• DOLAR 32.582
  • EURO 35.004
  • ALTIN 2457.373
  • ...
Fatiha Disiplini
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
H. Kamil Yılmaz / Doğruhaber
Fâtiha, Kur’ân’ın özü ve özetidir. Bir Müslüman günde toplam kırk rekât namaz kılmakta ve dolayısıyla kırk defa bu sûreyi okumaktadır.

Hamd kelimesi senâ, şükür ve medih anlamları taşır. Hamd, her türlü övgüye lâyık olan Allah Teâlâ’nın kemâlini ortaya koymaktır. O’nun kemâli sıfat, fiil ve eserlerinde zâhirdir. Hamd söz, fiil ve hâl ile olur. Söz ile hamd, bizzât kendisinin ve Peygamber’inin Hakk Teâlâ’yı senâ etmesi gibi O’nu övmektir. Fiilî hamd, O’nun rızâsını umarak ibâdet ve her türlü hayrı işlemektir. Hâl ile hamd ruh, kalb ve gönülden ilmî, amelî ve ahlâkî kemâlâta erişmektir.
 
Allah, görünen görünmeyen, sonsuz, sınırsız ve sayısız âlemlerin Rabbidir. Kur’an’daki: “Rabbının ordularını(n sayısını) O’ndan başkası bilmez.” âyetiyle sonsuzluğu belirtilen ve sınırsızlığı ifâde edilen âlemlerin Rabbı O’dur. Rabb aynı zamanda terbiye eden demektir. Terbiye rahmeti gerekli kıldığı için hemen Rabb’ın ardından Rahmân ve Rahîm isimleri gelmektedir. Rahmân rahmeti herkesi ve her şeyi kapsayan, sadece Allah’a mahsûs bir sıfattır. Rahmân’ın rahmeti dünyada mümin-kâfir herkese şâmildir. Rahîm’in rahmeti ise âhirette sadece müminleri kapsar.
 
Din günü hüküm ve cezâ günü demektir. Amellerin tartıldığı; insanların yaptıklarından hesâba çekilip mükâfât ve mücâzâta lâyık görüldüğü gündür. Allah o günde Rahîm’dir; inananlara rahmetiyle muâmele edecektir.
 
Din gününün mâlikinden başka gerçek mâlik yoktur. Diğer bütün mülkler devre-mülk, bütün mâlikler âriyet ve geçicidir. İnsanoğlu fark hâlinde gâib; yani üçüncü şahıs olarak Allah’ın varlığını idrâk edince artık Rabbı ile muhâtab olmaya; karşısında imiş gibi O’nunla konuşmaya başlar ve der ki: “Yâ Rabbi ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.”
Lafızların çoğul sîgası ile kullanılması ayrıca anlamlıdır. Okuyanı, yanında bulunan melekleri, cemâate iştirak edenleri kapsar. Cemâat bereketiyle duâların kabûlüne medâr olur.
 
İnsan işlediği amellerinde huzûr-i kalbîye erince her şeyi Hakk’tan görmeye başlar. Nefsine bir şey izâfe etmekten arınarak her şeyi O’ndan bilir. Dolayısıyla O’nun yardımı olmasa kulluğunda hiçbir şeye muktedir olamayacağının bilinciyle O’ndan yardım diler.
 
İbâdetten sonraki yardım talebi, kulun bu sebeple ucbe düşme ihtimâlini ortadan kaldırır. İbâdet kuldan, muvaffakıyet Allah’tandır. İşte tam buraya gelindiğinde âdetâ Allah Teâlâ; “Ey kulum, benden ne tür bir yardım istiyorsun?” diye sorar. Kul da Rabbına şöyle niyazda bulunur:
 
“Bizi doğru yola; sırât-ı müstakîme ilet!” Bize Sana giden yolu göster ki bu sûretle riyâ karanlığından kurtulalım. Sırât-ı müstakîm Hakk’a götüren yol mânâsına dini anlatır. Hidayete ulaştıktan sonra şehvet ve gadab, istek ve düşünce ile mal infakı gibi konularda ifrat ve tefritten uzak orta yoldur sırât-ı müstakîm. Sırât-ı müstakîm üzere olmanın zorluğundandır ki Allah Rasûlü, içerisinde: “Emrolunduğun gibi müstakîm ol!” ayeti bulunan Hûd sûresi beni ihtiyarlattı buyurmuştur.

Allah Teâlâ dînî ve mânevî hayatı nimet olarak görmekte ve bu yüzden sırâtın özelliğini “kendilerine nimet verilenlerin yoluna” diye tasrih etmektedir. Nitekim son nâzil olan âyet-i kerîmede de: “Bugün size dininizi ikmâl ettim. Nimetimi tamamladım ve din olarak İslâm’ı seçtim” buyurmak suretiyle dînî ve mânevî hayatı nimet gördüğünü ifade buyurmaktadır.

Bu âyette nimet verilenlerden maksad; nebîler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerdir. Nitekim Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’a ve peygambere itaat ederse onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerle birliktedirler.”
 
Âyetin devâmında “gazaba uğramış ve sapıtmış olanların yolundan korunma” talebi vardır. Bunlar âsîler, dalâlette olanlar ve Allah’ı tanımayan sapıklardır. Gazaba uğrayanlardan maksadın Yahudiler, yolunu sapıtanlardan maksadın Hıristiyanlar olduğu da söylenmiştir.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir