Devletin İslamcıları ya da keçi meselesi
Hüseyin Kaya / Doğruhaber
Son zamanlardaki açıklamaları, siyasi duruşu ve görüşleri bir yana Ali Bulaç, eser ve yazılarıyla Türkiye İslamcılığının önde gelenlerinden biridir. Bunu sanırım kimse inkâr edemez.
İlginç de bir serüveni vardır Bulaç`ın.
Radikal bir çizgide durduğu dönemde kendi ifadesiyle sıkıntılar çekmiş, işbirliğine zorlanmış.
“Neden devletin İslamcısı olmadım?” başlıklı yazısında şunları söylüyor:
“Üç polis beni sorgulamaya başladı. Biri hayli sert, aksi ve suçlayıcıydı. Benim ne tehlikeli ve zararlı biri olduğumu söyleyip içeri atılmamı istiyordu". Diğeri “Yok canım, Ali iyidir, yanlış düşünüyorsun” diyordu. Üçüncüsü sorguyu gözlüyor, ara sıra kısa cümlelerle sorular soruyordu. Sorgu yaklaşık iki saat sürdü. Sonunda bana, “Tamam, dediğini kabul edelim ama bize yardımcı ol.” dediler. “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorunca, “Yüksek İslam`daki Nurcular hakkında bize ara sıra bilgi ver” diye cevap verdiler. Kabul etmedim. “Bak baban sana para gönderemiyor, sana burs buluruz, harçlık veririz. İnat etme” diye ısrar ettiler. Ben “Allah`ım! Bu adamlar beni Müslümanlara karşı kullanmak istiyor, bana güç ver” diye içimden dua ettim. Cesaretimi toplayarak, “Beni bu işten muaf tutun, bunu yapamam” dedim. İyi polis “Valla sen bilirsin, görüyorsun, seni içeri attırmaya can atıyor” deyip kötü polisi işaret etti. Yine direttim. Beni saldılar. Sonradan öğrendim ki, gözlerine kestirdikleri birkaç kişiyi çağırmışlar. Ve o arkadaşlar iyi yerlere geldiler.
Bir arkadaşım konusunda 1977`de uyarıldım “Bu polistir” diye. İnanmadım, arkadaşıma konduramadım. Meğer polisin önde gideniymiş. Tepelere tırmandı. Çocuk yaşta birini getirip bana teslim ettiler. “Bu çok yetenekli biri, ilgilen yetiştir, iyi bir entelektüel olur” dediler. Meğer ki askerlerin en has adamıymış, tepelere çıktı. Hayli maruf bir zat artık MİT`le birlikte çalıştığını açıkça telaffuz ediyor. İslami harekette etkili bir başkasına “Senin ne işin var bunlarla?” diye sorduğumda “İstihbarattan" korkmamak lazım.
Kendine güvenirsen yararlanırsın, onlar da senden yararlanır dedi. ”Kısaca devlet zaten içimizdeymiş, sırası gelince bizim mahalleyi devreye sokmuş.”
12 Eylül darbesinden sonra yakalanmış ve eziyetler görmüş Ali Bulaç.
Sonrasında da rahatsız etmeye devam etmişler. Kendi ifadesiyle “Şehreminide bir hırsızlık olayı olsa gelip beni alırlardı” diyor. 90`lı yıllarda “sakin ve güvenli” bir limana demir attı Bulaç ve adım adım Gülen cemaatine yaklaştı.
28 Şubattaki nisbi tedirginlik bir yana artık sıkıntı çıkaracak pek kimse yoktu.
Zaman Gazetesinde yazı yazıyor, Aksiyon dergisine açıklamalarda bulunuyor hatta bir süre sonra Gülen grubunun televizyonlarında programlar yapıyordu.
1990`larda “Demokrasi 51`in 49 üzerindeki diktatörlüğüdür” derken 2000`li yıllarda demokrasinin birebir tevhide karşılık geldiğini söylüyordu.
İktidar nimetinin İslamcılara zarar verdiğini söylüyor; ama istisnalardan da söz ediyordu. 2012`deki bir söyleşisinden…
“Fakat 1994`te belediyelerin kazanılması ve arkasından 2002 merkezi iktidarla beraber bu sefer kamu kaynaklarından beslenmeye başladılar. Cemaatler o dinamizmlerini ve enerjilerini kaybettiler. Bir hariç. Hakikaten Fethullah Gülen Hocaefendi`nin öncülük ettiği cemaat küresel bir açılım yaptı. Kamu kaynaklarından hiç istifade etmedi.”
“Küresel açılım”ın ucunun nerelere gittiği ve mesela İsrail konusundaki duruşun ne anlama geldiği konusunda hiçbir zaman yazmadı Ali Bulaç.
Devletin İslamcılarından, devletin hesabına çalışanlardan söz ediyor.
Sormamız gerekiyor; ama “Arif olan anlar” diyerek “Neden şimdi?” diye sormuyoruz.
Değinmek istediğimiz başka bir şey.
İçinde bulunduğun cemaat şu anda “Paralel devlet” konumundaysa da bir süre önce devletin ta kendisi değil miydi? A. Fuat Yılmazer, Yakup Saygılı, Yurt Atayün ve
Ramazan Akyürek kim acaba?
Aklımıza Mevlana`dan bir kıssa geldi. Kıssa şöyle:
“Koyun ile keçi aynı sürüde otluyorken koyun biraz ileride, keçi ise biraz geride imiş. Bu sırada bir dereden atlayan koyunun hafif kuyruğu kalkmış. Bunu gören keçi arkadan koyuna, şeyin gözüktü, demiş. Koyun ise hiç istifini bozmadan hafif geri dönüp, keçinin yüzüne: Bre utanmaz! Seninki hep açıkta ya, demiş.”