• DOLAR 32.34
  • EURO 34.879
  • ALTIN 2393.529
  • ...
Biyoteknoloji ve Kapitalizm Üzerine
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Bilim ve tıp alanında olağanüstü gelişmelerin yaşandığı günümüzde, biyoteknoloji ve biyogenetik bu yenilikleri insanlar üzerinde uygulamaya başladı. Kaderi değiştirmeye talip olan, ölüme  "meydan okuyan", insan doğasını biçimlendirmeye çalışan bir mühendislikle karşı karşıyayız.  Günümüz dünyasının egemen yaklaşımlarını sorgulayan Nazife Şişman, günümüzün ve geleceğin bu önemli sorununu konu edindiği Yeni İnsan  kitabında, bizleri konuyu ahlaki ve toplumsal açıdan düşünmeye davet ediyor.  Türkiye`de konuya ilgili yayımlanmış sınırlı sayıdaki yetkin eserden biri olan Yeni İnsan`dan hareketle biyoteknoloji,  kapitalizm ve Müslüman bilincin bu meseleler karşısındaki tavırlarını  Nazife Şişman`la konuştuk.
 
Asım Öz: Kitabınızın adı Yeni İnsan.. Neden? Bu insan hangi özellikleri ile bildiğimiz insandan farklılık arz etmektedir?
 
Nazife Şişman: Esasında "yeni" çok eskitilmiş bir terim. Ama insanla birlikte kullanılınca yeni bir metaforik yaklaşıma karşılık geliyor. İnsan kadim bir varlık. Çağdaş tıp teknolojisi, bu kadim varlığa evrim zincirinde yeni bir aşama sunduğu iddiasında. Organ ve protez destekleri, dijital uzantılar, genetik müdahaleler hep bu yeni insanı daha "dünyada" ve daha "dünyalı" var kılmak üzere onun hizmetinde. Müteal bir varoluş imkânı bırakmıyor insana.
 
Ölüm ve hayat telakkisinde ciddi dönüşümlere sebep olan, sağlıklı ve uzun bir ömür vadeden biyoteknolojik yirmi birinci yüzyılın içinde barındırdığı sorunlar nelerdir?
 
Sorunu nasıl tanımladığınıza ve nereden baktığınıza göre değişebilir cevabınız. Uzun ve sağlıklı ömür vaadinin eleştirilecek bir yanı yok görünürde. Ama bu vaat neler feda edilerek gerçekleşebilir? Bu noktada ben meselenin küresel iktisadi sistem boyutuna işaret etmek isterim. İlaç sanayii, sağlık sektörü ve küresel kapitalizm arasında sarmal bir ilişki mevcut. Bu sebeple insan hayatı ile ilgili pek çok konu küresel iktisadi yapının kurallarına bağlı. Hücreler, dokular, organlar, DNA`lar ticari bir dolaşımın içinde. Kişiler arası, bölgeler arası ve finansal bir paylaşım ve değiş tokuş gerçekleşiyor bunlar üzerinden. Bu finansal seyelan küreselleşmenin alt metninde yazılı. İnsanın yaşamı ve ölümüyle ilgili meselelerin, liberal ekonominin kapitalist piyasa koşullarına tabi olması çok ciddi bir mesele.
 
Ölümde iyi  ile doğumda iyi arasında  nasıl bir ilişki var?
 
Doğum ve ölüm. Hayatın başı ve sonu. Biyoteknolojideki gelişmeler ölümün ve yaşamın sınırlarında geziniyor. Doğumda iyi, yaşama hakkı, sağlıklı hatta mükemmel çocuğa sahip olma hakkı, üreme hakkı gibi kavramlara geçit veriyor. Ölümde iyi ise, ölme hakkından bahsetmemize yol açıyor. Yani yaşamasını anlamlandıramadığımız hasta ve yaşlıların ölmesini talep ediyoruz. Bunu meşrulaştıracak kavramsal ve hukuki çerçeveyi konuşuyoruz. Esasında doğum anı ve ölüm anı insanın en aciz dönemleri. İşte bu sebeple de ahlakiliğin tezahür etmesi gereken durumlar.
 
Neoliberal  zamanlarda ortaya çıkan organ nakli ameliyatı için "tıbbî turizm" kavramını kullanıyorsunuz. Bu kavram  hangi durumu ifade etmek üzere üretildi?
 
Tıbbi turizm kavramı benim ürettiğim bir kavram değil. Bugün tüm dünyada kültürel ve ticari turizmin yanı sıra bir de tıbbi turizm var. İnsanlar tıp hizmeti almak için bir yerden bir yere gidiyorlar. Bu bazen iktisadi sebeplere dayanıyor. Yani ucuz olduğu için başka bir ülkeye gidiliyor. Asıl önemli olan kısmı ise bir ülkede kanuni düzenlemelerin izin vermediği uygulamalar için daha serbest bölgelere gidilmesi. Mesela kuzeydeki bir ülkede organ nakli listesinde sıra beklemek gerektiğinden güneyde bu işin ticaretinin yapıldığı ülkelere gidilmesi. Böyle durumlarda tıbbi turizm diğer alanlardaki sömürü haritasını izliyor. Kuzey/güney hiyerarşisi, organ alıcılar/organ vericiler şeklindeki bölünmeyle paralellik arzediyor.
 
Biyoetik uzmanlar  biyoteknolojiye bir sınır çizebiliyorlar mı?
Biyoetikçiler büyük ilaç şirketlerinin çalışanları olduğu sürece sınır çizmeleri mümkün mü? Daha ziyade yapılanları meşrulaştırmaya yarıyor biyoetik. Kurumsal bağlılıkları aşabilen entelektüel ve ahlaki bir eleştirelliğe ihtiyacımız var.
 
Uluslar arası organ ticaretine de değinmektesiniz... İsrail`in istisnai olma hali organ hırsızlığı noktasında da devam ediyor. İsrail`in Filistinlilerle ilişkilerinde beden politikaları nasıl bir yer tutuyor?
 
Yahudilikte "seçilmişlik" akidevi bir önem taşıyor. Ama bizim için önemli olan nokta İsrail devletinin kuruluşunda oynadığı ulusal kimlikle alakalı rol. İsraillinin bedeni kutsaldır, onun başka birinden daha fazla yaşamaya hakkı vardır şeklinde bir sonuca yol açıyor bu inanç. Ve İsrail soykırımın tazminatını Filistinlilerin böbreğini söküp gözünü çıkararak tazmin etmek istiyor adeta. Bir dönem İsrail hastanelerinde Filistinli tutukluların yedek organ deposu gibi kullanıldığına dair haberler doğrulandı. Bizzat İsrailli yetkililer tarafından. Ama uluslararası Yahudi lobisi bunun gündemde fazla yer tutmasına izin vermedi.
 
Aşırı annelik vurgusunun tüp bebek uygulamalarını sorgulanamaz kılışına değiniyorsunuz. Üremeyle ilgili teknolojik süreçler annelik vurgusu ile mi meşruiyet kazanıyor veya sorgulanamaz kılınıyor?
 
Bir insanın her ne olursa olsun çocuk sahibi olma hakkının olduğu şeklinde bir kanaat var. Uluslararası hukukta bunun adı "üreme hakkı".  Esasında hayatla ölümle ilgili meseleleri haklar terminolojisi üzerinden konuşmaya başlamamız modern dönemin bir özelliği. Ama öyle bir sirayet etmiş ki tasavvurumuza, doğmak ölmek, çocuk sahibi olmak gibi kaderle bağlantılı düşündüğümüz meselelerin haklar söylemi içinden ifade bulmasına şaşırmıyoruz. Hatta bunu savunur buluyoruz kendimizi. Bu çok ciddi bir tasavvur değişikliği.
 
Peki, bu süreçte babalık kurumu/kavramı nasıl bir aşınma yaşıyor?
 
Pek çok kavramla birlikte tasavvur da değişiyor. Sperm bağışı ile dünyaya gelen bir çocuğun ebeveyni sadece annesi oluyor. Buradan itibaren bir takım yeni haklar devreye giriyor ilginç bir şekilde. Sperm bağışı ile dünyaya gelen bir çocuğun bir babaya sahip olma hakkı! Ve bu mücadele başlamış durumda Batıda pek çok ülkede.
 
Genetik enformasyonun genetik kadere yapmış olduğu aşırı vurgu  toplumu ve insanı ıslah etme düşüncesini  insanlık gündeminden uzaklaştırıyor mu?
 
Aslında genetik özelliklerin insan karakterini belirlemede ne kadar etkin olduğu tartışmalı bir konu. Çünkü insanın iradi davranışlarla ilgili kararları, serebral korteksin en üst tabakasında verilir. Ve bu davranışların genetik yapı ile bağlantısı dolaylı bir süreçtir. Ama genetikle ilgili popüler bilgi, aşırı belirlenimci bir kanaat doğuruyor. İnanç geni olanlar dindar, suçluluk geni olanlar doğuştan suça meyyal vb gibi. İnsanın genetik yapısı belirleyicilik bakımından tartışmalı olmasına rağmen bu söylem, insanın irade eğitimiyle "insan" olabileceği hakikatinin göz ardı edilmesine yol açıyor.
 
Liberal etik biyoteknoloji karşısında neler söylüyor?
 
Liberal etik meselelere devlet birey ilişkisi açısından bakıyor. Devlet bireyin tercihlerine müdahale etmemeli, bu tercihleri gerçekleştirmesini mümkün kılacak vasatı sağlamalı diyor. Bir de üçüncü kişilere zarar vermediği sürece rıza dahilinde her şeyin etik olduğu şeklinde bir genel prensibi var liberallerin. Böyle olunca mesela bir kadının sperm bağışı alarak tek başına çocuk sahibi olmasını eleştirebileceğiniz bir zemin yoktur. Çünkü bu "üreme özgürlüğü" ya da "üreme hakkı" çerçevesinde değerlendirilebilecek bir konudur. Ve devlet asla kişinin bu isteğine engel olmamalı der liberaller.
 
Genetik müdahaleye ilişkin olarak Batı`da eleştirel kuramcılar tarafından geliştirilen eleştiriler var. Sözgelimi Habermas`ın eleştirileri burada zikredilebilir. Bu eleştiriler hangi noktalara yoğunlaşıyor? Bu eleştirilerin Müslümanlar açısından eksik yönleri  nelerdir?
 
Bir siyaset felsefecisi olarak bu konuda çok duyarlı bir yaklaşım sergiliyor Habermas. Laboratuvarda insan imal edilmesi anlamına gelen genetik müdahale ona göre insanın araçsallaştırılmasına yol açacaktır. Çünkü bir takım insanları, başka insanların nasıl varlıklar olacağına karar verme konumuna yerleştirir genetik müdahale. Böyle bir yetki ve konuma sahip olan şahısların, anne babalar olmasının bir önemi yoktur. Sonuçta genetik müdahaleye maruz kalan insanın özgürlüğü ile alakalı ciddi bir problem vardır. Çünkü müzakere imkanına sahip olmaksızın başkalarının kararının belirleyiciliği hakimdir hayatına. Liberal etiğin önceliklerinden bahsettik: bireye müdahale edilmemesi. Genel manada bakacak olursak, seküler etiğin eleştirileri bireyin özerkliği ve özgürlüğü konularında yoğunlaşır. Müslümanlarsa bunların yanı sıra uhrevi ve metafizik boyutu da dikkate alan eleştiriler ortaya koymalılar.
 
Müslüman ilahiyatçıların biyoteknoloji ve endüstrileşen tıp karşısındaki tavırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Müslüman ilahiyatçıların görüşleri diye niteleyebileceğimiz bir külliyat olduğunu söyleyemeyiz. Belli konularla ilgili fetvalar var. Bazen de bu fetvaları eleştirenlere verilen cevaplar. Bu söylediklerim sadece Türkiye için geçerli değil. Bir kaç uluslararası sempozyum yapıldı konuyla ilgili. Bazıları hayati konular olarak kabul edilen organ nakli ve tüp bebeğin caiz olduğunu tekrar tekrar vurgulamak amacına matuftu sanki. Bu sempozyumlardan birinde sunulan bir tebliğ İslami biyoetiğin fetva düzeyini aşması gerektiğine dikkat çekiyordu. Bence de yapılması gereken bu. Müslümanlar tıp teknolojisi, endüstrileşen tıp, biyogenetiğin vadettiği gelecek ve ahlak arasında nasıl bir terkip kuracakları üzerinde kafa yormalılar. Bu da meselelere daha geniş ve derin bir bakış açısını gerektirir.
 
Meselelere  sadece fetva ölçeğinde bakma durumunu aşmak için  hangi meseleler gündeme alınmalı?
 
Daha geniş ve derin derken mesela, sadece örnek vaka üzerinden bireysel bakışın yeterli olmayacağını kastediyorum. Müslümanların ortaya koyacağı biyoetik prensiplerin varlık, ontoloji, metafizik ve uhrevi bir seviyeden ortaya konulması kaçınılmazdır. Bir uygulama sadece bu dünyadaki sonuçları bakımından değil, insanın yönü ahirete dönük bir varlık olması da dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Yirmi birinci yüzyılda insanlık, Müslümanların bu seviyeden söyleyecekleri sözlere muhtaçtır.
 
Nazife Şişman, Yeni İnsan Kaderle Tasarım Arasında, Timaş Yayınları, 2011.
 

Asım Öz/ Dünya Bülteni

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir