Ümmetin Çanakkale Savunması ve Acı Gerçeğimiz
İslam tarihi, ister coğrafyanın ister değerlerin korunması cephesinde olsun savunma noktasında devletlerin değil, İslam toplumunun tarihidir.
Gün gelmiş, devletler bozulmuş; İslam toplumunu dış güçlerin kapısının önüne atmış, düşman aç kurtlar gibi saldırmış üzerine. Sizi bu hâle düşürenlere lanet okumaya vaktiniz bile yok. Davranmak durumundasınız. Tereddüt etmeksizin davranmış İslam toplumu, dış düşmanın elinden kendisini bizzat kendisi kurtarmış.
1915’in İstanbul’u… iş başında Osmanlı’yı tasfiye etmekle görevli ittihatçılar var. Sadece Osmanlı değil, onların tasfiye etmek istedikleri. Daha altı yıl önce İstanbul’a soktukları, önemli bir bölümü Trakya Yahudisi Harekât Ordusu’yla İslam toplumunun ruhunu da öldürmeye çalışmış; “mürteci, yobaz” demiş Müslümanlara, sarıklıları dar ağaçlarına yollamış.
İstanbul iktidar oyunlarından yorgun… İstanbul, Beyoğlu eğlenceleriyle sarhoş… fiu ocak, bu dernekte üç dört mason, birkaç Yahudi ve onların eğittikleri bir avuç sözde milliyetçinin ümmet bilincini yok etmeye çalıştıkları merkez İstanbul…
O yılların perişan İslam dünyası, Hint Müslümanından Afrika Müslümanına… İstanbul’un bu yanına bakmıyor, öteki yanını görüyor. İstanbul, hâlâ Hilafetin merkezidir onun gözünde. Acısını anlatacağı, yardım dileyeceği tek yerdir İstanbul… İstanbul, son umuttur.
Benzer durum, çökmek üzere olan Osmanlı’nın yönetimindeki İslam toplumu için de geçerlidir. İstanbul, karın doyurmuyor, İstanbul yanlış yapıyor. Ama ne de olsa orada İslam’ın hatıraları vardır. Orası öz be öz İslam yurdudur.
Kör ittihatçı, Paris`ten satın aldığı akılla yolunu şaşırmış, Almanların yanına düşmüş, bir gece onlar hesabına yorgun imparatorluğu savaşa sokmuş. Sarhoşluktan ve Fransız-Rus dadılarla sefilce eğlenmekten başka maharet yok ki onda, savaşmayı ne bilsin… Aradan bir yıl geçmeden düşman, istanbul’un kapısına dayanmış.
Dört bir yandan yoksul ve aç Ahmet Emmiler, Mehmet Dayılar, Ape Hassolar, Xale Hüseyinler, bir Mushaf’ı öpmüş bir küçük evlatlarının başını; “Gavur kapıya dayandı, dinimiz perişan, Kur’an-ı’mız tehlikede” demiş, Çanakkale yollarına düşmüş. Çürük top tüfekle değil, ittihatçıların Paris mamulü aklıyla hiç değil; Allah demiş, Kur’an aşkıyla savaşmış, o uğurda can vermiş, Çanakkale sırtlarına kefenle değil, yoksul giysisiyle gömülmüş.
Aradan on beş-yirmi yıl geçmiş ya da geçmemiş, Ahmet Emmilerin, Ape Hassoların çocukları, onların mezarının başında, koynunda azılı düşmanından korunmak üzere özenle sakladığı bir silah gibi sakladığı Yasin-i fierif’ini çıkarıp okumak istemiş. Canına mı susadın, demiş yanı başındaki.
Babasının evinden uğurlanışına dair kendisine anlatılanları hatırlamış, mezara bakmış, Yasin-i fierif’i bir silah gibi saklamak zorunda kalışını düşünmüş, gözyaşı dökmüş, sil çabuk demiş yanı başındaki, seni anlayan olursa kasaba meydanındaki hazır darağacında bulursun kendini… “Emme düşman Çanakkale’den geri döndü, demişlerdi” diyecek gücü bile kendisinde bulamamış. Bu nasıl hâl Ya Râb! Kur’an’la zafer kazananların çocukları, onların mezarında Kur’an okuyamıyor.
Otuz-kırk yıl sonra bir kez daha Çanakkale’deler, bu sefer torunlar da var ve torunlar “yasak” günlerinde büyümüş, onların okuyacak bir Yasin-i fierif’i bile yok… Bu nasıl hâl Ya Râb! Kur’an’la zafer kazananların çocukları, Kur’an’a yaban yaşıyor.
Çanakkale’nin hikâyesi, 20.yüzyılın ilk yarısının İslam dünyası hikâyesidir. Felakete sebep olan İslam toplumu değil, fedakârca çarpışan İslam toplumundan başkası değil. Ama onda ne kendi zaferine sahip çıkacak güç var ne de bilinç. Dışa karşı bilenmiş, içeriyi ise aklı hiç almıyor, içten kaynıyor, susuyor ve susuyor.
Emperyalist, bakmış ki İslam toplumu, kendisine karşı ne kadar atik ise içeridekilere karşı o kadar şaşkın. Kendi işini içerideki adamlarına gördürmüş.
Emperyalist, bakmış ki kendisini durduran güç devletler değil, bizzat İslam toplumudur. Cepheyi o alana kaydırmış. içerideki adamını türlü ideolojilerle donatıp İslam toplumunun ruhuna karşı savaştırmış: Bir yandan dipçik, ip; bir yandan dergi, gazete, kitap, eğitim… Bedenini esir alamadığı İslam toplumunun akıl ve ruhunu esir almış. “Yapacağımızı gene yaptık” savıyla bizde boşuna savaşmış olma hissi oluşturmuş.
Bu oyun uzun sürmüş, kötü sürmüş. Ama artık İslam toplumu uyandı, hileleri çaktı, şimdi kendisi tasfiye ediyor, bir zamanlar onun akıl ve ruhunu tasfiye eden yerli efendileri. Efendiler panik içinde…
Geçen sene yayınlanan bu makalenin güzel olması hasebiyle tekrardan okuyucularımızın istifadesine sunmak istedik.
Abdurrahman Durmaz - Doğruhaber