Salih Bege Heni -1-
Peygamberimizin amcası Hz. Abbas`ın soyundan gelen asilzade bir aileye mensup olan Salih Begê Hêni`nin 186869 yıllarında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Salih Beg`in babası Said Beg, M. Salih Beg 67 yaşlarındayken vefat etmiş, anne tarafından dedesi olan Şeyh Ahmet onun yetişmesi ve eğitimiyle ilgilenmiştir.
İnsanlık tarihinde kişiler ya güzel hasletlerle taçlanmış, baş üstü edilmiş ve örneklik teşkil etmiştir ya da kötü fiillerle bilinmiş, çirkin vasıflarla anılmış ve halkları zulüm veya haksızlıkla canından bezdirmiştir.
Yüce Allah(c.c), Kur`an-ı Kerim`de güzel ahlâk sahiplerini övmüş ve yüceltmiştir:
İlim sahipleri, cihad edenler, doğrulukla davrananlar, izzetle yola koyulanlar…
Bu hasletlerden birini dahi amellerinde ortaya koyan kıymetliyken; güzel ahlâka dair hasletlerin birçoğunu kendinde cem etmiş kişilerin kıymeti elbette hesaba gelmez.
Bölgemizin yakın tarihine mal olmuş ve adı Şeyh Sait (rh.a)`in kıyamında hatıra hemen gelenlerden olma bahtiyarlığına eren Hani`li Salih Bey de fazilete dair ne varsa kendinde cem etmiş bir şahsiyettir.
Bir yönüyle ilmi ve akademik çalışmalarıyla öne çıkan bir âlim;
Bir yönüyle müftülük görevini icra ederken hakkaniyetiyle öne çıkan bir davetçi;
Diğer yönüyle Allah`ın dinini tezyife dönük çalışmaların, fesat ve tahribe yönelik değişimlerin karşısında onurla durmuş bir mücahid;
Başka bir yönüyle de Peygamberlerin dahi talep ettiği şehadet makamına mazlumane bir idamla ulaşmış aziz bir şehittir Hani`li Salih Bey!
Yakın tarihe dair karartmalardan ve konuyla ilgili arşivlere ulaşma zorluğundan ötürü hakkında fazla malumat sahibi olmadığımız Hani`li Salih Bey`le ilgili eldeki verilerden hareketle sizlere onu bu satırlarda tanıtmaya/anlatmaya çalışacağız:
DOĞUMU VE ÇOCUKLUĞU
Peygamberimizin amcası Hz. Abbas`ın soyundan gelen asilzade bir aileye mensup olan Salih Begê Hêni`nin 1868–69 yıllarında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Salih Beg`in babası Said Beg, M. Salih Beg 6–7 yaşlarındayken vefat etmiş, anne tarafından dedesi olan Şeyh Ahmet onun yetişmesi ve eğitimiyle ilgilenmiştir.
Henüz çocuk olan Salih, babasının naaşı üzerinde gözyaşı dökerken dedesi Şeyh Ahmet yanına gelerek onu şöyle teselli eder:
— Ağlama Salih`im ağlama, eğer Allah dilerse nasıl ki Mısır kılıçları kılıçlar arasında meşhurdur, benim Salih`im de mahşer gününde mirler arasında meşhur olacaktır.
Şeyh Ahmet, torunu Salih Beg`in eğitimi için oğlu Şeyh Maruf`a:
— Oğlum Salih için bir elifba hazırla! der.
Bu şekilde Salih Beg, İslâmi eğitiminin tümünü dayısı Şeyh Maruf`un yanında tamamlayıp, saygın bir âlim olur.
...
EĞİTİMİ VE GENÇLİK YILLARI
Hani`li Salih Bey, onun müridi ve dostuydu. Salih Bey, Arapça ilimleri, dini ilimleri tahsil etmiş ve bazı pozitif ilimleri de kendi çabasıyla öğrenmiştir. Arapça, Türkçenin yanı sıra Farsça, Kürtçe ve Zazacayı; kısmen Fransızca ve İngilizceyi de (Ermeni bir muallimden biraz okumuştu.) bilirdi.
Salih Bey, ilmi kişiliği ile İslâmi bir şahsiyet taşırken zamanın edebiyatı, siyasi gelişmeleriyle de iç içe olan entelektüel biriydi. Osmanlının olumsuz gidişatı ve yönetimdeki zaaf, İttihat ve Terâkki hareketinin iştahlı batılılaşma arzusu karşısında tepkisiz biri olmadığı gibi bu konularla ilgili olup aynı zamanda bazı münazaraların da içinde olmuştur. O, zamanını iyi bilen ve güncel meseleleri iyi yorumlayabilen, bir zat idi. O dönemin etkili isimlerinden Ziya Gökalp ile tanışıyordu.
Ziya Gökalp, Diyarbakır`da Kürtçe-Türkçe dergi çıkardığında, Salih Begê Hênî, onun arkadaşıydı;
Bu arkadaşlık önemlidir. Salih Bey`in torunlarından birinin basına verdiği demeçte bu arkadaşlıkla ilgili şu bilgi de önem arz etmektedir:
" Ziya Gökalp, bazen babası Çermikli Zaza Tevfik ile Salih Beg`in yanına giderler. Babası der ki:
-Salih Beg, benim bu oğlum dinden ve imandan çıkmış, kendini inkâr ediyor. Buna yardımcı ol ki menfaat ve mevkii için kendini bu hallere düşürmesin!
Ziya Gökalp, 1909 sonrası İstanbul`a gider ve Salih Beg`le ilişkisi kesilir. Ziya Gökalp İstanbul`dayken de Mutkili Halil ve Hayali ile Kürtçe gramer çalışmalarına bir süre devam etmiştir. Tarihin acı cilvesi Salih Beg ve Ziya Gökalp`ın yolları ayrılır..."
Hani`li Salih Bey 1908`den önce, 1905-1906 yıllarında Ziya Gökalp`ın “Lisanı ve edebiyatı olan bir milletin neden istiklali olmasın!” dediğini vurgularken aynı zamanda Allah`ın ayetlerinden biri olan dilin yok sayılmasını ve o millete esir muamelesi yapılmasını zımnen reddettiğini ifade etmektedir; ama ne zaman ki Ziya Gökalp Kürt halklarının haklarını öne çıkaran çabasından sıyrılıp Türkçü bir düşünce sistemini benimsedi, Türkçülüğün en önemli ideologlarından biri oldu. O zaman, Salih Beg onun hakkında hicviyeler kaleme almıştı. Burada şunu vurgulamak gerekir ki bir zamanların hızlı Kürt milliyetçisi Ziya Gökalp, Mustafa Kemal`e bile fikir babalığı yapmıştır.
Salih Beg, günün şartları içinde İstanbul ve Ankara basınından haberdardı. Mehmet Akif ve arkadaşlarının çıkardıkları Sebilürreşad dergisini okuyordu. Böylece İstanbul`daki âlimlerin ve Müslüman aydınların Türkiye`deki değişimi nasıl gördüklerini öğreniyordu.
...
MÜFTÜLÜK YILLARI VE CUMHURİYETİN İLANINDAN ÖNCE YAPTIĞI ÇALIŞMALAR
Osmanlı döneminde ilmi, akademik çalışmalarla meşgul olmuş, Ergani ve Maden`de uzun yıllar müftülük yapmıştır.
Cumhuriyet kurulduktan sonra müftülük vazifesinden istifa etmiştir. İstifa sebebini soranlara şu tarihi cevabı vermiştir:
“Ben bu yönetime müftülük yapamam, eğer müftülük yaparsam günahkâr olur, Allah indinde mesul olurum!”
Salih Begê Hêni, Osmanlı`nın son dönemlerinde kurulan "Kürd Teavun ve Terakki Cemiyeti"nin faaliyetlerinde yer almıştır. Osmanlı devleti yıkılmaya yüz tuttuğu dönemde İstanbul`da ikamet eden Kürd asıllı birçok şeyh, molla ve beylerin oluşturduğu bu cemiyetin kuruluş amaçları hareketin niteliği hakkında önemli ipuçları taşıyordu:
- Anayasanın İslâmi hükümlere göre yapılanması hassasiyeti,
- Kürdistan`daki derin ve cahilane olan ihtilafların ortadan kaldırılması... vs
Bu cemiyetin yönetim kuruluna seçilen kişilerde de:
-İyi, ahlâki özelliklere sahip olmak,
-Kötü hal ile tanınmamış olmak,
-Türkçe ve Kürdçe okuyup yazabilmek gibi özellikler aranmaktaydı.
Seyyid Abdulkadir-i Nehri bu cemiyetin başkanı, Üstad Bediüzzaman da cemiyetin üyelerindendi.
Cemiyetin kuruluş amacı ve cemiyeti teşkil eden kişilerin şahsiyetleri hareket çizgisinin İslâm olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Cemiyet, hem bir siyasi hareket olup hem de hareketin çizgisini yansıtan bir gazete de çıkarmaktaydı. Şeyh Abdurrahman-i Aktepi, Üstad Bediüzzaman, Seyyid Abdulkadir, Salih Begê Hênî gibi şahsiyetlerin de makale, şiir ve araştırmaları bu gazetede yayınlanmıştır.
Kuruluş aşamasında İslâmi hassasiyetlere özen gösteren bu kuruluş daha sonra Bedirhanlar ve Babanzadeler gibilerinin laik çizgiyi benimsemesi, bazılarının Kürt ulusalcılığını öne çıkarması, bazılarının da Cumhuriyet sisteminde yer almış olması ile asıl mecrasından sapmıştır.
Ulusalcı elitistler, Cumhuriyeti kuranlar ve Batı hayranlığına kapılıp yalaka bir çizgi bulanlar bilahare Üstad Said Nursi gibilerini İslâmi çizgilerinden dolayı dışlamışlar. Salih Begê Hêni, Şeyh Said, Seyyid Abdulkadir gibi âlimleri de Şeyh Said kıyamı sonrası idam etmişlerdir.
Mensubiyet duygusunun ortaya çıkardığı taassupla kendi ırkına dâhil her çalışmayı ulusalcılık adına bir artı olarak değerlendirme hastalığı, Türk ulusalcılarda olduğu gibi Kürt ulusalcılarda da söz konusudur. Öyle ki, böyleleri bu ve benzeri İslâmi şahsiyet ve hareketlere dahi bir ulusalcılık etiketi yapıştırmaktan çekinmemişlerdir.
...
CUMHURİYETLE GELEN İSLÂM DÜŞMANLIĞI VE ŞEYH SAİT`İN KIYAMI
1. Dünya Savaşı, adeta Osmanlı için bir idam fermanı olur. İtilaf Devletleri, akbabalar misali bu mirasın üzerine üşüşürler. İman dolu göğüslere bu işgal çok ağır gelir. Emperyalistlerin zalimliği karşısında halk, önceleri derme çatma, ardından düzenli bir mücadele başlatır. Çok zor şartlarda- adeta kıt kanaat imkânlarla- bu mücadeleyi kazanırlar.
İlk önceleri sûret-i haktan görünen Kuvay-ı Milliyeciler, halkın teveccühüyle Cumhuriyeti ilan edince Mustafa Kemal, asıl yüzünü ortaya koyarak devrim/ilke gibi isimler altında cebren ve hile ile birçok değişiklik gerçekleştirir.
Mustafa Kemal ve yardakçılarının kurtuluş mücadelesi boyunca “halktan yana, hakkı esas alma” maskesi 1923`te Cumhuriyet`in ilanıyla düşer ve “İslâm`ın temel dinamiklerine ve İslâm`ı çağrıştıran her değere düşmanlık” yüzü sırıtan çehresiyle ortaya çıkar.
Ne yazık ki bu değişiklikler, tamamen İslâmi değerleri ya ortadan kaldırmaya ya tezyif etmeye ya da Müslümanlar için bir dayanak olan kurumlara yönelik ilga şeklinde tezahür eder:
Hilafetin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Evkaf-ı Şer`iyenin kapatılması, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, Harf Değişikliği, Kılık Kıyafetteki değişikler, Medeni Kanun...
Hilafet ilga edilir, harf değişikliğiyle Kur`an alfabesi yasaklanır, sufi bir geleneğin güzel mekânları tekke ve zaviyeler kapatılır, kılık kıyafet serbestliği denilerek açıklık saçıklık teşvik edilir… İslâm düşmanlığı ve İslâm`a zıt bu gelişmeler beklenen ve istenen durumlar değildi.
Laik bir sistemin oluşmasında, Avrupaî bir hayat tarzının dayatılması, İslâm`ın toplumsal ve bireysel hayattan çıkarılması adına bu kirli ve batıl değişimin önemli adımlarındandır.
“Yurtta sulh, cihanda sulh!” sözünün ironik bir şekilde söylendiği, aslında sözün gerçeğinin ise “Batı vahşetine İslâm hukukunu yem etme, memleketin insanlarına vatanın her sathını haksızlık, zulüm, idamlar, sürgünler ve yakıp yıkmalarla dar etme!” olduğu Atatürkçü uygulamalarla görülür.
İşte bu hal, İslâm âlimleri, öncüleri ve mücahidlerinin kabul edemeyeceği bir zillettir.
Kurtuluş mücadelesi esnasında canını dişine takarak halkı cihad için teşvik eden, köy köy dolaşıp halkı cihad aşkıyla Avrupalı kefereye karşı şuurlandıran Mehmet Akif, İskilipli Atıf Efendi, Erdebilli Esat Efendi, Üstad Bediüzzaman ve Şeyh Sait… gibi İslâm alimleri meseleyi endişeyle izliyorlardı. Endişelerin aleni bir dille ifade edildiği mektuplarla hükümet uyarılıyor, İslâmi şiarlara açık bir savaş kabul edilen bu uygulamalara göz yumulmayacağı vurgulanıyordu. Heyhat ki medeni bir aldatmayla edeniyet yokuşlarında son hızla koşan hükümet uyarı ve mektupları dikkate almıyordu.
Durumun sözlü ikâzlarla düzelmeyeceğine kanaat getiren Şeyh Sait, kıyam etme kararı alır. Kararında isabetli olma adına üç gün üç gece bir odaya kapanır ve yoğun bir muhasebe/tefekkür süreci geçirir. İlahi her davetin ve doğru her girişimin öncesinde bir uzlet sürecinin olduğu tarihi bir gerçekliktir.
Dönemin büyükleri, âlimleri, seydaları, aklı başında kişilere mektuplarla başlayan süreç Hacı Musa Bey, Cibranlı Halit Bey, Hasenanlı Halit, Siverekli Şeyh Eyüp, Melekanlı Şeyh Abdullah, Şeyh Şerif, Modanlı Faki Hasan, Hani`li Salih Bey ve birçok öncü kişinin iştirakiyle örgütlü bir yapıya dönüşür. 1924`ün Ekim ayında Bitlisli Yusuf Ziya ve Cibranlı Halit Bey`in tutuklanması, Şeyh Said`in ifade için çağrılması( İfade için gitmez.) üzerine Şeyh Sait Efendi Hınıs`tan ayrılıp Çabakçur`a doğru yol alır.
Şeyh Said Efendi, kıyam hazırlıkları çerçevesinde Piran`a ve Çabakçur`a gitmeden önce beraberinde olanlarla o dönem nahiye statüsünde olan Diyarbekir/Heni`ye gelir.
Mahkeme tutanaklarında yazdığına göre ise Salih Beg, oğluyla beraber Lice`ye kadar gider. Şeyh Said Efendi`yi Heni`ye getirip, misafir eder.
Tarihi kayıtlarda ise Şeyh Said`in o dönemde araları açık olan Hênili Hamdi Beg`le uzaktan akraba olan Salih Beg`i barıştırmak için Hani`ye geldiği bilgisi vardır.
Burada Şeyh Âdem ve Şeyh Fethullah ile görüştükten sonra Hani`li Salih Beg ile birlikte Hani`nin diğer Beg ve şeyhleri ile görüşmüştür. Şeyh Said bu görüşmeden sonra Hênili Salih Beg`le beraber diğer şeyh ve akîl insanlarla istişârelerini devam ettirir.
Şeyh Said’in istişare çalışmaları devam ederken bazı kişiler, Şeyh Said’e ihanet ederler. İlginçtir ki tarih boyunca ihanet edenler, birkaç dünya menfaati veya gurur verecek bir ün için ihanet etmişlerdir. Lakin ihanet edenler, hiçbir zaman ettikleri hesap kadar bir değer bulmadıkları gibi her zaman zelil olmuşlardır. Onlar, çoğunlukla başlarına bir musibet gelmesin diye güçlünün yanında yer almışlar ve mücadeleden kaçmışlar; ama her zaman mücadele edenlerden daha beter bir hale düşmüşlerdir. Hatip Bey, böyle bir ihanetin içinde yer alan isimlerden biridir. Hatip Bey, devlete yaptığı ihbarlar sonucu mükâfat olarak(!) sürgüne gönderilir. Melik Fırat, kitabında konuyla ilgili şu bilgilere yer verir:
Hatip Bey Atatürk`ten af dilemek ve sürgün kararını kaldırmak için Ankara`da ziyarete gider. Atatürk Diyarbekir`de görevliyken Hatip Bey`i yakinen tanımıştır. Bu ziyaret esnasında Hatip Bey Atatürk`e kendisinin bizzat kendi halkına yaptığı ihaneti ve itiraflarını anlatır. Atatürk ise:
"Hatip, kendi halkına dost olmayan bana nasıl dost olur?" cevabını verir.)
Osmanlı döneminde Şer`i meselelerde kadılık yapıp, dünya meselelerine vakıf olduğundan dolayı orada bulunan eşraf takımına konuşma yapan Salih Beg, hükümetin icraatlarını ve geleceğe yönelik programlarını anlattıktan sonra:
“İşte bu hükümetin bu icraatlarını durdurmazsak ne üzerine öleceğimiz belli olmaz. Biz şer`en mesulüz ve Şeyh Efendi`yi desteklemekteyiz!” der, orada hazır bulunanlar da desteklerini bu konuşma üzerine Şeyh Sait Hazretlerine bildirmişlerdir. Salih Beg`in kardeşi Seyfullah Begê de, Şeyh Said kıyamında silahlı mücadele vermiş, kıyam bastırıldıktan sonra o da şehid edilmiştir.
Kıyam, gerekliydi ve bunun için gerekli çalışmalar da yoğun bir şekilde sürdürülüyordu; ama hiç istenmediği halde bir düğün esnasında askerin o köyde bulunan iki kaçağı ısrarla istemesi ve bu ısrarı da provoke amaçlı yapması silahların vaktinden önce patlamasına yol açar ve kıyam planlanan tarihten bir yıl önce başlamış olur.
Salih Beg ve komutasındaki mücahitler, Piran`da ilk kurşunun patlamasıyla beraber Çabakçur mıntıkasından gelen Garipli İzzet Beg birlikleriyle birleşirler, beraberce Diyarbekir istikametine doğru yönelirler.
Salih Beg ile Şeyh Said Efendi Diyarbekiri kuşatmadan evvel istişare ederler. Salih Beg, o direniş esnasında İslâm mücahitlerine şehirden destek verecek olan Dr. Fuad Berxo (Ekmen) ve Cemilpaşalardan bir kaç isim de sunar.
(Salih Bey ve Şeyh Said`in istişâresinde belli ailelerin isimlerin konuşulması daha sonra İstiklâl mahkemesinde kendilerine karşı kullanılacaktır.)
Lice hattı üzerinde Botiyanlı Ömerê Faro ve Siwerek hattındaki gruplarla birleştikten sonra Diyarbekir`i kuşatma altına alırlar.
Kıyam için Hani`li Salih Beg, önemli bir kişidir. Bazı değerlendirmeler, aslında onun hareketin ikinci kişisi olduğunu ortaya koyarlar. Ayrıca Salih Begê Hênî, Şeyh Said`in müridi ve kıyamın umumi askeri sorumlusudur.
Bu İslâmi kıyamda Salih Beg, yiğitçe, cesur, kararlı ve hikmetli bir tavır içindedir.
Salih Beg, sabırlı ve sebatkârdı.
O, Allah`ın dini için meydanı terk etme zelilliğine düşmektense mücadele meydanında izzetlice direnmeyi kendine yol seçer. Mazlumların kurtuluşu ve Allah`ın dininin hâkimiyeti için erlik kavgasından bir an için el çekmez.
Kıyam, kısa sürede dört doğu vilayetini kapsayan geniş bir alana yayılır..
20 Şubat 1925`te Hani`li Salih Bey kuvvetleri de Şeyh Said`e katılarak Lice ve Hani`ye el koyar. 28 Şubat`ta Şeyh Şemsettin`e bağlı kuvvetlerden büyük bir bölümü Diyarbakır yakınlarında Şeyh Said`e katılır. Öte yandan Şeyh Said`in kardeşi Abdurrahim, 29 Şubat`ta Maden nahiyesinde (Elazığ`ın ilçesi) ayaklanır. Şeyh Eyüp de beş yüz savaşçı ile Çermik`te Şeyh Abdurrahim`e katılır ve ikisi birlikte Ergani`ye yönelirler.
Allah`ın yardım ve inayetiyle kıyamın ilk anlarında mücahidler, birçok yeri fethederler. Fethedilen yerlerin tamamında hiç geciktirilmeden İslâmi hükümler icra edilir; hatta az bir dönemde dahi olsa Daraheni ve Elaziz gibi yerlerde bu İslâmi hükümlerin uygulanması halk arasında büyük bir kabule ve tatlı bir heyecana vesile olur.
(Önümüzdeki sayı inşallah devam edecektir…)
İbrahim Dağılma / İnzar Dergisi – Ocak 2016 (136. sayı)