Tarihte Bugün (20.03.2016)
TARİHTE BUGÜN / DOĞRUHAEBR / İSTANBUL / 20 MART
1653: Osmanlı tarihinde ilk bütçeyi yapmakla tanınan Sadrazam Tarhuncu Ahmet Paşa öldürüldü. Tarhucu Ahmet Paşa, sadrazamlığa getirildikten sonra dürüst ve icraatında şiddet kullanıp gece ve gündüz çalışarak devletin gelirini ve giderini öğrendi. Ardından devlet erkânı ile görüşerek fazla masrafları kısmaya başladı ve bu hususta sarayın ve diğer ileri gelenlerin fazla masraflarını kesmekte tereddüt etmedi. Bu da onun düşmanlarını çoğalttı. Masraflarını kıstığı saray ekabirleri Padişahı aleyhine kışkırttı. Bu girişimler sonuç verdi ve elinden sadaret mührü alındıktan sonra "Bostancılara" teslim edildi. Bostancılar da onu boğarak öldürdüler. Bostancılar, doğrudan padişaha bağlı olan Yeniçeri Ocağına mensup yakın korumalardı. Tarhuncu Ahmet Paşa, tarihlerde adı geçen Tarhuncu bütçesini yaparak Osmanlı'da ilk bütçeyi yapan kişi olmuştur. Ayrıca mali alanda ıslahat yapan ilk ıslahatçıdır.
1792: Fransa Milli Meclisi, giyotinle idamı onayladı. Adını, mucidi Fransız doktor Joseph Ignace Guillotin'den (Josef İgnas Giyotin) alan Giyotin, ölüme mahkum edilen kişilerin kafasını iki direk arasında yukarıdan aşağı kayan bir bıçağın darbesiyle koparmayı sağlıyordu. İlk kez 25 Nisan 1972'de kullanılan giyotin, Fransa Kraliçesi Marie Antoinette'in de (Mariya Antonette) başını gövdesinden ayırdı. Başka bir rivayete göre, Giyotin ilk kez 1792 yılında Jacques Nicholas Pelletier adlı bir hırsızı idam etmek için kullanılmıştır.
1815: Napolyon, Elbe adasından kaçışının ardından, 140.000 kişilik düzenli ordu ve 200.000 kişilik gönüllü güçler eşliğinde tekrar Paris'e girdi.
1925: İngiliz devlet adamı George Curzon öldü. Lord Cuzon olarak daha fazla tanınan bu şahsı 11 Ocak'ta doğum yıldönümünde Mercek Programında ele almıştık. Lord Curzon, İngiltere Meclisinde elindeki Kur`an`ı kaldırarak “Gerçek şu ki; Bu kitap, doğu ülkelerinde var oldukça, bizim oralarda tutunmamız imkânsızdır” sözlerinin sahibi olup emperyalist İngiltere'nin İslam ülkelerini kana boyayan politikalarında etkin bir belirleyici ve aktif bir uygulayıcıdır.
1934: Ankara`da 'İnkilab Tarihi Kürsüsü' kuruldu. Cumhuriyet Dönemi tüm inkilablar tepeden inme olduğundan bunların içini doldurmak, tarihi arka planını kurgulamak gerekiyordu. Bu sadece inkilabların sıhhati ve idamesi için değil, tarih önünde aklamak için de gerekliydi. Örnek vermek gerekirse; Bir şapka inkilabı için binler başın koparılmasını izah etmek için İnkilab Tarihi adıyla tarih oluşturuldu. Sadece bu kaynaktan beslenip yargılamayı elden bırakır ve alternatif tarihe göz atmazsanız yanılgıya düşmeniz kaçınılmaz olacaktır.
1942: Naziler Polonya'nın Zgierz (Zigerz) kentinde 100 Polonyalıyı bir çalışma kampından alıp öldürdüler.
1956: Tunus, Fransa'dan bağımsızlığını kazandı. Tunus'un ilk Devlet Başkanı Habib Burgiba oldu.
1996: Deli dana hastalığının insanlara da bulaşabileceği yolundaki açıklamalardan sonra, Avrupa`da ve Türkiye`de deli dana paniği başladı. Avrupa ülkeleri, İngiliz dana etinin ülkelerine girişini yasaklarken, hastalıklı etlerin daha önceden Türkiye`ye sokulduğu iddiaları üzerine Türkiye`de tavuk ve balıketi satışlarında patlama yaşandı.
2003: Irak savaşı başladı. Amerikan-İngiliz koalisyonu güneyden Irak'a girerken, başkent Bağdat havadan bombalanmaya başladı. Saddam Hüseyin, televizyondan direniş çağrısında bulundu. Irak Ordusunun beklenenin aksine hiç bir direniş gösterememesi sonucu işgal güçleri kısa sürede harekatı tamamladı. Felluce gibi bir kaç bölgenin dışında ciddi bir direnişle karşılaşmayan Amerikan askerleri ve koalisyon güçlerinin işgali neticesinde 1,5 milyon Iraklı öldürüldü. Saddam'dan kurtarıp demokrasi vaadiyle Irak'a giren işgal askerleri tıpkı Moğol istilalarında olduğu gibi, taş üstünde taş bırakmadılar.
2007: Taha Yasin Ramazan idam edildi. 1938'de doğan Taha Yasin Ramazan Saddam'ın sağ koluydu. Saddam, Barzan İbrahim ve Avad El Bender ile beraber Duceyl Katliamından dolayı yargılanıp 2006 yılında idama mahkum edildi. Taha Yasin Ramazan, Saddam'dan 4 ay sonra 20 Mart 2007'de idam edilip Tikrit'te Saddam'ın yanına gömüldü.
2008: Dünya Doktorları Örgütü Irak işgalinin 5. yılında bir rapor yayımladı. Raporda, Irak'ta Amerika ve koalisyon güçlerinin başlıca kurbanlarının çocuklar olduğu vurgulandı. Iraklı çocukların yüzde 28'inin kötü beslendiği ve yüzde 10'unun kronik hasta olduğu belirtilen raporda, kentlerde kadınların yüzde 30'unun, kırsal kesimdeyse yüzde 40'ının tıbbi yardım olmadan doğum yaptıklarına dikkat çekildi. Raporda ayrıca 2003'te 34 bin doktorun yarısının ülkeyi terk ettiğine, 2003 işgalinden bu yana 2 bin doktorun öldürüldüğüne ve 250 doktorun kaçırıldığına ilişkin Irak Tıp Derneğinin verilerine yer verildi.
MERCEK
20 Mart 1956: Tunus, Fransa'dan bağımsızlığını kazandı. Tunus'un ilk Devlet Başkanı Habib Burgiba oldu.
Tunus, Cezayir gibi Fransa'nın doğrudan ve dolaylı zulüm uygulamalarının icra edildiği önemli sahnelerden biridir. 12 Mayıs 1881 - 20 Mart 1956 arasında yani toplam 75 yıl Fransa işgali altına kaldı. Tunus 12 Mayıs 1881'de, Fransız sömürgeciler tarafından işgal edildikten sonra, Fransızlar ülkeye "yüksek komiser" dedikleri genel vali tayin ederek yönetmeye başladılar. Fransızlar işgal ettikleri bütün diğer ülkelerde başvurdukları zulüm uygulamalarına burada da başvurdular. Bu zulme karşı bağımsızlık yanlısı örgütlenmeler ve bazı ayaklanmalar oldu. Ancak bütün bu ayaklanmalar insafsızca ve kanlı bir şekilde bastırıldı. Tunus'ta bağımsızlık mücadelesini organize etmek ve bu mücadeleye yön vermek amacıyla Tunuslu Müslümanlar tarafından Dustur Partisi adında bir siyasi parti kuruldu. Ancak Fransız sömürgeciler işgal ettikleri diğer ülkelerdeki bağımsızlık mücadelelerini kendi kontrollerine almak için başvurdukları sinsi oyunlara burada da başvurarak kendi elleriyle yetiştirdikleri Habib Burgiba'yı bağımsızlık mücadelesinde önemli bir konuma getirmeyi başardılar ve ona Yeni Dustur Partisi adında bir parti kurdurdular. Fransızların niyeti, Tunus Direnişinin önüne geçemeyince direnişin direksiyonunu ele geçirmekti. Böylelikle yok edemedikleri mücadeleni,-n kontrolünü ele geçirip rotasını kendileri çizecekti. Bunun için de Tunus mücadelesinin başına kendi kontrollerinde bir isim gerekliydi. Bu isim, Tunus için Fransızlara karşı mücadele ediyormuş gibi yapacak, gerçekte ise Fransızlara hizmet edecekti. Bu görev için Habib Burgiba'dan daha iyi bir aday yoktu. Habib Burgiba seçildikten sonra, inandırıcı olması, samimiyetinden şüphe duyulmaması ve Tunuslularca rağbet görmesi için de Fransızlarca danışıklı işler çevrildi. Habib Burgiba, başlangıçta İslâmcı düşünceyi destekliyor, camilerde namaz kıldırıp hutbeler veriyor, konuşmalarında İslâmi kavramlar ve özellikle cihad konusu üzerinde ağırlıklı bir şekilde duruyordu. Oysa Burgiba çocukluğundan beri Fransızların gözetiminde bulunmuş, bir Fransız ailenin yanında büyümüş ve Fransa'da hukuk öğrenimi görmüş biriydi. Fransızlar Burgiba'yı Tunus halkına kabul ettirebilmek amacıyla 1934 - 36 ve 1938 - 42 yılları arasında hapse de attılar. Burgiba sinsi politikasına dış destek bulmak amacıyla 1945'te Fransız işgal yönetiminden kaçtığı görünümü vererek Kahire'ye geçti. 1949'a kadar Kahire'de kalarak bu dönem içinde Arap ülkeleri başta olmak üzere İslâm ülkelerinin desteğini sağlamaya çalıştı. Tunus'a dönüşünden sonra halkı isyana teşvik eden Burgiba, bu arada Fransız işgalcilerin Tunuslu Müslümanları kırıp geçirmeleri için gerekli şartları ve bahaneleri oluşturuyordu. Sonuçta Fransızlar kendi adamları olan Burgiba'nın konumunu sağlama aldıktan sonra 20 Mart 1956'da işgale son vererek Tunus'un bağımsızlığını tanıdılar. Bağımsızlık sonrasında Burgiba, Tunus cumhurbaşkanlığına getirildi. Ancak tutumunu birden bire değiştirerek İslâm aleyhtarı bir siyaset izlemeye başladı. Partisinin adını Sosyalist Dustur Partisi olarak değiştirdi. Müslümanlar üzerindeki zulümlerini günden güne şiddetlendirdi. Tunus'un sembolü olan Zeytune Üniversitesi başta olmak üzere İslâmi eğitim kurumlarını kapattırdı. Zaman içinde camileri de sıkı denetim altına alarak belli vakitlerin dışında namaz kılınmasını dahi yasakladı. İslâmi yönetim istediklerinden dolayı çok sayıda Müslümanı tutuklatarak cezaevlerinde ağır işkencelere maruz bıraktı. Onun bu zulümleri karşısında oluşan halk tepkisini kendi lehine bir destek unsuru olarak değerlendirmek isteyen Zeynelabidin bin Ali 7 Kasım 1987'de Burgiba'ya karşı bir darbe gerçekleştirerek yönetimi ele aldı. Başlangıçta ülkede bir reform hareketi başlatacağını vadeden ve İslâmcı kesimlerle iyi ilişkiler kurmaya çalışan Bin Ali, durumunu sağlama aldıktan sonra zulüm ve işkence uygulamalarını aynen Burgiba'nın bıraktığı yerden devam ettirmeye başladı.
Burgiba iktidarının son dönemlerinde zulüm ve saldırganlığını iyice şiddetlendirmişti. İnsanların inançlarıyla alay ediyor, dini değerleri tahkir edici ifadeler kullanıyordu. Batı'ya ve özellikle Fransızlara iyice özendiğinden Arap kimliğinden ve Müslüman bir toplumun ferdi olmaktan rahatsız olduğunu çeşitli şekillerde ima ediyordu. Burgiba, Bin Ali tarafından iktidardan uzaklaştırıldıktan sonra da çoğunlukla Fransa'da yaşadı. Ancak son birkaç yılını bunak bir şekilde geçirdi. Bunamış olması sebebiyle çoğu zaman ne dediğini fark edemiyor, oldukça saçma ifadeler kullanabiliyordu. Fransa'nın kahramanlaştırarak Tunus'ta işbaşına getirdiği Burgiba'nın 31 yıl boyunca, Bin Ali tarafından devrilinceye kadar müslümanlara yapmadığı zulüm kalmamıştı. Ancak miadı dolup son kullanma tarihi gelince Fransızlar onu da paçavra gibi bir tarafa atıp Bin Ali'yi Tunus'un başına getirdi. Bin Ali de 1987'den devrildiği 2011 yılına kadar Tunuslu müslümanlara zulm etmeyi devam ettirdi. Arap Baharı kapsamında 2011'in Ocak ayında devrilip de kaçtığında yanında 45 milyon Avroluk 1.5 ton altın kaçırmıştı. Dünya hiç kimseye kalmadı ki Burgibalara, Bin Alilere kalsın. Ne Firavunlar, ne Nemrutlar servetlerini, tahtlarını bırakıp gittiler. Zalimler de mazlumlar da aynı dergaha gidecek.. O gün mazlumlar, mustazaflar, zalim müstekbirlerden hakkını alacak. Alemlerin Rabbi o gün mazlumlara Rahman, zalimlere Kahhar olacak. Fransızlara köleliği halkına kral olmaya tercih edeb Burgibalar ve emsalleri dünyada yaptıklarının hesabını bir bir verecek, perçemlerinden tutulup burunları eriyinceye kadar yerlerde süründürülecek ve ateşin bağrına atılacaklar. Kanlarını döküp yetim bıraktıkları çocukların gözyaşları, evlatlarına kıyıp bağırlarını yaktıkları anaların acıları, harap ettikleri beldelerin ahları... o gün zalimlerin o kahreden ateşine benzin olacak. Alevler kuduracak, cehennem kızdırılacak, Zebaniler merhametsiz bakışlarında zalimlerin yüzüne umudun tüm kapılarını kapatacak!
**********************************************************************************
20 Mart 1792: Fransa Milli Meclisi, giyotinle idamı onayladı. Adını, mucidi Fransız doktor Joseph Ignace Guillotin'den (Josef İgnas Giyotin) alan Giyotin, ölüme mahkum edilen kişilerin kafasını iki direk arasında yukarıdan aşağı kayan bir bıçağın darbesiyle koparmayı sağlıyordu. İlk kez 25 Nisan 1972'de kullanılan giyotin, Fransa Kraliçesi Marie Antoinette'in de (Mariya Antonette) başını gövdesinden ayırdı. Başka bir rivayete göre, Giyotin ilk kez 1792 yılında Jacques Nicholas Pelletier adlı bir hırsızı idam etmek için kullanılmıştır.
Giyotin, idam mahkumunun kafasını üst taraftan kesmek prensibiyle yapılmış bir çeşit idam aracıdır.
Giyotin, Fransız Devrimi ile adını duyurmuştur. Kendisinden çok önce, Avrupa'nın uzun yıllar kullandığı giyotine benzeyen araçlar bulunsa da Fransız yapımı bu makine standart bir idam biçimi olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Alet, adını mucidi Joseph-Ignace Guillotin'den (Josef İgnas Giyotin) alır. Bir doktor olan Guillotin aynı zamanda bir meclis üyesidir. İdam cezalarını infaz etmek için bir makine tasarlar. Amaç daha "insancıl" ve eski rejimden daha modern, daha devrimsel bir idam cezası uygulamaktır.
Fransa'da giyotinden önce soylular genellikle kılıçla ya da baltayla idam ediliyordu. Bunun yanında asılma da yaygın bir idam biçimiydi. Tüm bunların yanında çok acı veren yakılma ve eziyet içeren cezalar da bulunuyordu. Bu, giyotine göre eski ve geri kalmış yöntemlerle idam bir anda gerçekleşmiyor, acı verici bir süreç oluyordu. Hatta bu dönemde, ölüm acısız ve hızlı olsun diye kurbanın ailesi cellatlara para bile teklif ediyordu. Tüm bu şartlar altında devrimini gerçekleştiren Fransa, ölüm cezalarını da modernleştirmeliydi.
Bunlarla birlikte 20 Mart 1792'de giyotin resmi olarak Fransa'nın idam aleti haline geldi. 1939'da kullanımı durduruldu. Fakat Fransa'nın 1981'de idam cezasını kaldırmasına dek resmi idam aleti olarak kalmayı sürdürdü. Giyotinin kaldırıldığı 1939 ila idamın kaldırıldığı 1981 yılları arasında idamlar ya giyotinle ya da kurbanlara tüfekle ateş edilerek infaz edilirdi.
Giyotinin mucidi Guillotine hakkında yayılmış bir mit ise kendisinin, mucidi olduğu giyotinle öldürüldüğüdür. Ancak, bu yanlıştır. Dr. Guillotine (Giyotin) 26 Mayıs 1814'te doğal sebeplerden ötürü ölmüştür. Dr. Guillotine, aletin ve idam şeklinin kendi soyadıyla anılmasından rahatsız olmuş ve soyadını değiştirmiştir.