Zindan anılarım (6)
Evet, hücreler… Yine hücrelerle devam ediyoruz. Hücre demişken nasıl bir yer olduğunu kısaca hatırlatayım. Evinizin tuvalet ve banyosunu düşünün. Bu ikisini toplayın. Üst katımızdaki hücrelerin büyüklüğü bu ikisinin toplamı kadar bir yer, belki bazılarınızın tuvalet ve banyolarının toplamından daha da küçük bir yer. 9-10 metre kare kadar bir mekân. Burası idareye göre akıllı ve uslu durmayan mahkûmların belli bir süreliğine cezalandırıldığı hapis içinde hapis. Geçici bir konak... Ama bir şekilde buraya gelen mahkûm, yemesi, içmesi, banyosu, tuvaleti ve benzeri tüm aktivitelerini bu daracık alanda yapmak zorundadır. Bazen bir hafta, bazen iki hafta, bazen 1 ay sürebilir bu ceza. Veya bazen daha fazla çeşitli sebeplerden dolayı azda olsa sürekli olarak burada kalmak isteyen mahkûmlar da var.
Neyse… Üst kattaki hücreye Ali adında bir mahkûm geldiğinden biz koğuşumuzda üç kişi kalmıştık. Önceden zikrettiğim sakallı arkadaşın da çok geçmeden ilçe cezaevine sevki çıktı ve gitti. İki kişi kaldık. Ali ile tanıştık. “Ali kardeş bir isteğin arzun varsa elimizden geldiğince sana yardımcı oluruz. Çekinme söyle” dedik. Hücrede kalan insanların her şeye ihtiyacı olurdu. Bir bardak çayın ne kadar kıymetli olduğunu dünyada hiç kimse burada kalanlar kadar bilemezdi. Düşünün ki ayna bile yasaktı burada. Koğuşlara verilen meyve bıçağı buralara giremezdi. Çay bardağı dediğimde de aklınıza cam bardak gelmesin. Plastik pet bardak, plastik kaşık vs. tam bir mahremiyet alanı idi. Bu nedenle burada verilen bir bardak çayın gerçekten 40 yıl hatırı olurdu. Buraya düşen mahkûmlara yapılan küçük iyiliklerin kıymeti çok büyüktü. Çünkü buradaki dostluk ve arkadaşlıklar dar gündeki dostluk ve arkadaşlıktı. Bu nedenle insanın zihninde ve gönlünde iz bırakan bir yanı vardı. Burada yapılan insanlık unutulmazdı. Oysa dışarıda, bol nimet ve iyiliklerin içinde olmak böyle miydi? İnsan üzerine basıp geçtiği binlerce nimetin kıymetini pek bilmezdi. Her şey bir yana hücrelerde tam bir tecrit ve yalnızlığa mahkûm edilen mahkûmun en büyük tesellisi ve moral kaynağı neydi bilir misiniz? Size ilginç gelebilir belki ama, konuşmak ve dertleşmekti. Hatta hiç konuşmasa bile yanında veya komşuluğunda birilerinin var olduğunu bilmesi, onların varlığı bile zaman zaman onu yalnızlık duygusundan kurtardığı için büyük bir teselliydi. İşte bu vb. nedenlerle üst hücrelere gelen mahkûmlarla bazen bir nevi rehabilite nevinden muhabbetimiz, konuşmalarımız olurdu.
Bu anlamda Ali`ye bir ihtiyacı olup olmadığını sorduğumuzda bize teşekkür etti. Utanarak “abi sağ olun” dedi. Zamanla Ali ile sohbeti ilerlettik. Dini konularda muhabbet edip birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye edip, teselli ediyorduk. Ali bu konuşmalardan olsa gerek bize ısınmıştı. Aradaki samimiyetten aldığı cesaret ile bizi ve davamızı tanımak için sorular sordu. Belli ki hakkımızda kulaktan duyma bilgilerle, yalan yanlış birçok söylentiye inanmış ve kanmıştı. Aklımız yettiğince onun sorularını cevaplandırıyorduk. Mesela ona “Ali kardeş bizi başkalarından değil, bizi bizden tanımalısın ki hakkımızda doğru hüküm veresin, yoksa su-i zanla ilahi huzura gidersin senden hesabı sorulur. Hem Allah su-i zandan kaçının onun çoğu günahtır buyurmuyor mu? Ayrıca bir hadiste Allah Rasulü (sav) “Ey Ali, sana iki davalı gelirse sakın ikisini de dinlemeden aralarında hüküm verme, yoksa haksızlık etmiş olursun” gibi hakikatin ve doğru hüküm vermenin kriterlerini hatırlattık. Bu tür konuşmalardan sonra Ali bize hak verdi. “Abi doğru söylüyorsunuz” dedi. Bir defasında ona “arkadaşlar bir kitap yazmış, istersen okuyayım” dedi. Ona ana dava dosyalarını gönderdim. Kafasına takılan yerleri izah etmeye çalıştık. Velhasıl aradaki samimiyet güzel bir dostluğa dönüştü. Öyle ki kendi yakınları ile paylaşmadığı şeyleri bizimle paylaşır oldu.
Hücrelerde kalan mahkûmların konuşma isteklerinden bahsetmiştim. Ali ile ilgili kısa bir anektod bu durum hakkında size bir fikir verebilir. Ali bizimle sohbet etmeyi sevmişti. “Abi koğuşta işimiz yoksa beni sürekli pencereye çağırın sizinle sohbet etmeyi seviyorum, dedi bir gün ve ekledi: mesela işiniz yoksa Akşam 21.00`de bana seslenin. Ben de peki dedim. Akşam 21.00 havalandırmalarımızın kapalı olduğu, sadece koğuşa kilitli olduğumuz zamanlardı. Mesela 3 katlı bina kadar ev hayal edin. Ama bahçe duvarlarının da 3 katlı bina kadar yükselttiğini düşünün. Akşam 7`den sonra bahçeye çıkamıyorsunuz. Evin pencerelerinden alt kattaki ve üst kattakiler birbirine seslenerek iletişim kuruyorlar. Kimse kimseye gidip gelemiyor. Pencerelerde bildiğimiz ev pencereleri değil çok küçük, tavuk kümeslerinin penceresi kadar bir şey… Hapis böyle bir şey işte. Gündüzleri saat 7.00`de havalandırma kapısı açılır. Ancak bu şekilde yüz yüze konuşabilirdik. Yüz yüze derken de ben buna onu göremiyorum. O beni havalandırmada iken görüyor, ben ise onun ızgaralı demir penceresinin çerçevesini tek görebiliyorum. Akşamları o küçük penceresinden birbirimize bağırarak konuşuyorduk. O gün akşam saat 21.00`de anlaştığımız gibi Ali`ye seslendim. Ali cevap verdi: abi ben bugün çok sıkılıyorum, biraz muhabbet edelim, seninle konuşmak sıkıntılarımı hafifletiyor. Derken koyu bir sohbete dalmıştık. Bir ara durup saate bakmaya karar verdim. Ali`den izin almak için; Ali kardeş saate bir bakıp geleyim, herhalde saat 10`a gelmiştir dedim. Banyodan çıkıp saate baktım. Saat gecenin 1`iydi. Aradan 4 saat geçmiş arkadaşlar çoktan yatmıştı. Banyoya girip Ali kardeş saat kaç biliyor musun? Dedim. Abi yanımda saat yok, saat kaç ki dedi. Saat 1 dedim. Şaşırarak yok yahu dedi. Zamanın nasıl akıp geçtiğini ikimizde anlamamıştık. Ali kardeş geç oldu millet şimdi yatıyor, rahatsız etmeyelim dedim o da sabah görüşürüz diyerek yatmaya gitti.
Ertesi sabah saat 11:00`de Ali ile konuşmak için havalandırmadan tekrar seslendim. Mahkûmlar sabahtan öğleye kadar genelde uyumayı tercih ederlerdi. Bu nedenle daha erken saatlerde ses çıkarmak, gürültü yapmak tepki almanıza neden olurdu. Ali tamam geliyorum deyip pencereye çıktı. Diğer dinler ve ehl-i kitapla ilgili bazı sorular sordu. Bu konuda kafasına takılan ve onun vicdanını rahatsız eden bazı sorular vardı. Bazı açıklamalar yapıp cevaplar verdikten sonra şöyle dedi: Abi başımdan geçen bir olayı anlatayım mı? Anlat dinliyorum dedim. Abi ben diğer blokta üst hücrede kalıyordum. Yan hücrede de bana komşu sol örgütten biri kalıyordu. Hal hatırımız vardı. Bir gün ben Kur`an`ı sesli okuyordum. Sol örgütten olan komşum bana, Ali sen ne okuyorsun. Ben de Kur`an okuyorum dedim. O da şöyle devam etti. Ali sen Kürtsün, sen Zerdüştsün, senin peygamberin Zerdüşttür, senin kitabın da Avesta`dır. Sen kendine Avesta al oku dedi. Ali bunları naklettikten sonra bana Gürsel abi vallahi benim cinlerim geldi, tepem attı. Ulan...... sen ne diyorsun? Ben Müslümanım, benim peygamberim Hz. Muhammed (sav)`dir, benim kitabım da Kur`an`dır.” Dedim. Eğer kapılar açık olsaydı onunla orada kavga ederdim. Dayanamayıp gardiyanı çağırdım. Beni onun yanındaki hücreden aldılar, başka bir hücreye bıraktılar.
Ben de dedim ki; Zerdüşt ki peygamber olduğu belirsizdir. Hz. Muhammed (sav)`in gelişinden sonra diğer dinlerin ve peygamberlerin getirdiklerinin bile hükmü ortadan kalkmıştır. Geçmiş peygamberler kendi dönemlerinde yaşayan insanlar için rehberdi, onların peygamberliklerine ve getirdiklerine, kitaplarına tahrif edilmemiş şekillerine iman ederiz. Ancak tahrif edildikleri için günümüzdeki kaynaklara ve kitaplara iman gerekmez. Son peygamber Hz. Muhammed(sav) son kitap Kur`an, son din de İslam`dır. Bundan başka kim bir yol ararsa o helak olur, hem dünyası, hem ahireti yanar. Allah ne buyuruyor: Kim İslam`dan başka bir dinle (ideoloji, sistem ya da fikir) gelirse asla ondan kabul olmaz. O ahirette hüsrana uğrayacak. Allah katında din yalnız İslam`dır. Kim İslam gibi izzetli, şerefli bir dini bırakırsa Allah onu hem dünya, hem de ahirette rezil rüsva eder, bunları biliyorsun, daha önce de seninle konuşmuştuk dedim. Ali ise; abi vallahi doğrudur diye karşılık verdi. Daha sonra abi önceden üst hücrelerde kaldığım arkadaşlar beni çağırmışlar, onların yanına gideyim diye nazikçe izin aldı ayrılmak için. Ben de tabi senin için de değişiklik olur. Tebdil-i mekânda ferahlık vardır dedim. Helalleşip vedalaştıktan sonra Ali`yi de gönderdik... Bitti.
GÜRSEL ALDEMİR