Bingöl`de `Toplumsal barışın sağlanması ve sonrası` sempozyumu
Bingöl Üniversitesinde `Toplumsal barışın sağlanması ve sonrası` sempozyumu düzenlendi.
Bingöl Üniversitesinde yapılan “Toplumsal barışın sağlanması ve sonrası” sempozyumunda Araştırmacı Yazar ve Öğretim Görevlisi İbrahim Dağılma, ‘Toplumsal barış Kürt halkının durduğu yerdedir` adlı bir sunum yaptı.
“Adil olma vasfını yitiren bir yönetici zalimleşir”
Dağılma konuşmasında, "Yarım imam dinden; yarım hekim candan eder demişler. El hâk bu söz doğrudur. Bu söz aynı zamanda insanın maddi-manevi, ruhi-bedeni birliğinin önemine de dikkat çeker. İslam'da yönetici olabilmenin iki temel şartı adalet ve imamettir. Adil olma vasfını yitiren bir yönetici zalimleşir. İmamet liyakati taşımayan bir yönetici de ehliyetsiz kalır. Dolayısıyla bu iki kanattan yoksun idarecilerin işbaşında olduğu bir toplumda huzurdan bahsedilemez.” İfadelerini kullandı.
Dağılma, “Faal olarak 30 yılı dolaylı olarak 150 yılı aşkın bir süredir kanayan bir yara olan Kürt sorunu için hala alışılagelmiş yaklaşımların sergilenmesi gösteriyor ki, sistem dükkânını işletenin değil, dükkânın kendisinin değişmesi lazımdır. Yaşadıklarından ötürü ümmetin yetimi olarak bilinen Kürt toplumunun tamamını ilgilendiren ve hepsi için iç acıtan, yürek yakan, göz yaşartan, acilen çözüm bekleyen büyük bir sorun sarmalını yani Kürt Sorunu/Çözüm Süreciyle tanımlanmış bir sorun/süreci realitede sadece "PKK Sorunu"na indirgeyip muhatap olarak da halkı göz ardı edip zoraki bir temsiliyete zorlayıp PKK'yi almak büyük bir yanlıştır. İşte bu desteğin daha da güçlenebilmesi için sorun adına acısı, sızısı; çözüm adına sözü, tezi olan herkesle görüşülmelidir ve bu kişiler bu sürece dahil edilmelidir.” şeklinde konuştu.
Zihniyet olarak Kürt halkına ters, hareket tarzı olarak halkın inanışlarıyla örtüşmeyen, neredeyse halkın tamamını bir önderlik(!) kurgusuna kurban etmekten çekinmeyen bir yapıyı muhatap almanın yanlış olduğunu ifade eden Dağılma, “Kanaatimce iktidar olanlar da yangından mal kaçırırcasına bu sorunu çözer görüntüsü vererek aslında sorumluluğu omuzlarından atmaya çalışıyor. DTK, 2012`deki bir oturumunda ‘Şeyh Said neyse Sayın Öcalan da halkımız için odur` demiştir. Mantıksal kıyasın eşitlik ve aykırılık ilkesinden hareket ederek yorumlarsak, her yönüyle birbirine zıt olan bu iki kişi, değersel olarak eşit gibi düşünülmüş ve kargaların bile güleceği bir mizansen sergilenmiştir. Oysa tarihsel noktada biraz bilgisi olan ve son otuz yılın gündeminden üstünkörü de olsa haberdar olan biri bilir ki, bu kıyas asla tutarlı ve geçerli değildir; çünkü biri( Şeyh Said), kişiliğin manevi basamaklarına yükselmiş, diğeri ise( Öcalan), maddeci bir bakışla tanrıyı bile aştığını söylemiştir. Şeyh Said, kıyamının temellerini Kur'an ve Sünnete dayandırıp çıkışını İslami hamiyet olarak dile getirir. Öcalan ise materyalist bir başkaldırı içinde kendi halkını bile gözden çıkarabilmektedir. Şeyh Said, namazı kulluğun hürriyeti bilip, açık saçıklığın yaygınlaşmasını ahlaksızlık addetmiş, Öcalan ise namazı hafifseyici bir edayla tiyatroya benzetip, özgürlük teraneleriyle açık saçıklığı özgürleşme (!) için birinci madde saymıştır. Şeyh Said laikliğe, Kemalizm`e bir karşı koyuşun profiliyken Öcalan Kemalizm ya da laiklikliğin Kürt versiyonuyla yeniden bir halkı kıyımdan geçirme düşüncesindedir. Allah yolunun aziz bir şehidi ve İslami kıyamlardan birinin şanlı bir rehberi olan Şeyh Sait'le, nasyonalist bir yaklaşım içinde putlaştırılan ve hatta peygamber ilan edilen Öcalan'ı aynı kefeye koymak sivil cumalardan medet ummanların ısıtılmış temcit pilavı misali piyasaya sürdükleri bir politik girişimdir. Neticede bu sorun, yüzyıllarca bir arada kardeşçe yaşamış bir halkın 80 yıllık laik bir zihniyetin inkârıyla başladı. Asimile, yok sayma ve katliamlarla devam eden bu sorun tırmandıkça tırmandı.”diye konuştu.
Dağılma, kürt sorununun çözümü için atılması gereken adımlar şöyle sıraladı :
“Şeyh Sait, Bediüzzaman, İskilipli Atıf Efendi, Seyyid Rıza, Erdebilli Esat Efendi gibi şahıslara yaşatılanlardan; Dersim, Zilan, Roboski, Sayer Köyü, Susa Camii, 6-7 Ekim Vahşeti gibi katliamlardan ötürü adamakıllı bir hak iadesi yapılmalı ve özür dilenmelidir. Bu halk birebir kendisi muhatap alınarak, sorunun yol açtığı gedikler onların dilinden dinlenerek çözüme giden yollar beraberce aranmalıdır. Kürt halkının gerçek temsilcileri olan âlimler, seydalar, kanaat önderleri, cemaat imamları, aşiret liderleri, Sivil Toplum Kuruluş yöneticileri, iş kolları başkanları, eğitim öncüleri ile görüşüp istişare edilmelidir. Toplumsal barışa doğru atılan adımlardan biri olan böylesi sempozyumlar, somut verilere dönüştürülmeli ve bu hususta pratik adımlar atılmalıdır. Değerlerimize ters düşen karma eğitimden acilen vazgeçilmeli, ırkçılığı ve tahriki çağrıştıran ‘Bir Türk Dünyaya bedel` gibi söylemlerden, ‘Ne Mutlu Türküm diyene` gibi sloganlardan tez elden kurtulmalıdır. Anadil, baba dil, üvey dil gibi ayrıştırmalar kesinlikle bırakılmalıdır. Herkesin dilediği dille eğitim almasına imkân sağlanmalıdır. Bu imkân da ‘seçmeli ders` kandırmacası içinde eritilmemelidir.Bugün halk nazarında çözümün, toplumsal barışın işaret levhaları çoktan görülmüşken, hala toplumsal strateji uzmanlarının olayı dar kapsamda değerlendirmesi anlaşılır değildir.Oysa bu strateji uzmanları, akil adamlar, yazar-çizerler, siyasetçiler ve hükümet, olaya öncelikle Kürt halkının durduğu yerden bakmalıdır!..Gören gözler önünde cereyan eden bir Peygamber Sevdası'na milyonların katılımıyla ev sahipliği yapan Kürt halkı, maddi ve manevi bakirliğini azadelik teraneleri, kardeşlik demagojileri, politik manevraları, sanatsal etkinlikleriyle kirletmeye çalışanları tanımaktadır. Onun için bu sorunun temel çözümünde ana muhatap, Peygamber Sevgisini özümsemiş Türk, Kürt, Zaza, Laz, Çerkeziyle bütün bu coğrafya insanıdır. ”şeklinde konuştu. (Nihat Kanat-İLKHA)