İslamda Gerçek Şehit Kimdir, Kime Şehit Denir?
Şehid sözcüğü Arapça bir kelimedir. Dilbilgisinde, mübalağalı ismi fail olan feilün vezninden gelen bir sigadır. Sözlük manası; bir şeye iyice tanıklık etmek, bir gerçeği iyice kavrayıp bellemek demektir. Şer`i manası ise; Allah`ın kelimesinin en yüce olması için savaşır veya tebliğ ederken Allah yolunda öldürülenler için kullanılan bir tabirdir.
Şehid sözcüğü, cihad sözcüğü gibi Kur'anî bir ifade olup Müslümanlara has bir kavramdır. Başkaları tarafından da bunun kullanılıyor olması, müşahhas olarak kitleler üzerinde manevi etkilerinin görünmesinden dolayıdır. Günümüzde Müslümanlardan başkalarının, hatta batıl dava mensuplarının da bunu kullanması, onun Müslümanlar üzerindeki bu etkisini kırmak ve istismar etmekten başka bir şey değildir.
Allah (c.c): “Allah yolunda öldürülmüş olanlara ölüler demeyin, bilakis onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara: 154) buyurarak gerçek şehid olanların, ölümsüzlerin Allah yolunda öldürülenler olduğunu bizlere tarif ediyor.
Yine bu hususla ilgili Ebu Musa El Aşari'nin rivayet ettiği bir hadisi şerifte de şöyle buyrulmaktadır:
“Bir gün efendimiz aleyhissalatu vesselama: “Ya Resulallah! Adamın birisi kahramanlık için, birisi hamiyet ve ırkçılık için, birisi de riya ve şöhret için savaşır, bunlardan hangisi Allah yolundadır?” diye sorulunca Allah'ın resulü: “kim Allah'ın kelimesinin en yüce olması için savaşırsa o Allah yolundadır” buyurdu. (Ebu Davut)
Evet, Allah'ın kendilerine ölüler denmesini yasakladığı ve ölümsüz ilan ettiği kimseler, Allah yolunda, Allahın kelimesinin en yüce olması için savaşırken öldürülen kimselerdir. Allah'ın dinini, tevhit inancını yeryüzüne yaymak için, Kur'an'ı Mübin'in hükümlerini, Şeraiti Muhammediyi insanlık hayatına hâkim kılmak için tebliğ eden dar ve zor günlerde de mücadele eden kimselerdir. Hayatlarında İslam'ın hükümlerini yaşayıp tatbik etmeye çalışan Müslümanca yaşamayı benimseyen müminlerin canlarını, mallarını, ırzlarını, topraklarını ve haysiyetlerini korumak için kendilerini ortaya koyarak zalimler karşısında dik duran ve pervasızca hakkı haykıran kimselerdir.
İşte ölümsüzlük onlar içindir. Dava ve ideallerini, düşünce ve inançlarını al kanlarıyla sulayıp ebedileştirmek onların şanıdır. Mal ve evlat gibi, kavim ve aşiret gibi mülk ve saltanat gibi dünyevi değerlerden sıyrılıp yüce mahbubuna kavuşmak, rablerinin ikram ettiği en güzel nimetlerden rızıklanmak ve ferahlanmak onların hakkıdır. Bakınız yüce Mevla onlar hakkında ne buyuruyor:
“Allah yolunda öldürülmüş olanları sakın “ölüler” sanmayın. Bilakis onlar, Rableri katında diridirler ve (O'nun katından) rızıklanmaktadırlar.”
Allah'ın kendi fazlından onlara verdiği ihsandan dolayı sevinç (ve mutluluk) içindedirler. Arkalarından kendilerine katılmayanlara: kendilerine korku olmadığını ve üzülmediklerini müjdelemek isterler.” “Onlar, Allah'tan gelen bir nimet ve daha üstün bir ihsan ile ve Allah'ın müminlerin mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinirler. (Ali İmran: 169–171)
Şehitlerin ruhları bedenlerinden ayrıldıktan sonra nasıl bir nimet ve ikramla karşılanacağı hakkında da bir hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır:
“Şehitlerin ruhları, yeşil bir kuş halinde, cennette diledikleri gibi gezerler. Sonra arşın altına asılmış olan kandillere yaklaşırlar. Rabbi Zülcelâl onlara muttali olur ve şöyle buyurur: “Ne istiyorsunuz? Arzuladığınız bir şey mi var?” Onlar derler ki: “Ey Rabbimiz! Ne arayalım? Sen bize hiçbir kula nasip olmayan şeyler bahşettin.” Sonra Allah'u Teala onlara yine aynı suali tekrarlar. İsteksiz bırakılmayacaklarını görünce derler ki: “Ey Rabbimiz! Bizi tekrar dünyaya gönderip ölünceye kadar Senin yolunda cihad ettirmeni istiyoruz.” Rabbi Zülcelâl buyurur ki: “Ben onların bir daha dünyaya gönderilmeyeceklerini yazdım.” (Müslim)
Yukarıdaki ayeti kerimeler ve hadisi şerifin verdiği haber dışında şehitlerin hayatı hakkında açık bir bilgi sahibi değiliz. Onların cennette nasıl ve ne ile rızıklandıklarını bilemiyoruz. Ancak bununla ilgili tasvir edilen tablo, gerçekten imrenilecek ve gıpta edilecek bir tablodur. Kısaca bunu özetlemeye çalışırsak şunu diyebiliriz:
Şehitlerin hayatı, farklı bir hayat tabakasıdır. Bizim farkında olmadığımız idrak edemediğimiz bir hayat biçimidir. Onlar sevinç içinde ve mutlulukla kavuştukları bir hayat ortamından bize haber veriyor, müjdeler gönderiyorlar. Allah'ın lütuf ve keremiyle, rızık ve nimetiyle karşılandıklarını, Allah'ın kendilerinden, kendilerinin de Allah'tan razı olduklarının müjdesini veriyorlar.
Onlar, şehitlik rütbesiyle kendilerine katılmayan mücahit kardeşlerinden ve dostlarından alakalarını kesmemişlerdir. Onlarla olan bağlarını koparmamışlardır. Çünkü onlar diridirler… Hem de dirilerle beraberdirler. An olur ki, cennette meleklerle kanat çırparlar ve an olur ki, bizlere karışır bizlerle ihtilat ederler. Belki en dar, en zorlu ve en sıkıntılı günlerimizde hep bizimledirler. Ancak biz onları göremiyor, hayatlarını idrak edemiyoruz. Ama kesin biliyoruz ki, onlar dünyada ve ahirette nail olunacak nimetlerle bizi tebşir ediyorlar. Kendi yollarına ve nimet sofralarına bizi de davet ediyorlar. İşte en büyük müjde ve en büyük vaat: “Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”