabır nedir? Heyhat! Biz Müslümanlar mukaddes sabır kelimesinin anlamına sahip olmak şöyle dursun, bu konuda bilgi sahibi bile değiliz! Evet, sabır kelimesi anıldığı gibi zihnimizi zavallılık ve alçaklığa yakın bir kavram kaplar. Bize göre sabır genel bir ifadeyle “katlanmak” demektir. Neye katlanmak? Her şeye.. Daha doğrusu katlanılmayacak şeylere! Mesela yok olmaya, hakaret görmeye, dövülmeye, sövülmeye; kısaca, insanî seçkinliğimizi lekeleyecek musibetlerin hepsine.

Aman ya Rabbi! Kur’an ne söylüyor, biz ne anlıyoruz! Sabır katlanmak değil, göğüs germek demektir. Neye göğüs germek? Evet, sonunda katlanılmayacak acılara katlanmak ızdırabına mahkûm olmamak için, önceden her türlü şiddete her türlü zahmete mertçesine, insancasına göğüs germek.

Allah yolunda, hak yolunda, din uğrunda, millet uğrunda rahatını, uykusunu, malını, canını feda edivermek yok mu? İşte sabır budur. Yoksa, bu fedakarlıkların semtine yanaşmayarak miskin miskin oturmak; sonra da hissesine düşecek rüsvalığı “kader böyleymiş! Tahammül etmeli..” diye hazma çalışmak hiçbir zaman sabır ile ifade edilemez.
İslam’ın en birinci gereği ilim değil midir? Pekâlâ! İlim öğrenmek için az fedakârlık, yani az sabır mı ister! Lakin evvela ilmin, gerek bugünkü dünyada sağladığı yararı, gerek yarınki ebedi ömrümüzde temin edeceği yeri düşünürsek; sonra, cehaletin hem dünyada, hem ahirette ne büyük bir utanç, ne yaman bir rezalet olduğunu gözümüzün önüne getirirsek: Dinin o gereğini sırf zahmetten ibaret olsa bile yine bin can ile kabul etmemiz lazım gelmez mi? İşte sabır demek faydalı ilimleri tahsil için her türlü sıkıntıya tahammül etmek demektir; yoksa cehaletin sürükleyip getireceği pislikler içinde boğulup gitmek değildir.

Sadedimize dönelim: Ayet-i celile bizi sabra davet ediyor; hem de düşmanlarımızın göstereceğinin kat kat üstünde bir sabra davet ediyor. Biz şimdiye kadar Kur’an’daki ilahi emirleri dinlemiş, gereğince hareket etmiş olsaydık, bugün mazimizi hasretle anmazdık; dinin namusunu, İslam’ın namusunu düşmanın murdar ayaklarına çiğnetmezdik; İşte “harbe hazır bulununuz.” , “düşmanlarınıza karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayınız.” tarzındaki açık, kat’i emirlere kulak vermediğimiz için bütün İslam alemi savaş sahnesine döndü.

Evet, kuvvet hazırlamak gönüllü fedakârlık temeline dayanıyordu, hâlâ da öyledir. Lakin o kuvveti elde etmek için ne kadar zorluk, ne kadar zahmet varsa biz hepsine tahammül edecek, hepsine göğüs gerecektik. Zira Kur’an’ın emrettiği sabır işte o idi. Yoksa İslam vatanının şu elim felaketi karşısında kulaklarımızı sarkıtıp oturmak değil!

(Mehmed Akif Ersoy Sebîlürreşad Dergisi)
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir