Muaşeret Adabı
Doğruhaber / haber merkezi
İslâm dini, insanların muaşeretine (birbiriyle görüşüp konuşmalarına, toplum halinde medeniyet üzere yaşamalarına) büyük bir önem vermiştir.
Müslümanların birbirleriyle geçinmelerinde samimiyet, tevazu, sadelik, zorlanmama, karşılıklı yardım, nezaket, saygı, sevgi ve hayırseverlik bir esastır. İslâm`da halk ile geçinmenin çeşitli yönleri ve dereceleri vardır. Bunların bir kısmı şunlardır:
Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü, açık kalpli olmak. Bir Müslüman daima güler yüzlü bulunur. Hiç bir kimseyi asık bir yüzle karşılamaz. Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur: “Şüphe yok ki, Allah yumuşak huylu, açık yüzlü kimseyi sever.” Herkesle güzel şekilde görüşmek, insanlara eziyet vermekten kaçınmak. Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur. “Müslüman odur ki, dilinden ve elinden Müslümanlar selâmette bulunur.”
İnsanların kusurlarını araştırmamak ve yaymamak, aksine örtmeye çalışmak. Müslümanlar kimsenin kusurlarını araştırmazlar. Kimsenin ayıbını ve kusurunu araştırıp ortaya çıkarmaya ve göstermeye çalışmazlar.
Dostları arkalarından savunma. Bir Müslüman gerektiğinde dostlarını, din kardeşlerini arkalarından savunur. Onlar hakkındaki yanlış fikirleri düzeltmeye çalışır.
İnsanların kalplerini kötü zandan korumak için sakıncalı yerlerden uzak durmak. Buna aykırı davranmak birçok kimselerin günaha girmesine sebep olur, insanlar arasında dedikoduya ve nefrete yol açar. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Töhmet yerlerinden kaçınız...”
Selâm vermek. Şöyle ki: Müslümanlar arasında selâm vermek bir sünnettir, bir dostluk ve hayırseverlik alâmetidir. Selâm almak da bir farzdır. Selâm verip almak, bir dostluk belirtisidir, sevgi alâmetidir. Fakat selâm verirken aşağı doğru bükülmek mekruhtur. Öyle ki, bazı âlimlere göre, selâm verirken rükû haline yakın eğilmek, secde etmek gibidir. Yaratıklara saygı için yapılacak bir secde ise imana aykırıdır.
Musafaha (el sıkışmak). Şöyle ki: İki Müslüman bir araya gelince birbirinin elini tutarlar. Salât-selâm getirerek birbirinin hatırını sorarlar. Bu da sevgi ve dostluk nişanıdır.
Teşmitte bulunmak (aksırana hayır ve bereket istemek). Şöyle ki: Bir Müslüman aksırınca: “Elhamdülillâh” der. Yanındaki Müslüman kardeşi de: “Yerhamükallah” (Allah sana rahmet etsin) diye dua eder. Aksıran adamda: “Yehdina ve yehdikümullah” (Allah, bizleri de sizleri de hidayet üzere bulundursun)” diyerek karşılık verir.
Toplantılarda temiz bulunmak ve edebe uygun davranmak. Şöyle ki: Müslümanlar, toplantılarda yıkanmış olarak temiz bir halde bulunurlar. İçleri ve dışları temiz olur. Toplantılarda ilim sahipleri ve yaşlılar baş tarafa geçirilir. Gerek olmadıkça söze karışmazlar, söylenilen yararlı şeyleri dinlerler. Toplantıya sonradan gelenlere yer verir ve birbirlerine karşı güler yüzlü bulunurlar.
Dostları ziyaret etmek. Müslümanlar uygun zamanlarda gidip din kardeşlerini, büyüklerini ve yakınlarını ziyaret ederler. Bu ziyaret de bir sevgi ve bağlılık nişanıdır. Ancak bu ziyaret, usandırıcı ve pek sık olmamalıdır. Ziyarete gelen misafirlere mümkün olduğu kadar ikram edilmesi gerekir. Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur: “Sizi ziyarete gelenlere ikram ediniz”
Ziyafetlere (davetlere) icabet etmek. Bir Müslüman, din kardeşinin davetine uyar, ziyafetinde bulunur. Böylece aralarındaki sevgi ve yakınlık artmış olur. Yeter ki, ziyafet yerinde haram bir şey bulunmasın. Çünkü bir Müslüman, haramların işleneceğini bildiği bir yere gidemez. Ancak o haramları engelleyebilecekse veya kendisine saygı için işlenmeyecekse gidebilir. Ziyafetlerde, misafirlere sıkıntı verecek kimseleri bulundurmamalıdır. Misafirler gitmek isteyince, ev sahibi ısrar etmeksizin biraz daha oturmalarını istemelidir. Toplantılar sade ve külfetsiz olmalıdır.
Saygı için ayağa kalkmak. Müslümanlar, yanlarına gelen din kardeşlerine karşı ayağa kalkabilirler. Bu bir hürmet belirtisidir. Mescitte bulunan veya Kur`an okuyan bir kimsenin, hürmet edilmeğe hak kazanmış bir kimse için ayağa kalkması mekruh değildir. Bir toplantıya gelenler için ayağa kalkılması âdet olan yerlerde, ayağa kalkılması müstehabdır. Böyle yapılmazsa, kin ve nefrete yol açılmış olabilir.
Değerli zatların ellerini öpmek. Müslümanlar, âlimlerin, takva sahibi kimselerin ve adaletli hâkimlerin ellerini sevgi ve saygı göstermek niyetiyle öperler, onlarla musafahada bulunurlar; bunda bir sakınca yoktur. Bunlardan başka büyüklerin ellerini dindarlıklarına saygı ve ikram için öpmek de caizdir. Fakat dünyaya ait bir maksad için öpmek mekruhtur. Bir de bir Müslümanın, başkası ile karşılaştığı zaman kendi elini öpmesi tahrimen mekruhtur. Âlimlerin ve diğer büyüklerin huzurunda yerleri öpmek de haramdır. Bunu yapanlar ve yapılmasına razı olanlar günaha girmiş olurlar. Bu, bir nevi putlara yapılan ibadeti andırır. Bir Müslüman için asla caiz değildir.
Komşulara ikram bir sünnettir. Bir Müslüman komşusunun hakkını fazla gözetir, ona güler yüz gösterir, gerektiğinde ödünç verir, bir kaderi olunca onu teselli etmeye çalışır, taziyede (baş sağlığı dileğinde) bulunur. Komşusuna eziyet verecek şeyleri yapmaktan sakınır. Evin akıntı suları ile ve çöplerle komşularını rahatsız etmez. Yüksek sesle devam eden çalgı ve radyo sesleri ile komşularını rahatsız edenler, hasta ve okur-yazarları düşünmeyenler komşuluk haklarını gözetmemiş olur ve topluma karşı görevlerini çiğnemiş sayılırlar.
Hastaları ziyaret etmek. Müslümanlar hasta olan dostlarını ve komşularını uygun zamanlarda yanlarına giderek ziyaret ederler. Sağlıklarına duada bulunurlar. Bu da sevgiyi kuvvetlendirmeye ve kalpleri hoşlandırmaya yardım eden bir görevdir. Bunun da bir takım edepleri vardır. Şöyle ki: Bu ziyaretler pek sık yapılmamalıdır, hastanın yanında çok oturmamalı, hastanın canını sıkacak sözler söylememelidir.
Cenazeleri teşyi etmek (uğurlamak). Bu da önemli ve sevabı çok olan bir kardeşlik görevidir. Müslümanlar; ölen din kardeşlerinin cenazelerini mezarlarına kadar üzgün ve düşünceli olarak götürürler, rahmet toprağına bırakırlar, haklarında rahmet isteyerek duada bulunurlar.
Müslümanların mezarlıklarını ziyaret etmek. Müslümanlar kendi aralarında, ahirete göçmüş olanların, özellikle yüksek âlimlerin ve salih kimselerin, mezarlarını zaman zaman ziyaret ederler, onları rahmetle anarlar. Bu da bir vefakârlıktır, değer bilmedir. Bir hadis-i şerifte beyan olunduğu üzere, mezarları ziyaret etmek ölümü hatırlatır, uyanmaya sebep olur. Onun için kabirleri saygı ve ibretle ziyaret etmeli, insanlığın acıklı sonucunu düşünerek gaflet içinde yaşamaktan kaçınılmalıdır.
İnsanın en büyük düşmanı
“Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır.” (Fatır / 6)
Her kim olursanız olun sizin sonsuz bir azap çekmenizi isteyen, bütün varlığını buna adamış son derece tehlikeli bir düşmanınız var. İsmi Şeytan. Bir başka deyişle, Allah tarafından lanetlenmiş ve O'nun huzurundan kovulmuş olan İblis ve onun takipçileri. O en büyük düşmanınız. Bir efsane ya da bir masal değil, gerçeğin ta kendisi. İnsanlık tarihinin her aşamasında var oldu. Yaşamış ve ölmüş milyarlarca insanı ateşin içine çekti ve halen çekiyor. Hiçbir zaman ayırım yapmaz. Genç, yaşlı, kadın, erkek, devlet başkanı veya dilenci fark etmez. Her insan bu düşmanın hedefidir. Tek arzusu var; kendisiyle beraber olabildiği kadar çok insanı cehenneme sürüklemek.
Zafer kazanması için insanların kendisine tapınması veya çok uç sapkınlıklar yapmaları gerekmiyor. İnsanlardan mutlaka Allah'ı inkâr etmelerini de istemiyor. Zaten Allah'ı kendisi inkâr etmiyor ki, insanlardan özellikle bunu istesin. Onun tek isteği düşmanlarını Allah'ın dininden ve Kuran'dan uzak tutmak, halis olarak Allah'a ibadet etmelerini engellemek, bunun sonucunda sonsuz azap çekmelerini sağlamak. Hatta kimi zaman dindarlık maskesi altında, Allah'ın adını kullanarak insanları gerçek dinden uzaklaştırıp, saptırıyor. Bu da insanları kendisiyle beraber cehennem çukurunun içine çekmek için yeterli.
Hangi vesileyle olursa olsun, onu takip edenlerin sonu hiç değişmiyor: Ona yazılmıştır: "Kim onu veli edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp-saptırır ve onu çılgın ateşin azabına yöneltir." (Hac / 4)